Bu suçlar niçin işleniyor?

Sesli Dinle
A -
A +
Doç. Dr. M. Burak Gönültaş
Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Öğretim Üyesi
mburakgonultas2@gmail.com
 
Suç mevzusu oldukça geniş, aynı zamanda teknik bir konudur. Ancak hukuki bir mecrada kalmak yerine, suçun ortaya çıkmasına sebep olan sosyal, psikolojik şartları ve iklimi konuşmak daha iyi olabilir...
 
Suçlar ve suçlular, insanoğlu tarafından çok merak edilen konulardır. Son zamanlarda, bir anda gündemi değiştiren, daha evvel belki de hiç görmediğimiz suçlara şahit olduk. Anne ve babasını katleden gençler, üç aylık çocuğunu döven babalar, sevgilisini katledip parçalara bölüp yakmaya çalışan adamlar, yolda evine giden masum bir genç kızı samuray kılıcıyla katleden katiller, kendini savcı gibi tanıtıp insanları dolandıran istismarcılar vesaire...
 
“Memlekette nasıl suçlar işleniyor, nasıl insanlar var?” dedik ve korktuk. Farkında mıyız, değil miyiz ama bu suçları işleyenler, bu toplum içerisinde yaşayan kişiler. Acaba ne oldu da insanımız böyle oldu? Yanlış giden şey neydi?
 
Bu sebeple önce doğru soruyu ya da soruları sormak gerekiyor.
 

GÜVENDE HİSSETMEK VE DEVLETİN ROLÜ

Temel sorumuz şu: İçinde yaşadığımız toplumda, iyi çalışmayan neler suçların ortaya çıkmasına sebep olur ya da neler iyi çalışırsa suçun ortaya çıkmasını engeller? Suçun olduğu yerde insanlar kendilerini güvende hissedemezler. Çünkü beşerî münasebetlerin devamlılığı için “güvende hissetme” en temel ihtiyaç olarak belirlenmiştir.
 
Kişi kendini güvende hissederse diğer ihtiyaçlarını giderebilir. İnsanlarla etkileşime girer, akrabalarını gözetir, toplumda roller alır, eğitimine devam eder, kendine idealler belirler, hedefler koyar ve kendini en güvende hissettiği anda ise sanat, şiir ve diğer estetik yapılar ortaya çıkar.
 
Osmanlıda divan edebiyatı gibi dünyanın en iyi şairlerinin, edebî eserlerinin ortaya çıktığı, hakeza hanların, şifahanelerin, camilerin, köprülerin yapıldığı, en estetik yapıların ortaya konduğu döneme bakarsanız imparatorluğun en güçlü olduğu dönemdir. Bu sebeple devletimizin güçlü olması ve güvenliğimize vereceğimiz destek çok önemlidir. Devlete isyan edilir ve bu çatı kırılırsa, hepimizin üstüne çöker. Akabinde de ilk türeyecek kanser, suçtur, yağmadır, hukuksuzluktur, tecavüzdür...
 
İçinde yaşadığımız toplumun huzuru ve refahı hepimizi ilgilendiriyor. Bu sebeple toplum, sosyal münasebetlerimizin sağlıklı bir şekilde yürümesi için kurallar, değerler ve kurumlar belirlemektedir. Böylece münasebetlerimiz belli bir kaide içerisinde olmaktadır.
 
Kuralların içerisinde ise en önemlisi, “yazılı olmayan kurallardır”: Dinimizin emirleri, ahlak kuralları, görgü kuralları, örf ve âdetlerimiz... Geleneklerimize göreneklerimize ne kadar sıkı sıkıya bağlanırsak, her çatışmamız -ki çatışmamak kaçınılmazdır- mahkemeyle, adliyeyle sonuçlanmaz. Ancak hızlı sosyal değişimlerin ilk etkilediği unsur, maalesef ki “değerlerimiz”dir.
 

SOSYAL KONTROLÜN ÖNEMİ

Burada akla gelen önemli bir soru şu: Sosyal değişimler, sosyal değerleri, kuralları nasıl bozuyor? Değişim, ihtiyaçlarımızı değiştiriyor, değişen ihtiyaçlarımız ise kaynakları değiştiriyor, bu iki değişim de sosyal münasebetlerimizi değiştiriyor. Daha önceden belirlediğimiz uyulagelen kurallar ve değerler, değişen münasebetler için artık fonksiyonunu yitiriyor. İşte böyle bir ortamda kuralsızlık, düzensizlik, anomi ve disiplinsizlik oluşuyor. Bu şartlarda, yani sosyal değerlerin ve kuralların etkisini yitirdiği ortamlarda, anti sosyal davranışlar ortaya çıkmaya başlar. Suçun kökeninde de anti sosyal davranışlar vardır.
 
