Türkiye Gazetesi E-Gazete
Arama
Özetle Dinle
Kaydet
Köşe Yazıları 3 saat önce
İslam hukuku (fıkıh/şeriat), ibadet, aile, borçlar ve ceza hukuku gibi alanları kapsayan, Kur'an, sünnet, icma ve kıyas gibi ana kaynaklara dayanan kapsamlı bir ilahi hukuk sistemidir.
  • "İslam hukuku" ifadesi "fıkıh" veya "şeriat" tabirlerinin karşılığı olup, ibadetler, aile, borçlar, ticaret ve ceza hukuku gibi ameli meseleleri kapsar.
  • İslam hukukunun temel ana kaynakları Kur’an-ı Kerim, Sünnet, icma-ı ümmet ve kıyas-ı fukahadır.
  • Ana kaynaklarda hüküm bulunmadığında başvurulan istihsan, sahabi kavli, örf ve âdet, maslahat-ı mürsele gibi çok sayıda fer’i (yan) kaynak mevcuttur.
  • Şer’i bir meselenin çözümünde öncelik ana kaynaklardadır; fer’i kaynakların uygulaması ve kabulü ise mezhepler arasında farklılık gösterebilir.
Türkiye Gazetesi
İslam hukukunun kaynakları nelerdir?
0:00 0:00
1x
a- | +A

Av. Cihangir Yıldız (Hukukçu-Sosyolog)
cihangir.yildiz@hotmail.com

“İslam hukuku” ifadesi “fıkıh” veya “şeriat” tabirlerinin bir karşılığıdır. Şeriatın sözlük anlamı doğru ve düz yol demektir. Hukuki manası ise Allah’ın peygamberler vasıtasıyla vazettiği hükümlerin bütünüdür. “Şeriat” tabiri kullanılınca bazılarınca reaksiyon gösterilse de bu tabir “İslam hukuku” demektir. Yani, bir hukuk sistemini ifade eden yalın bir terimdir.

İslam hukuku deyince ne anlaşılması gerektiği Mecelle’nin birinci maddesinde “İlm-i fıkh mesâil-i şer’iyye-i ameliyyeyi bilmektir” şeklinde tanımlanmıştır. Yani, fıkıh ilmi, amele dair şer’i meseleleri bilmektir. Daha açık bir ifadeyle beden ile yapılması ve sakınılması lâzım olan emirler, yasaklar ve mubâhlardır.

İslam hukukunun ana kaynakları; kitap (Kur’an-ı kerim), sünnet, icma-ı ümmet ve kıyas-ı fukahadır.

İslam hukuk sistemi, esasında çok merak edilen ancak hakkında pek fazla bilgi sahibi olunmayan veya kulaktan dolma bilgilerle bilindiği sanılan bir alan maalesef. Biz bu yazımızda, muteber kaynaklardan nakiller yaparak, İslam hukukunun kapsamı ve hukuki bir meselenin çözümünde kullanılan delillerine dair bilgiler vermeye çalışacağız.

İSLAM HUKUKU DEYİNCE NE ANLAŞILMALIDIR?

“İslam hukuku” ifadesi “fıkıh” veya “şeriat” tabirlerinin bir karşılığıdır. Şeriatın sözlük anlamı doğru ve düz yol demektir. Hukuki manası ise Allah’ın peygamberler vasıtasıyla vazettiği hükümlerin bütünüdür. “Şeriat” tabiri kullanılınca bazılarınca reaksiyon gösterilse de bu tabir “İslam hukuku” demektir. Yani, bir hukuk sistemini ifade eden yalın bir terimdir.

İslam hukuku deyince ne anlaşılması gerektiği Mecelle’nin birinci maddesinde “İlm-i fıkh mesâil-i şer’iyye-i ameliyyeyi bilmektir” şeklinde tanımlanmıştır. Yani, fıkıh ilmi, amele dair şer’i meseleleri bilmektir. Daha açık bir ifadeyle beden ile yapılması ve sakınılması lâzım olan emirler, yasaklar ve mubâhlardır.

İşte amele dair bu şer’i meseleler; ibâdât, münâkehât, muâmelât ve ukûbât olmak üzere dört büyük kısma ayrılır.İbâdât;namaz, oruç, zekât, hac gibi ibadetlere dair hükümleri,münâkehât;evlenme, boşanma, nafaka gibi aile hukukuna dair hükümleri,muâmelât;borçlar ve ticaret hukuku gibi özel hukuk ilişkilerine dair hükümleri,ukûbât;ceza hukukuna ilişkin hükümleri ihtiva etmektedir.

İSLAM HUKUKUNUN ANA KAYNAKLARI

İslam hukukunun “edille-i şer'iyye” olarak anılan ana kaynakları; kitap (Kur’an-ı kerim), sünnet, icma-ı ümmet ve kıyas-ı fukahadır. Kitap ve sünnete “Nass” da denilir. Bilindiği gibisünnet, Peygamberimizin söz, fiil ve tasvip ettiği işlerdir.

