Ferhat Ünlü
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın istihbarat ve diplomasi perspektifi birkaç cümleyle şöyle özetlenebilir: “Batı’ya Türkiye’den, periferisindeki Orta Doğu’dan ve giderek Orta Asya’dan bakabilen; ama sonra dönüp Batı’nın içinden Batı kavramlarına ya da Yahudi/Musevi kavramlarına itiraz edecek okuma ve hayat birikimine erişmiş bir devlet adamı.”
Okumaya başladığınız bu metne, bir soru ile girizgâh yapmak belki de en doğrusu. Çünkü metnin ele aldığı ana tema ve onun tarihî yansımaları, öğrendikçe yeni sır kapılarına açılan iki akraba alanla ilgili; yani istihbarat ve diplomasiyle…
Size “Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, hatta belki tüm istihbarat mazimizde gizli servisi en uzun süre yöneten kişi kimdir?” diye sorsam aklınıza gelecek ilk üç isimden biri Hakan Fidan olacaktır. Esasında Millî Emniyet Hizmeti Riyâseti döneminde, dolayısıyla Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında Şükrü Âli Ögel’in iki parça yürüttüğü 15 yıllık müsteşarlık dönemini hariç tutarsak en uzun süre başkanlık yapmış kişi Fidan’dır. Felsefenin yeter sebep ilkelerine göre sırf bu bile başlı başına, hedef hâline gelmesi için kâfidir.
Fidan’a saldırıların kökeni, iki yıllık ve 15 yıllık iki ayrı vadeye dayanıyor.
Hakan Fidan, 2010’un mayıs ayında Millî İstihbarat Teşkilatı’nın, Haziran 2023’te ise Dışişleri’nin başına geçti.
Türkiye’de icra edenler hariç neredeyse kimse, istihbarat ile diplomasinin Rönesans döneminden beri ‘kuzen’ olduğunu ve hatta bu ikisinin bir devlet açısından bıçağın iki yüzü olduğunu bilmez. Sözde bir kent devleti olan ama ticaretle büyüdüğü için sömürgeci bir devlete de dönüşen Venedik’in Rönesans’ta kurduğu diplomasi ağı ve güçlü istihbarat teşkilatı bunun kanıtıdır.
Bugün -600 yıl öncekinden çok daha zengin ve karmaşık biçimde- savaşlar, bilgi ve aynı zamanda anti-bilgiyle, yani dezenformasyonla yapılıyor. Devletlerarası mücadelelerde istihbarat ve anti-istihbarat ya da istihbarata karşı koyma konuşuluyor. Dolayısıyla apaçık bir istihbari savaş içinde olduğumuz İsrail ile ilgili siyasi muhalefet sınırlarının ötesine geçen bir söylem ve eylem ürettiğiniz zaman, otomatik olarak bilgi savaşının öznesi hâline geliyorsunuz. Ana muhalefet partisi CHP’nin Lideri Özgür Özel’in, özellikle Ekrem İmamoğlu ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik 19 Mart operasyonundan sonra bu yanlış çizgide siyaset yaptığını görüyoruz.
Son tartışma şöyle başladı: Kolombiya’nın başkenti Bogoto’da İsrail’e yaptırım için birtakım önlemler alınıp imzaya açılmış, Türkiye bu bildiriye imza
atmamış. “Vay sen misin imza atmayan”!
Ne bildirisi olduğunu da bilmiyoruz, herkes İsrail’e karşı tüm dünyada kendince iyi niyetle bir şeyler yapıyor. Küresel çapta özellikle halklar bazında dalga dalga büyüyen ve merkezi organizasyondan yoksun bir tepki var. Dolayısıyla bu alanda açık ararsanız her yerde bulursunuz.
Özel, geçtiğimiz günlerde şu seviyede konuştu maalesef: “Pabucumun atanmışı, orda burda geziyon, Kurtlar Vadisi gibi Tiktoklar yayınlıyorsun.”
Bu söylem, zaten siyasetin itibarının geriye gittiği bir dönemde ana muhalefet liderine yakışmaz.
Türkiye içindeki problemlerde özellikle terör, kriminoloji alanlarında sorumlu aranacaksa elbette akla istihbarat teşkilatı, ordu, emniyet teşkilatı ve hatta yerine göre dışişleri bakanlığı gelir. Gelgelelim orman yakan bireysel ya da örgütçü teröristlerin hem vatanımıza hem doğaya hem de Yaradan’a ihanet ederek gerçekleştirdikleri kundaklamalar için devleti suçlamak, onun seçilmiş liderini veya atanmış devlet adamını yıpratmak hıyanet değilse bile dalalettir.
Çünkü 32 yıllık gazetecilik ömrümde çeşitli veçhelerle gördüğüm üzere orman yangını çıkarmak, istihbarat servisleri için bile en aşağı bir suçtur. (Ve bu alçaklığı önlemek çok güçtür.) Bile kelimesini özellikle kullandım. Çünkü gizli servislerden özellikle bazıları kendi ülkelerinin âli menfaati için her türlü hileyi ve hainliği meşru görürler. Ancak misal size şöyle bir eski devlet sırrı vereyim:
Bizim servisimiz MİT ile EYP (EYP dediysem El Yapımı Patlayıcı değil, Yunan Gizli Servisi Ethniki Ypiresia Pliroforion, yani Ulusal İstihbarat Teşkilatı’nı kastediyorum efendim) arasında ‘orman kundaklamama konusunda’ 1990’ların ikinci yarısından beri yazılı olmaya bir zımni centilmenlik sözleşmesi vardır. 1998’te Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş’ın Susurluk Raporu’ndaki sansürlü kısımları okuduğumdan beri bunu bilirim.
