Depremde hepimiz suçluyuz!

Sesli Dinle
A -
A +
Prof. Dr. İbrahim Aydın
Balıkesir Üniversitesi Öğretim Üyesiiaydin@balikesir.edu.tr
 
Ülkemiz 6 Şubat’ta, kuruluşundan bugüne kadarki en kara günü yaşadı. Türkiye, o gece saat 04.17’de 7,7 ve saat 13.24’te de 7,6 büyüklüğünde depremlerle sarsıldı. Arkasından, binlerce, alışılmışın çok ötesinde, yüksek şiddetteki artçılarla sarsılmaya devam etti. On ilimiz ve birçok ilçemizde, 13,5 milyondan fazla insanımızın yaşadığı, birçok ülkenin yüz ölçümünden daha geniş bir alanda etkili olan depremlerde, bölge âdeta yerle yeksan oldu. Avrupa’da birçok ülkenin yüzölçümünden büyük bir alanın tamamen yok olduğu, orta büyüklükte bir ilçenin nüfusu kadar insanımızı kurban verdiğimiz, birçok şehir merkezinin nüfusundan fazla insanımızın yaralandığı gerçeği göğsümüzü daraltıyor. Sakat, öksüz, dul, evsiz, işsiz, psikolojik travma geçiren milyonlarca insanımızın varlığı yanında, ekonomik olarak uğradığımız zararın boyutu işin vahametini katlamaktadır.

EN BÜYÜK DEPREMLERDEN BİRİ

Herkesin beklediği, ancak, büyüklüğünü önceden tahmin edemediği ve art arda yaşanan bu iki ayrı deprem, dünyada şimdiye kadar kaydedilen en büyük depremlerden olduğu kabul edilmektedir. Uzmanlar, karada meydana gelen depremler içerisinde, büyüklük olarak ilk 5-10 arasında olduğunu kabul etmektedirler.
 
Doğu Anadolu Fayında 7,7 büyüklüğündeki sarsıntıda açığa çıkan enerji, 6,8 büyüklüğündeki bir sarsıntıdakinin tam 30 katı! Depremin, herkesin uykuda olduğu, gecenin geç saatlerinde meydana gelmesi ve 9 saat gibi kısa bir müddet sonra ikinci bir depremin onu takip etmesi, can kayıplarını arttırmıştır. Kış şartlarının ağır olması, deprem sahasının İstanbul ve Ankara’ya uzak kalması, yolların ve hava limanlarının deprem esnasında hasar görmesi bölgeye intikali geciktirmiştir. Depremin 7,7 gibi yüksek şiddette olmasının yanında, uzun sürmesi, sarsıntıların daha güçlü hissedilmesine yol açmıştır. Kısa süreli sarsıntılara dayanabilen binalar, uzun müddetli sarsıntılara dayanamamış, bunun sonucunda 33 binden fazla bina yıkılmıştır. TÜİK verilerine göre yıkılan binaların %51’inin, 2001 yılı sonrası inşa edilmiş olduğunu da belirtmek gerekmektedir.Kırılan fayın yaklaşık 300 kilometre uzunluğunda olduğu tahmin edilen depremde Türkiye, birkaç saniyede 3 metre batıya kaymıştır. Afrika ve Arabistan kalkanının yılda sadece 2 mm Anadolu’nun altına daldığı bilgisini hatırlarsak, birkaç saniyede 3 metrelik kaymanın boyutu hakkında bize fikir verebilir.

HER TELEVİZYON KANALINDA BİR DEPREM BİLİMCİ!

Her depremden sonra bütün TV kanalları, yer bilimcileri misafir alır. Bütün Türkiye nefesini tutar, pürdikkat onları takip eder. Bu zamanlarda onların ağızlarından çıkan her bir kelime çok değerlidir. Ancak, ilerleyen zamanlarda, her şey normale döner ve bilim insanlarını, ekranlarda göremez oluruz. Ta ki, yeni bir deprem olana kadar… Üstelik oğlunu testi ile suya gönderirken kulağını çeken “Testi kırıldıktan sonra, kulağını çekmenin ne faydası var?” diyen meşhur halk düşünürümüz Nasrettin Hoca gibi bir figürümüz olmasına rağmen. Binlerce bina hasar görüp yıkıldıktan, birçok can kaybı verildikten sonra bilim adamlarını ekranlara çıkarmanın neye faydası var?
 
Oysa şehirlerin kuruluşu ve imar sahalarının gelişim yerlerinin seçilmesi, bina kalitesi, binaların mimarileri projelerinin çizilmesi, insanların afetlere karşı eğitilmesi ve hazırlanması sırasında bilim insanlarının fikirlerinin dikkate alınması daha doğru değil mi?

AFETLER İNSAN AYIRMAZ!

