Sıradan bir AVM günü. Başım hafif ağrıyor, yorgunum ve canım hiçbir şey yapmak istemiyor. Boş boş etrafta dolaşırken “Bir kahve içeyim bari” diyorum içimden. Bir kahveciye girip bir latte sipariş ediyorum.
Makine tıslayarak çalışıyor, süt köpürüyor. Barista sütü kahvenin üzerine döküp bir desen çiziyor. Ve nihayet üzerinde ismim yazan kahvem hazır.
Elime karton bardağı alıp yürüyorum. Bir anda omuzlarım dikleşiyor, bakışlarım keskinleşiyor. Biraz önceki o ne yapacağını bilmeyen adamdan eser yok. Sanki elimde bir kahve bardağı değil de Oscar heykelciği taşıyorum!..
On dakika sonra çöpe atılacak, üç beş kuruşluk bir ambalaj parçası var elimde. Ama ben kendimi Silikon Vadisi'nde başarıdan başarıya koşan bir start-up kurucusu gibi hissediyorum. Öz güvenim tavan yapıyor, kariyer haritamda yeni sapaklar oluşuyor.
Ve kahvenin tadından bağımsız saçma sapan bir haz yaşıyorum...
***
Bundan on beş yıl önce “Kahve içmek için en kötü tercih nedir?” diye sorsalar, muhtemelen birçok kişi “karton bardak” derdi. Sağlıksız, zevksiz ve ucuz bir tercih çünkü. Kahve markaları da bunun farkındaydı ama müşteri potansiyelini artırmak için bütün halka porselen fincan dağıtacak hâlleri yoktu.
İşte o yüzden tarihte eşi benzeri görülmemiş bir pazarlama operasyonu başlattılar. Popüler kültürün bütün araçları kullanılarak insanlara tek bir mesaj pompalandı:
“Başarılı insan, elinde karton bardakla koşan insandır.”
Yıllarca başımızı nereye çevirsek elinde karton bardakla sırıtan şık giyimli insanlar gördük. Dizilerin en baba karakteri toplantıya son anda elinde kahve bardağıyla yetişti. Instagram’da “hustle culture” hesapları sabahın beşinde spor yapıp, elinde karton bardakla ofise koşan “girişimci” fotoğrafları paylaştı.
Linkedin’de “Bugün beş toplantıya katıldım, iki uçuş yaptım” paylaşımlarında, yoğunluğun ispatı olarak yine karton bardaklı bir görsel kullanıldı. Ve sıradan bir kahve kabı bütün dünyaya “başarı üniforması” olarak satıldı.
“Adınız nedir?” sorusu ise pazarlama tarihinin en sinsi darbelerinden biriydi. Kargacık burgacık yazılmış birkaç harfle birdenbire o bardak bize özel oldu. Aynı makineden çıkan 467. latteyi içtik ama sanki bize özel bir kahve yapmışlar da üzerine imzamızı atmışlar gibi hissettik.
Yani bize sattıkları kahve değil; kendi yazdıkları hikâye. Biz de kahve içtiğimizi sanıp aslında o hikâyeyi yiyoruz!
Hiç içinizden “Yer mi Anadolu çocuğu?” falan demeyin. Çünkü bırakın yemeyi, dibini sıyırıyoruz...
***
Karton bardağa yüklenen bu prestij, aslında modern hayatın daha büyük bir yanılsamasının minyatürü. Bazen biz de ünvanımızla veya kendimize yazdığımız hikâyelerle hayatımıza değer katmaya çalışıyoruz. Ama olmuyor. Eninde sonunda birileri bunun bir oyun olduğunu fark ediyor.
Etrafınızda gerçekten hak etmediği hâlde kıymet gören birileri, beş para etmediği hâlde değerli gibi sunulan işler varsa, karton bardağı hatırlayın ve rahatlayın.
Ünvanların ambalaj, karakterin kahve çekirdeği olduğunu da sakın unutmayın!