Peki, bir yerde, bir beldede, bir kurumda sosyal kontrolün olup olmadığı nasıl anlaşılır? Mesela; evinizden çıkıp mahallede yürürken, karşıdan gelen bir kişiye selam vermek zorunda hissediyorsanız, cenazesi olanın cenazesine gitmek zorunda hissediyorsanız, komşunuzdan birkaç gün ses gelmeyince merak edip kapısını çalmak zorunda hissediyorsanız, orada sosyal kontrol var demektir. Bunun için, çocuklarımıza anne-baba saygısını, akraba ziyaretinin önemini, komşuyu gözetmeyi, geleneklere sahip çıkmayı öğretmeliyiz. Hocalarımız hep ikaz ederdi; “Medeniyet, teknoloji ve ahlakın bir araya gelmesidir. Yoksa, Hitler’in emrinde ne doktorlar ne mühendisler vardı fakat insanları katlettiler!” 
 

İNSAN NASIL SUÇLU OLUR?

Suçla ilgili literatürü özetlemeye çalıştığımızda, suçu açıklayan yaklaşımların iki noktada toplandığını fark ederiz. Bunlar da “öğrenme odaklı” iki merhaledir.
 
Birinci merhale, “suç işlemenin öğrenilmesi”dir. Çünkü suç işlemek, anne karnında öğrenilmez, anneden babadan da geçmez, belki belli zaaflar için ancak yatkınlık oluşturabilir ama genetik değildir.
 
Ayrıca suç işlemek kolay bir şey değildir; streslidir. İşin ucunda yakalanmak, suçlu damgası yemek vardır. Bizler ölçer tartarız, kârlı bir iş değilse yapmayız ancak kârlı ise bu sefer bunun tekniğini öğrenmek gerekir.
 
Dolandırıcılar, kasa soyanlar, öyle alet edevat kullanıyorlar ki önceden çalıştıklarını, keşif yaptıklarını, bütün riskleri hesapladıklarını görüyorsunuz. Burada en önemli öğretici; “Suçlu arkadaşlarla etkileşim ve bir arada olmak…
 
Dünya tarihinde Hasan Sabbah bu açıdan önemli bir karakterdir. Tarihte belki de, sistematik olarak nasıl suç işleneceğini, adam katledileceğini, ortamın nasıl terörize edileceğini, etrafına topladığı adamlarına öğreten ve insanların başına bela olan ilk kişidir.
 
Büyüklerimiz hep şu misali verirlerdi: “Bir cüzzamlı ile aynı odada kalsanız, bu hastalığın size bulaşmama ihtimali vardır. Ancak bırakın aynı odada olmayı, yan odada kötü biri olsa, onun kötülüğünün size bulaşmama ihtimali yoktur!..”
 
Yani atalarımızın dediği gibi, “Kıratın yanında duran ya huyundan ya suyundan” etkilenecektir. Yani suçlu biri ile oturup kalkar, görüşürseniz, onun suçluluğunun, kötü huyunun size geçmeme ihtimali yoktur.
 
Meslek icabı yürüttüğümüz tahkikatlar sırasında (soruşturmacı iken) tanıştığımız gençlere, üstüne basa basa şunu tavsiye ederdim:
 
1- İyi arkadaş
2- İyi arkadaş
3- Yine iyi arkadaş...
 
Başka bir şeye gerek yok.
 
Bunu destekler mahiyetteki şu veciz sözlerimizi de unutmamak lazımdır:
 
-Körle yatan şaşı kalkar.
 
-İnsan insanın aynasıdır.
 
-Üzüm üzüme baka baka kararır.
 
-Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.
 
Öğrenme odaklı” ikincisi merhale ise, birinciden daha önemli ve daha tehlikelidir: İşlenilen suçtan meydana gelen “vicdanî rahatsızlığın üstesinden gelmeyi öğrenmek.
 
Birine bir zarar verdiğinizde ya da basit bir yalan söylediğinizde çok üzülürsünüz, keşke yapmasaydım dersiniz, bu sebeple de özür diler veya telafi eder, bir daha yapmamaya çalışırsınız. Ancak suç işleyenler, bu davranışını haklılaştıracak, vicdanını rahatlatacak birtakım nötürleştirmeler, savunma psikolojileri geliştirirler. Mesela, “Aslında o hak etti bunu” gibi...
 
