Ardı ardına gelen akran zorbalığı vakalarıyla gencecik çocukların hayatını kaybetmesi, böcek ilacıyla zehirlenerek vefat eden dört kişilik aile ve benzeri acı haberler, kendimizi derinden sorgulamamız gerektiğini bir kez daha gösterdi.
Tarihten, millî ve insani değerlerimizden bahsediyoruz; ancak “dejenere olan mevcut durumumuzu” konuşmaktan kaçınıyoruz. Değerli meslektaşım Cem Küçük’ün köşesinde yazdığı “İnsana değer vermiyoruz” tespiti de bu konuda yeniden düşünmem gerektiğini hissettirdi.
Toplumumuza ne oluyor?
Biz böyle bir toplum değildik.
İnsana değer veren, insanı “Allah için seven” bir yapımız yok muydu?
Aşırı pahalılıktan söz ediyoruz; doğru. Ama her şeyi hükûmetin sırtına yüklemeden önce, bölgesine göre değişen fiyatlarla piyasadaki dengesizliği derinleştiren bazı market sahiplerinin “açgözlülük ve vicdansızlık içeren ahlaksız yaklaşımını” konuşmuyoruz.
Evet, pahalılık sorunu var.
Evet, bölgesel ekonomik farklılıklar da var.
Ama asıl sorun nedir, bilir misiniz?
“Ahlak sorunu!”
Değerler sistemimizin özünü oluşturan insana değer, düşene vurmama, merhamet, vicdan gibi kavramların hayatımızdaki yerini yeniden düşünmek zorundayız.
Okullarda akran zorbalığı…
Gencecik çocukların bu zorbalık nedeniyle ölmesi ya da ağır yaralar alması…
Peki bunları nasıl çözeceğiz?
“Çocuk deyip salıverin” kolaycılığıyla bu ölümler artmamalı.
Devlet, her türlü sorunu çözmek için gerçekten bütün yolları deniyor, gereğini yapıyor.
Ama unutmayalım:
“Ahlaki çöküş, kanunlarla dizayn edilemez.”
Aile, değerler ve gelecek nesiller…
Aileye değer veren bir toplumuz. Devlet de aile yapısını güçlendiren önemli çalışmalar yürütüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise aile odaklı bütün kalıcı ve kapsamlı projeleri destekliyor.
Ancak toplumdaki “ahlaki erozyonun arttığı bir dönemde”, özümüzü nasıl ve hangi enstrümanlarla koruyacağız?
Eğitim sistemi ve aile anlayışımız, çağın yeni düşünme biçimine uyarlanmalı ki genç nesil anlamakta zorlanmasın. Çünkü artık onların kendi dili, kendi düşünce dünyası, kendi ritmi var.
Bazı şeyler bizim çocukluğumuzdaki gibi değil.
Bu değişimin elbette avantajları da var.
Örnek alınacak gençlerimiz de var.
İşte onları toplumda “değerli yerlere” yerleştirmek gerekiyor.
Topluma fayda sağlayan insanlara değer vermede geri durmamalıyız.
Doğru örnekler çoğaldıkça, bunlara değer verildiğini gören gençler için bu bir “cazibe merkezine” dönüşecektir.
Her şeyi çabuk ve kolay elde etme eğilimi davranışlara da yansıyor.
Genç nesle artık öğreteceklerimizin sözle değil, ancak “eylemle kalıcı” hâle geleceğini unutmamalıyız.
“İnsana değer” bu yüzden hayati önemdedir.
Söz ve kitap bir yere kadar etkili olur; gençleri asıl etkileyen, gördükleri ve uygulamada karşılaştıklarıdır.
İnsanlar, hissettikleri ve gözlemledikleri davranışları benimser.
Ahlaktan söz edip hayatını “ahlaksızlık üzerine kurmuş” bir kişinin söylediklerinin anlamı olmaz. Sadece konuştuğu ulvi kavramları değersizleştirir.
Bu nedenle “Söylem–eylem ittifakı” ve “insan merkezli yaklaşım”
her alanda zorunludur.
Bizi bir arada tutan değerleri korumak, insani ilişkileri doğru zemine oturtmak; kendi değerler sistemimizi “reçete olarak devreye sokmak” ve bunu söylemden çok eylemle yapmakla mümkündür.