Bir afet meydana geldiği zaman; genç, yaşlı, çocuk, kadın, erkek ayrımı yapmaz. Siyasi görüşe, dine, dile, mezhebe de bakmaz! Zengin yoksul fark etmez, hepsine aynı bedeli ödetir. Kaldı ki, acının ve gözyaşının rengi yoktur. Öyleyse, her türlü radikalliği, rant hesaplarını bir kenara bırakıp at gözlüklerini çıkararak bilimi temel almalıyız. Afetlerle yaşamayı öğrenmeli, onları önleyemeyeceğimize göre, zararlarını azaltmaya dönük çalışmalar yapmalıyız. Kaldı ki, afetlerin toplumlara verdiği zararlar toplumların kalkınmışlık seviyeleri ile ters orantılıdır. Bir yerde 7,6 şiddetinde deprem olur, kimse zarar görmez; başka bir yerde 6,6 şiddetindeki depremde binlerce kişi ölür.Deprem sonrasında millet olarak dayanışma, yardımlaşma, paylaşma gibi hasletlerde başarılı bir imtihan veriyoruz. Ancak, aynı sınavı afet öncesi hazırlıklarda, kararlılıkta vermiyor, çok çabuk unutuyor ve gevşiyoruz.

KAÇAK BİNA YAPMAYI SEVİYORUZ

Ortada bir başarı olursa, hemen herkes onu sahiplenir. Ancak, ortada başarısızlık ve hezimet olursa, herkes suçu karşı tarafa yüklemeye çalışır. On binlerce cana mal olan bu depremde kim suçlu?Öncelikle iğneyi kendimize batıralım; her şeyden evvel, vatandaş olarak bizler suçluyuz. Çünkü, kaçak bina yapmayı seviyoruz. İki kat müsaadeli yerlere, 3-4 kat bina yapıyoruz. Evimizin geniş olması için haddinden fazla taşma yapmak istiyor, bu gibi işler için araya insanlar koyuyor hatta rüşvetler veriyoruz! İmar affı için siyasilere baskı yaptığımız için suçluyuz. Eski ve depreme dayanıklı olmayan yapıların yıkılmasını amaçlayan kentsel dönüşümlerde, rant hesabı yaparak metruk binalar için akıl almaz paralar talep ettiğimiz için suçluyuz. Afaki kamulaştırma maliyetleri nedeniyle gerçekleşemeyen kentsel dönüşümlerden dolayı suçluyuz.Evet, bu konuda idarecilerin de hataları var. Fay hatlarının geçtiği sahalara, akarsular tarafından tarım yapılması için hediye edilen 1. sınıf tarım alanı, 1. derece deprem bölgesi alüvyal ovalara imar izni verdiği için suçlular.
 
Derslerimde, yer sofralarına benzettiğim, gevşek malzemeli, düz ve düze yakın, yeraltı suyunun yüksek olduğu bu alanlara ev yapmak, okyanuslardaki dalgalara ev yapmakla eş değerdedir. 
 
Stabil olamayan bu alanlar, yer altı suyunun da etkisiyle okyanuslardaki dalgalar gibi hareketlenir ve üzerindeki yapıları yıkar. Kaldı ki, tarım alanlarımız aynı kalsa bile, günümüzde Cumhuriyetin ilk yıllarındakinden 5-6 katı fazla nüfusumuzu beslemek zorunda. Üstelik günümüz insanları, o dönemin insanlarına göre, hem çeşit hem de miktar olarak çok daha fazla besin tüketmektedir. Tarım ürünlerini işleyen sanayinin geldiği aşama da dikkate alınırsa, tarım alanlarının önemi daha da artar.

TARIM ARAZİLERİNE BİNA YAPILIYOR

Sadece tarım yapılması gereken verimli ovaların imara açılması, deprem gibi afetlerde toplu insan katliamı anlamına gelmektedir. Peki, buna rağmen ovalara neden bina yapılmakta ve imar izni verilmektedir? Ovalarda yol, su, kanalizasyon, doğalgaz vs. gibi altyapı hizmetleri, binaların temellerinin açılması gibi işlemler kolay ve daha az maliyetlidir. Aksine, zeminin sağlam olduğu kıraç, kayalık engebeli alanlarda altyapı hizmetleri ve bina inşaatı hem zordur, hem de fazla maliyetlidir. Ovalar üzerinde hiç antik kentin bulunmaması, ovalardaki yapılaşmanın sağlıklı olmadığının delilidir.
 
Hâlbuki geçmişte, İstanbul yedi tepe üzerine, Bursa Uludağ, Manisa Spil Dağı, İzmir Kadifekale eteklerine kurulmuştur. Fakat daha sonraki şehir gelişimleri ovalara doğru olmuştur.

TOKİ BİNALARI NİÇİN YIKILMADI?