İcma, aynı asırda yaşayan müctehid âlimlerin (hukukçuların) herhangi bir şer’i mesele üzerinde ittifak etmeleridir. Dikkat edilirse burada herhangi bir hukukçu değil, içtihat derecesinde olan yüksek âlimler kastedilmektedir. Dördüncü asırdan sonra mutlak müctehid yetişmediği için, icmâ kalmamış, önceki asırlardaki icmalar sonraki asırlarda gelen âlimler için delil olmuştur. En kuvvetli ve kıymetli icma, Sahabenin icma’ıdır.

Kıyas, bir şeyi başka şeye benzetmek demektir. Bu benzetme işine “ictihad” denir.Âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden, manaları açıkça anlaşılmayanları, açıkça bildirilen diğer hükümlere kıyas ederek, benzeterek, bunlardan çıkarılan yeni hükümlere ictihad denir. İctihad yapabilecek derin âlimlere ise “müctehid” denir.

İSLAM HUKUKUNUN YAN KAYNAKLARI

İslam hukukunun bir de fer’i kaynakları (delilleri) vardır ki bu kaynaklar, İslam hukukçularının hukuki bir meselenin çözümünde ana kaynaklarda hüküm bulunmaması hâlinde müracaat ettikleri yan kaynaklardır. Ana kaynaklara tabidirler. İstihsan, Sahabi kavli, örf ve âdet, maslahat-ı mürsele, zaruret, umumi belva, hile-i şeriyye, sedd-i zerai, Medine halkının ameli, istishab, tabi-i kavli, istikra, karine, önceki şeriatlar, şahadeti vicdan, taharri, kura, ilham, ihtiyat gibi deliller bu cümleden sayılabilir.

İstihsan; bir müçtehidin, hukuki bir meselede, haklı bir gerekçeye dayanarak, maslahat veya zaruret sebebiyle, benzerlerine uygulanan genel hüküm yerine istisnai hükmü tercih etmesidir. Osmanlı devrindeki hukuki müesseselerin birçoğu bu kaynağa istinat eder. Mecelle’nin 17. maddesindeki “Meşakkat teysîri celbeder”(yani, zorluk, kolaylığı getirir) ve 18. maddesindeki“Bir iş zıyk oldukda müttesi olur”(yani, bir işte meşakkat ve darlık hasıl olursa, genişlik aranıp ruhsatlar kullanılır) kaideleri istihsan delilinin ifadesidir. Yeri gelmişken ifade edelim ki modern hukuk sistemlerinde de çoğu zaman istisnalar genel kuraldan daha fazla yer teşkil eder.

Sahabi kavli;adından da anlaşılacağı üzere şer’i bir meselede bir Sahabinin içtihadıdır. Zaten, Sahabenin ittifak ettiği meseleler icma olduğundan ana kaynak olarak tüm Müslümanlar için bağlayıcıdır. Ancak, bir Sahabinin ilmi veya kazai içtihadı ise fer’i delil olarak kullanılır. Zira, Mecelle’nin 16. maddesinde ifade edildiği gibi “İctihâd ile ictihâd nakzolunmaz”. Yani, bir müctehidin ictihadı, bir başka müctehidin aynı konudaki bir başka ictihadını bozmaz. Bu sebeple Sahabi kavli, sadece yan bir delil olarak kullanılabilir.

Tabi-i kavli; bilindiği gibi, bir Sahâbiyi gören Müslümana “tabi’in” denir. İşte, şer’i bir meselede tabi’inden olan bir müctehidin içtihadıdır. Mecelle’nin 16. maddesinde ifade bulan hüküm bu delil için de geçerlidir.

ÖRF VE ÂDET DE DELİL OLABİLİR

Örf ve âdet; toplumların iyi karşılayıp müştereken benimsedikleri ve tekrar edegeldikleri söz veya fiillerdir. Bunlar, nass ile sabit meselelere aykırı olmadıkları takdirde fer’i delil olarak kullanılabilirler. Mecelle’nin 36. maddesindeki “Âdet muhakkemdir”,37. maddesindeki“Nâsın isti’mâli bir hüccetdir ki ânınla amel vâcib olur”,40. maddesindeki“Âdetin delâletiyle ma’nâ-yı hakîkî terk olunur”, 43. maddesindeki“Örfen ma’rûf olan şey, şart kılınmış gibidir”, 45. maddesindeki“Örf ile ta’yîn, nass ile ta’yîn gibidir”kaideleri örf ve adetin, İslam hukukundaki yerine işaret ederler.

Maslahat-ı mürsele; kamu menfaati, yani çoğunluğun faydasına olan şey demektir. Mecelle’nin 58. maddesindeki “Raiyye, yani teb’a üzerine tasarruf maslahata menûtdur”kaidesi maslahatın uygulamadaki yerine işaret eder. İslâm hukukuna dair hükümler tatbik edilirken veya hakkında hüküm bulunmayan meselelerde hüküm verirken kamu menfaatine uygun hareket edilmesi gerektiğine işaret eder.