Tabii, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın hedef tahtasına konulması hem yeni bir şey değil hem de tek ya da birkaç cepheden gelen atışlarla müşahede ettiğimiz münferit bir şey değil. Başlangıcı 2010, ilk işaret fişeğini çakan da İsrail gazetesi Haaretz... 2010’dan itibaren içeriden FETÖ de gizlice; derken 2012 MİT Kumpası’ndan sonra açıktan Fidan’a yönelik operasyonlarını yoğunlaştırdı.
Bunu yaparken de sıklıkla Hakan Fidan’ın kamuoyunca pek bilinmeyen biyografisindeki detayları kullandı. En çok da astsubay olmasını dile doladılar. Bir astsubaydı evet ama kendini birçok generalden daha çok geliştirmişti. Yıllar yılı MİT’i darbe dönemlerinde yoğunlaşan bir general gölgesiyle yönetirken sorun yoktu, yani kimsenin aklına istihbaratı bir askerin yönettiği gelmemişti. O devirlerin çok başarılı olduğu da söylenemezdi.
Rahmetli olmuş müsteşarların gizli servis başkanlığı performansını ölçmek burada benim haddim değil. Hamza Gürgüç, Adnan Ersöz, Burhanettin Bigalı, Hayri Ündül, Teoman Koman; oradan 1960’lara dönelim ta Mehmet Fuat Doğu döneminden beri MİT’te çalışmış birçok üst düzey yönetici tanıdım. (Birçoğu rahmetli oldu, bir kısmı hâlen yaşıyor.)
Sönmez Köksal, Şenkal Atasagun, Emre Taner ve Hakan Fidan dönemlerini bir gazeteci olarak yakından gözlemledim. Ve bahsettiğim neredeyse üç çeyrek asırlık zaman zarfında Türk istihbaratı çağın gereklerine uygun olarak resmen tekamül geçirmiştir.
Hakan Fidan için 2002’de AK Parti’nin iktidara gelmesinden ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Mart 2003’te Başbakan olmasından sonra diplomasi ve siyaset konusunda hazırlanan bir isim demek yanlış olmaz. Fidan, bu doğrultuda 2003’te TİKA Başkanlığı’na getirildi. 2007’de İstihbarattan Sorumlu Başbakan Yardımcısı oldu, 27 Mayıs 2010 tarihinde de MİT Müsteşarlığı’na atandı. Bu tarih de 1960 darbesinin tam 50. Yıldönümü olduğu için bilinçli seçilmişti.
Fidan’a yönelik en büyük iki operasyon 7 Şubat 2012 ve 15 Temmuz 2016 tarihlidir. İlki; özel yetkili FETÖ savcısının Fidan ve 2 MİT yöneticisini KCK davasında tutuklamak istemesiyle patlamış ve Erdoğan tarafından bertaraf edilmişti. FETÖ, 15 Temmuz 2016’da MİT’in Yenimahalle’deki binasına Fidan’ı derdest etmeye gitti ama direnişle karşılaşınca amacına ulaşamadı.
Evet, yazıda 6 bin 400 karakteri aştık; yazıyı toparlamanın zamanı geldi:
Bütün bu değerlendirmeler ışığında Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın neden hedef hâline geldiği sorusunun cevabına net biçimde erişmek için onun öz geçmişine ve daha önemlisi entelektüel sırlarına odaklanmalıyız.
Fidan, 17 Temmuz 1968 Ankara doğumlu. 80’lerin başından itibaren 15 yıl boyunca -bir kısmı muhabere, yani haberleşme/istihbarat alanında olmak üzere- Türk Silahlı Kuvvetleri ve TSK adına NATO’da görev yaptı. NATO görevi için Almanya’da bulunduğu dönemde Maryland Üniversitesi’ne bağlı University College’dan Yönetim ve Siyaset Bilimi alanında lisans derecesi aldı.
1999’da Bilkent Üniversitesi’nde ‘Dış Politikada İstihbaratın Yeri’ konu olan bir yüksek lisans tezi hazırladı. Yine Bilkent Üniversitesi’nde 2006 senesinde de ‘Bilgi Çağında Diplomasi: Antlaşmaların Doğrulanmasında Enformasyon Teknolojilerinin Kullanımı’ başlıklı tez ile doktora yaptı.
Fidan’ın istihbarat tezi, 6 bölüm ve 86 sayfadan oluşuyordu. Orada yazdıklarının bir kısmını 13 yılda yaptığını tereddütsüz söyleyebiliriz. Ve bu; Yenimahalle’den Kale’ye tebdil-i mekânın ötesinde Türkiye’nin çoğalan ihtiyaçlarına göre şekillenen istihbari, teknolojik ve siber atılımları da kapsıyor.
Hakan Fidan’ın istihbarat ve diplomasi perspektifi birkaç cümleyle şöyle özetlenebilir: “Batı’ya Türkiye’den, periferisindeki Orta Doğu’dan ve giderek Orta Asya’dan bakabilen; ama sonra dönüp Batı’nın içinden Batı kavramlarına ya da Yahudi/Musevi kavramlarına itiraz edecek okuma ve hayat birikimine erişmiş bir devlet adamı.”
Ezcümle; Birleşmiş Milletler’in ‘beş gözü’nden başlayarak bütün nazarların, George Orwell’in o ünlü metaforundaki gibi Büyük Birader misali ülkemizin üzerinde olduğunu hesaba katarsak; memleketin 13 yıllık istihbarat, iki yıllık diplomasi patronunun hedef tahtasına konulması şaşırtıcı değil.
Geniş Açı - Fikir ve tartışmada son yazılar...