Türkiye'nin tam bağımsızlığından bahsetmek mümkün müdür? Elbette hayır... Zira, borçlu olan; devamlı olarak kredi arayan; ödemeler dengesini sağlayamayan; bir ülkenin bağımsız olması mümkün değildir. Devamlı taviz vermek, dış baskılara boyun eğmek, iç ve dış politikada bağımlı olmak, durumundadır. Bu tablo içinde, elbette, ABD Hazine Bakanı'nın fırçasını sineye çekmek zorunda kalırız. Elbette Bush'a; Blair'e ve diğerlerine avuç açar, sadece sözde kalan destekleri muhtevi mektuplarını bir övünme kaynağı gibi kullanırız. IMF ve Dünya Bankası gibi (kuruluş amaçları ve uygulamaları, herkesçe malûm) kurumların emir komuta zincirine girmeniz kaçınılmaz olur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, içişlerinize bile karışır. Tüm kararları aleyhinize olur. AB, sizi kasap kedisi gibi kapıda bekletir. Her türlü haysiyet kırıcı davranışı; işgal ordusu komiseri davranışlarını, hak gibi görür. Elbette, dünkü eyaletleriniz size kafa tutmaya başlar. Bücür Ermenistan'dan, aklınıza gelen tüm komşulara kadar, sizi tehdit etme cesaretini kendinde bulurlar. Ve biz de, günah keçisi ararız. Bir türlü kendi hata ve eksikliklerimizi görmek istemeyiz. En önemlisi, çalışmayı, üretmeyi, verimli olmayı, aldığımızı hak edecek bir gayret göstermeyi düşünmeyiz. Hep devletten isteriz. Hep hak ettiğimizden fazlasını talep ederiz. Devamlı olarak alıcı gibi davranır, vermeyi hiç istemeyiz. Çözüm nedir? Dış krediler ve destekler mi? Elbette hayır... Çözüm, "beyin reformunda"dır. Düşünce sisteminin kökten değişmesindedir. Yani: 1- Kapağı devlete, KİT ve BİT'lere atma dönemi kapanmalıdır. 2- Sendikalar ve tüm kurumlar, üretim ve verimlilik esasını samimi olarak benimsemelidir. Tüm fazla personel tasfiye edilmeli, yeni eleman alımı durdurulmalıdı. (Kamu'daki emeklliği gelen 250 bin işçi hemen emekli edilmelidir. Hiç çalışmadan para alan 110 bin kişi işten çıkarılmalıdır. Memur fazlası, belirli periyod içinde, normal seviyeye indirilmelidir. Toplu sözleşmelerde, baskı ve tehditlere boyun eğilmelidir.) 3- Dünya ile rekabet edemeyen sektörler, sun'i olarak yaşatılmamalı, devlet desteği ile beslenmemelidir. Sanayicimiz, tüccarımız, esnafımız ve çiftçimiz, devamlı olarak devlet kaynaklarına bel bağlamaktan vazgeçmelidir. Ucuz kredi, kredi ve faiz affı, destekleme alımları, taban fiyatı, vb. uygulamalar sona ermelidir. Mevduat teminatı kaldırılmalıdır. (Tarım nüfusu %45'dir. Müthiş bir gizli işsizlik ve verimsizlik söz konusudur. Başka işlere de yönelmeli, ek gelir kaynakları için gayret gösterilmelidir.) Tekel, Devlet Malzeme Ofisi, Toprak Mahsulleri Ofisi, vb. kurumlar tasfiye edilmelidir. Devlet, Adalet/Emniyet/Savunma ve Dışişleri haricindeki tüm yüklerinden sıyrılmalıdır. (Radikal ve yapısal reformlar cesaretle gerçekleştirilmelidir. Şüphesiz, Devlet Bankaları'nın tümünün hemen tasfiyesi şarttır. Özelleştirmenin bitirilmesi de zaruridir. Aksi halde kara delikler, 70 milyon insanı, sayısı %10'u bulmayan nüfus grubu adına istismar etmeyi; fakir bırakmayı sürdürecektir.) Çözüm, çok çalışmaktan, israfları terk etmekten, tutumlu olmaktan geçmektedir. (Köylü, traktörümü satacağım diye ağlaşmaktadır. Peki ama, 10 traktörün bile fazla geleceği bir köyde, 100 traktöre ne gerek vardır? Amaç, gösteriş ise, elbette bir faturası olacaktır.), (Özel araba saltanatı sona ermezse, ayak-yorgan hesabı yapmayanların şikayete de hakkı olamaz.), (Ne tarafa bakılsa, ayrı bir israf tablosu vardır. Giyimden, ev eşyasına; cep telefonundan beyaz eşyaya kadar, tam bir tüketim çılgınlığı hakimdir.) Biz, yıllardır, hep üretmeden tükettik. Devamlı borca dayandık. Neticede, deniz bitti ve karaya oturduk. Şimdi de günah keçisi arıyor, kabahatimizi kabul etmiyoruz. Aslında, çok daha kötü durumda olmamız gereğini idrak etmiyoruz. En azından, kalkınmış ülkelerdeki, çalışma temposuna ve tasarruf alışkanlıklarına göz atmıyoruz. Çözüm dışta değil, içtedir.