Umum-i belva; neredeyse herkesin kaçınmakta güçlük çektiği şey demektir. Yaygınlığından dolayı kendisinden kaçınma imkânı güçleşen ve ihtiyaçtan doğan bir çeşit zarurethâlidir. Yukarıda, istihsan bahsinde zikrettiğimiz Mecelle’nin 17 ve 18. maddeleri aynı zamanda umum-i belva hakkındadır.

Hile-i şeriyye; bir nev’i, hukuki çareler demektir. İslam hukukuna uymak hususunda bir engelle karşılaşıldığında yine hukukun gösterdiği bir başka yoldan gitmektir. Harâmdan kurtulmak ve helale kavuşmak için uygun görülmüştür. Öte taraftan, hukuki şekil ve kaideleri kurnazca kullanarak başkasının hakkına zeval verildiği durumlara “hile-i batıla” denir ki buna cevaz verilmemiştir.

Sedd-i zerai;kendi başına mubah olan bir fiilin, şer’an sakıncalı bir sonuca götüreceğinden emin olunması veya bunun kuvvetle muhtemel olması hâlinde yasaklanmasını ifade eder.

Medine halkının ameli; Medine halkının örf hâline gelmiş uygulamalarıdır. Bilhassa, Maliki mezhebinde önemli bir kaynaktır.

İstishâb; bir zamanda sabit olan bir durumun aksini gösteren bir delil bulunmadıkça sonrasında da mevcut olduğuna hükmetmek anlamına gelir. Mecelle’nin 5. maddesindeki “Bir şeyin bulunduğu hâl üzre kalması asıldır”ve 10. maddesindeki “Bir zamanda sâbit olan şeyin, hilâfına delil olmadıkça, bekâsıyla hükmolunur”kaideleri ile ifade olunmuştur.

İstikra; özel olayları ve hususiyetlerini incelemek suretiyle genel bir hüküm çıkarmaktır.

Karine; yargılamada iki farklı olay arasında akli çıkarsama yoluyla bağlantı veya sebebiyet ilişkisi kurularak elde edilen ve bilinmeyen bir durumun ispatına yarayan delildir.

Önceki şeriatlar (Şer’uMenKablenâ); Peygamberimizden önce bildirilmiş olan dinlere ait hükümlerdir. Buna ilişkin bir hükmün delil olabilmesi için öncelikle, Kur’ân-ı kerim veya sünnetle nakledilmiş olması, akabinde, bu hükmün neshedildiğine dair başka bir hüküm bulunmaması gerekir.

Şahadeti vicdan; hakkında delil bulunmayan meselelerde kalbin temayülüne göre hüküm vermektir.

Taharri;hakikate vâkıf olunamayan bir durumda gerekli araştırmayı yaparak, zann-ı galibe göre hüküm vermektir.

Kura; hukuki ihtilafı çözmek için birbirine eşit unsurlar arasında kura çekerek birini diğerine tercih etmek yöntemidir.

İlham; feyiz yoluyla insanın kalbine gelen bilgidir. Maddi hukuktan ziyade kişiye bağlı bir delil hükmündedir.

İhtiyat, muhtemel hatalardan sakınmak için şüpheli şeylerden uzak durmayı ifade eder.

ASLOLAN ANA KAYNAKLARDIR

Şer’i bir meselenin çözümünde aslolan ana kaynakların kullanılmasıdır. İlk önce Kur’ân-ı kerim, burada hüküm bulunamaz ise sünnete müracaat edilir. İcma ve kıyas ise zaten bu iki ana kaynağa dayanmaktadırlar. Ana kaynaklar, bütün mezheplerce ittifakla kabul edilmektedir. Buna mukabil, fer’i kaynakların tatbiki hususunda mezhepler arasında ittifak yoktur. Hanefi hukukçularınca kabul edilen bir fer’i kaynak Maliki hukukçularınca kabul edilmeyebilir. Mesela; Sahabi kavli Hanefi mezhebinde fer’i delil olarak kullanılabilirken, tabi-i kavli kullanılmaz. Ancak, Hanbeli mezhebinde kullanılır. Yine, Medine halkının ameli Maliki mezhebinde çok mühim bir kaynaktır.

.....

Faydalanılan kaynaklar:

İslam Hukuku, 2018; Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci

Ahmed Cevdet Paşa ve Mecelle, 2015; Prof. Ahmet Şimşirgil-Prof. Ekrem Buğra Ekinci

Türk Hukuk Tarihi, 2017; Prof. Dr. Halil Cin-Prof. Dr. Ahmet Akgündüz

Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye, 2025; Hüseyin Hilmi Işık

Geniş Açı - Fikir ve tartışmada son yazılar...

ÖNE ÇIKANLAR