Bu nötürleştirmeler, kişinin ilk suçundan sonra ortaya çıkar ve kişi bunu meleke hâline getirirse artık önü açılmıştır. İşte en azılı suçlular da bunlardır. Bu öğrenmeyi de hızlandıran hatta sağlayan şey ise yine kötü arkadaşlardır. Hele ki suç çeteleri, müthiş bir öğrenme alanıdır. Mesela, çocuklar bir suç çetesine girdiğinde, çete iki şey verir onlara: Suç işlemeyi öğretmek ve işlediği suçun verdiği vicdanî rahatsızlığın üstesinden gelmeyi öğretmek... 
 
Boş ver kardeşim, o da daha dikkatli olsaydı, telefonunu ortada bırakmasaydı” gibi...
 

SUÇ İŞLEMEYEN İNSANLARIN ÖZELLİKLERİ

Tabii, kriminologlar bazen soruyu tersten de sormuşlardır. Yani insanlar genel olarak suç işlemezler. Peki, neden suç işlemez bir insan? Suç işlemeyen insanların niçin suç işlemediği sorusuna cevap aramak, özellikle suçun önlenmesi için birtakım çıkış noktaları verebilir.
 
İnsanların geneli, sosyalizasyon (topluma uyum sağlama) süreci sonrası, en önemli iki beceriyi kazanırlar. Bunlar “içsel ve dışsal kontrol araçlarının benimsenmesi”dir.
 
İçsel kontrol: Kişi, ta çocukluğundan itibaren, başta ebeveynlerinin katkısı ile ahlaki bir gelişim gösterir. Bu gelişim, çocuğun okul hayatı ile birlikte devam eder ve kurallar vicdanîleşmeye başlar. Böylece vicdanî bir süzgece sahip olan çocuk, neyin yanlış, neyin doğru olduğunu, bu süzgeç sayesinde ayırt edebilir. Bunun için, ahlaki gelişim safhasının başarısı çok önemlidir.
 
Dışsal kontrol: Yani çevremize olan güvenli bağlanma ile kendimizi topluma ait hissetmektir. Bir kişi, bir başka kişiyi severse, ondan yakınlık görürse, ondan zarar görmezse, ona güvenir. Güven ise bağlanmayı getirir. Kişi bağlandığı şeye zarar vermez, onu kırmaz, ona zarar gelir diye davranışlarına dikkat eder.
 
Mesela, çocukların en çok çekindiği şey, “yanlış bir şey yaparım da annemi üzerim” korkusudur. Annelerini üzme korkusu, çocuklar için tutucu, frenleyici bir güçtür.İşte; içsel ve dışsal bu iki faktör, bizim topluma uygun davranışlar geliştirmemizi sağlar. Sağlamakla kalmaz, sürdürmemizi de sağlar, yani hangi sıkıntıya düşersek düşelim, suç işlemeyiz, sabrederiz, sebat ederiz.
 
Ayrıca suç işlemeyen insanlarda, kontrol edici dört özelliğin başarılı olduğu söylenebilir: Birincisi bağlanmadır. Doğru insana bağlanırsanız, ki anne baba bu işlevi görür, onlar sizi doğru davranışlara yönlendirir.
 
İkincisi ise ideal sahibi olmadır. Hele ki bu idealler ulvi idealler ise, yani iyi bir anne-baba olmak, iyi bir işe sahip olup çocuklarının geçimini sağlamak, memlekete faydalı olmak vesaire gibi...
 
Üçüncüsü katılımdır. Yani faydalı olmak, memlekete, insanlara yarar etkinliklere katılmak, sosyal etkileşimi sağlayacak, arttıracak etkinliklere katılmak. Mesela, hasta olan eşi-dostu, akrabayı ziyaret etmek, onların gönlünü ve duasını almak, bir ihtiyacını gidermek.
 
Dördüncüsü ise inançlı olmaktır. Çünkü inançlı olmak, ahlaki kuralların öğrenilmesinin, ahlaki davranışların yapılmasının önünü açacaktır. İşte bu dört haslet, insanların sevilen, sayılan, toplumda mühim rolleri üstlenebilecek sosyal ve psikolojik bütünlüğe sahip kişiler olmasına yardımcı olacaktır.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.