Tüm dikkatler, savaş atmosferinde en yüksek perdeden hissedilen Ukrayna-Rusya çatışmasının seyrine çevrilmişken, gözden kaçmaması gereken bazı kritik gelişmeleri not etmek isterim...
Almanya merkezli Neo-Nazi dövüş kulüplerinin neden Batılı istihbarat servislerinin odak noktasına dönüştüğü sorusu bugün daha yüksek sesle soruluyor. Zannediyorum ki üzerinde ciddiyetle düşünülmesi gereken bir tabloyla karşı karşıyayız.
Evvela, Ukrayna-Rusya arasındaki büyük kriz patlak verdiğinde bu grupların ünü belirgin biçimde arttı. Hatta onlara zaman zaman “milliyetçi gençler” ismi bile yakıştırıldı! Savaş histerisi öylesine yükseldi ki, bir gün Avrupa’nın geleceği için tehdit oluşturabilecekleri ihtimali neredeyse kimsenin aklına gelmedi. Sadece Rusya, bu oluşumları “Neo-Nazi” olarak tanımladı; ancak Moskova’nın tanımladığı her şey Avrupa için otomatik olarak ters anlama geldiğinden, bu uyarı pek yankı bulmadı.
Bugün ise manzara farklı.
Hitler hayranlığıyla bilinen bu grupların giderek artan görünürlüğü ve yükselen reytingi artık dikkatlerden kaçmıyor. Neredeyse tüm Avrupa istihbarat servisleri bu kulüpleri mercek altına almış durumda.
Burada asıl soru şu: Sosyolojik değişimin geri dönüşü ne olur?
Toplumsal kırılmalara dikkatle bakıldığında, uç söylemlerin nihai olarak toplumu çatlatan süreçlerin habercisi olduğunu görmek mümkündür. Avrupa’nın, yeniden savaş retoriğini gündemine aldığı günden bu yana Neo-Nazi grupların etki alanlarının belirgin biçimde genişlediği ortadadır.
“Active Club” adıyla örgütlenen bu yapılar, karma dövüş sanatlarını faşist propaganda aracı olarak kullanan aşırı sağ ağlara dönüşmüş durumdadır. Öyle ki ABD, Kanada, Avrupa, Avustralya ve Latin Amerika’ya uzanan uluslararası bir yapıya evrilmişlerdir.
Uzmanların uyarıları ciddileşiyor, konuşuyorlar ve yazıyorlar. Ancak özellikle Avrupa’da Rusya merkezli histerik yaklaşım o kadar yoğun ki, kıtanın ve hatta dünyanın karşı karşıya kalabileceği bu ideolojik dalganın nereye varabileceğini görmezden geliyorlar.
Peki, aşırı sağ terör örgütleriyle benzerlik taşıyan bu Neo-Nazi grupların nihai hedefi ne?
Kendilerini “ülkesini geri almak isteyen beyaz üstünlükçüler” olarak tanımlayan bu hareketin, varmak istediği yerin Hitler döneminden daha ileri ve tehlikeli bir nokta olmayacağını anlamak için fazla çaba harcamaya dahi gerek yok.
Avrupa da kendi içinde ciddi bir söylem farklılığı yaşamaya başladı. Savaş retoriği ve Rusya merkezli yeniden yapılanma tartışmaları kıtayı söylemsel anlamda birkaç parçaya ayıracak gibi görünüyor.
Bu bağlamda Almanya’nın tutumu özellikle önemlidir.
2035’e kadar asker sayısını 260 bine çıkarmayı hedefleyen Almanya, Avrupa’nın en güçlü konvansiyonel ordusuna sahip olmayı arzu ediyor.
I. ve II. Dünya Savaşları tarih sahnesinde kapanmış olsa da Alman kamuoyundaki "rövanş" duygusunun bütünüyle kaybolmadığını söylemek mümkün.
Bugün Rusya-Ukrayna süreci, aslında yeni savaşların ortaya çıkmasını tetikleyen etkene dönüşmüş durumda.
Putin’in “Gerekirse şimdi hazırız” ifadesi manşetlerde “Putin meydan okudu” başlığıyla yer aldı. Putin’in sözleri oldukça açıktı:
“Biz Avrupa ile savaşmak istemiyoruz; bunu yüz kere söyledik. Ama Avrupa savaşmaya kalkarsa biz hemen şimdi hazırız.”
Almanya ile Rusya arasındaki tarihsel arka planı iyi kavramak, bugünkü retoriği doğru okumamızı sağlar. Rusya’da hâlâ imparatorluk tarihine dayanan yorumların önemli bir bölümünde Almanya’ya dair analizler ciddi yer tutuyor. Bolşevik Devrimi’nin, Çar’a yapılan darbenin Almanya merkezli bir operasyon olduğunu savunan kesimlerde "rövanş" duygusu belirgin biçimde hissediliyor.
Yahudi sermayesi, Alman bankaları ve İngiliz stratejik aklı birlikte değerlendirildiğinde; Rusya’yı tehdit olarak gören perspektif Almanya’da savunma alanında yeniden güncellenme isteğini diri tutuyor.
Bir tarafta Neo-Nazi grupların yükselişi, diğer tarafta Almanya’nın konvansiyonel ordusunu güçlendirme arayışı… Bu iki eğilim bize sadece Berlin’in niyetini değil, Avrupa’nın geleceği üzerine de ciddi ipuçları veriyor.
Sonuç olarak, dünya yeniden dizayn edilirken yarım kalan hesapların kapanma arzusu giderek artıyor. Bu tür dönemler, tıpkı yükselişler gibi büyük çöküşlerin de kaçınılmaz olduğunu hatırlatıyor.
Sevil Nuriyeva’nın önceki yazıları…