Deprem bölgesinde TOKİ tarafından inşa edilen 133 bin 759 binanın hiçbiri yıkılmamıştır. Bunun en önemli sebebi, TOKİ binalarının inşa edildiği alanların zemininin kıraç ve sağlam olmasıdır. TOKİ konutlarının inşası için gerekli büyüklükteki sahaları, şehir merkezlerinde bulmak pek mümkün değildir. Bulunsa da kamulaştırması oldukça maliyetlidir. Tarım alanlarının da maliyetli olması, şehre uzak, tarım arazisi olmayan, geniş ve zemini sağlam olan alanların seçilmesine sebep olmuştur. Bu seçim, bir mecburiyet olsa da, bilimsel anlamda da doğru olmuştur. TOKİ konutlarının imar planlarının sade ve kullanılan malzemenin kaliteli ve yeterli olması güvenli olmasını sağlamıştır. Bu konutlarda taşmaların olmaması, balkonların bile gömme balkon olması binaların emniyetini artırmıştır.
 
Dönemin teknolojisine rağmen, 4-5 yüzyıldır yıkılmayan Mimar Sinan eserleri yanında, günümüzdeki teknolojiye rağmen yıkılan binaların olması, bizleri şaşırtmaktadır. İnsanların, belki bir ömür ailesiyle yaşayacakları konutların inşası aşamasında kendilerini denetlemesi için denetleme şirketlerine para ödemeleri garabet bir durumdur.
 
Deprem bölgelerindeki bazı binaların sapasağlam ayakta kalması, züccaciye dükkânında tek bir porselenin dahi devrilip düşmemesi, yapının sağlamlığı ile ilgilidir…

DEPREMLERDEN DAHA AZ ETKİLENMEK İÇİN NELER YAPMALIYIZ?

Öncelikle, Türkiye’nin deprem konusunda en tehlikeli bölgelerden bir yerde olduğunu kabul etmeliyiz. Ülkemizin, kıta çekirdeklerince sıkıştırmakta olduğunu; Kuzey Anadolu, Doğu Anadolu, Batı Anadolu fayları gibi, dünyanın en aktif fay hatlarına sahip olduğunu asla unutmamalıyız. Ülkemizin %90’nından fazla bir alanının deprem tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu aklımıza mıh gibi çakmalıyız. Depremleri durduramayacağımıza göre, depremlerden daha az zarar görmenin çarelerine bakmalıyız.
 
Bu sebeple; birinci sınıf tarım toprakları ve birinci derece deprem sahalarını, asla imara açmamalıyız. Bunları, yerel idarecilerin insafına bırakmamalı, denetlemeleri sıkı ve samimi bir şekilde yapmalıyız.
 
Yapı stokumuzu hızlı bir şekilde yenilemeli, depreme dayanıksız sahalardaki riskli binaları “amasız, fakatsız” yıkmalıyız. Kentsel dönüşümü rant kapısı gören kişilerin binalarının sağlam olmadığını ifşa etmeliyiz. Kentsel dönüşümü, bilimsel kurallara uygun bir şekilde (Parsel dönüşüm değil) zaman geçirmeden gerçekleştirmeliyiz.
 
Binaların imar planları ile ilgili kanunlar revize edilmeli, taşma, çatı katı gibi uygulamalara son vermeliyiz. Zeminin yapısına göre verilen bina kat sayılarına mutlaka uymalıyız. İmar affını artık literatürden çıkarmayız.
 
Binaların inşası, yapı malzemelerinin kalitesi ve yeterli miktarda kullanılıp kullanılmadığı mutlak surette denetlenmeli. Bu son depremde de gördüğümüz gibi depremler değil, binalar ölüme sebep oluyor. Yıkılan harabelerin arasında, camları bile kırılmayan binalar, yerle bir olan birçok il ve ilçelere kısa mesafelerdeki tek binanın dahi yıkılmadığı Hatay’ın Erzin ilçesi gibi canlı örnekleri karşımızda duruyor.
 
Bunun yanında tabiatla uyumlu yaşamayı öğrenmeliyiz. Çünkü hayatta, onun kuralları geçerli. Aksi takdirde derslerimde sürekli kullandığım; “Doğaya siz bir tokat atarsanız, o size Muhammed Ali gibi saydırır” sloganımdaki hezimeti yaşamaya devam ederiz. Yüz defa tekrar edilen aynı yanlıştan bir doğru çıkmaz. Hızlı bir şekilde Türkiye nüfusunun %60’ını ve ekonomisinin %75’ini etkileyecek büyük İstanbul depremi için bütün çevreler bir araya gelerek hazırlanmalıyız. Aksi takdirde, Türkiye olarak belimizi düzeltmemiz hiç de kolay olmaz. Bizler tedbirlerimizi alalım, Allah da bu dualı milleti korusun...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.