Felakete karşı kenetlenen milletin dünyaya verdiği mesaj!

Sesli Dinle
A -
A +
Doç. Dr. Mustafa Şeker
Yıldız Teknik Üniversitesi
Eğitim Fakültesi
sekeroglu2003@gmail.com
 
Müslüman Türk milleti, tarih boyunca büyük acılar yaşadı. Devletlerini kaybetti, toplu ölümler gördü, esir düştü ama yine de vakur duruşundan taviz vermedi. Belalar sağanak sağanak gelse de kenetlenmesini bildi ve düşman sevindirmedi. Bunun yanında hatalarıyla da yüzleşti, hesap sordu ama çaresizlik içinde oturup diz döğmedi. Hep ayağa kalkmanın kararlığıyla hareket etti, metanetini bozmadı. Liderleriyle moral buldu, devletinin gücüne sığınarak ayakta durmayı bildi. Dostuna güvendi ama düşmanın varlığını da hiç hatırından çıkarmadı. Topraklarını kaybetti ama vatanını hiç kimseye bırakmadı. Gözyaşı döktü, kan kustu ama değerlerine korumak için savaş vermeyi de bir an olsun terk etmedi. İşte Müslüman Türk milleti buydu.
 
Türkler tarih boyunca hanlıklarla birlikte 200’den fazla devlet kurdu. Kurduğu devletler yerine göre yıkıldı, büyük acılar yaşadı ama birlik ve beraberliğini korumasını bildi. Hiçbir zaman çaresizliğe düşse de başkasına sığınmadı. Sadece ve sadece Rabbine sığındı, O’nu andı ve O’na teslim oldu.

MÜCADELENİN MAKSADI

Değer verdiği şahsiyetleri kendine referans kabul etti, onların verdiği mücadelenin altında yatan ana maksadı anlamaya çalıştı. Onların samimiyetine güvenerek onlar gibi olmaya istedi. Yerine göre Sultan Yavuz oldu, yerine göre Abdülhamid Han... Onların başarıları kadar acılarını da sahiplendi, yaşadıklarını yaşamasa da onları vicdanının en müstesna yerine yerleştirdi. Onları büyük yapan düsturu anlamaya çalıştı ve anlarken de nesillerine anlattı. Hep mücadele ile geçti ömürleri… Hep acı ve elemle imtihan edildi ama vazgeçmedi. Vazgeçmenin hakiki ölüm olduğunu hiç unutmadı, unutturmadı. Yerine göre kuru ekmek yedi ama zor kazandığı değerlerini bir emanet olarak kendilerinden sonrakilere bırakma kararlığını hep diri tuttu. Vazgeçmedi vazgeçirmedi…

TİMUR’UN ALDIĞI DERS

Mesela Timur Han… Emîr Timur, yaptığı savaşlardan birinde her şeyini kaybetti hatta en güvendiği komutanlarını… Kendisi de çaresizlik içinde esir düşmemek için bir dağa sığındı. Her şeyini kaybetmiş biri olarak uzun müddet ne yapacağını düşündü. Aklından geçen tek şey artık mağlup olduğu ve bir kenara çekilip sonunu beklemesi gerektiği idi. Fakat birden gözüne bir şey ilişti: Bir karınca! Ağzına aldığı buğday tanesini yuvasına taşımaya çalışan bir karınca! Buğday tanesini yuvasından içeri sokmak içim bombeli yere doğru zor zahmet çıkarıyor ama gücü yetmediği için de bunu bir türlü başaramıyor, buğday tanesi aşağıya düşüyor. Bir, on, yirmi, otuz, kırk derken en sonunda buğday tanesini yuvasından içeriye sokmaya muvaffak oluyor. İşte orada Timur’un kafası “dank!” ediyor ve kendi kendine şunu düşünüyor: Küçücük bir karınca ve ben… Bu karınca ki küçücük bir varlık olarak vazgeçmeden ve karalılıkla çalışarak, mücadele ederek muvaffak oluyor. Ya eşrefi mahlûk bir insan olarak ben vaz mı geçeceğim, yoksa Rabbimin verdiği kuvvetle yeniden mi ayağa kalkacağım?
 
Sonra ayağa kalkıyor ve tarihin en mukavemetli ordularından birini kurarak mücadelesini fasılasız sürdürüyor. Sahipsize sahip çıkıyor, darda kalana imdat ediyor, mazlumu muhafaza ederek büyük bir medeniyet kuruyor. Dünyanın en kıymetli ilim adamlarını yetiştiriyor. İlim yuvalarından ordu teşkilatına kadar her şeyi ama her şeyi yeniden kuruyor. Hatta ilme o kadar ehemmiyet veriyor ki bir gün halıları çırpılan medresenin duvar dibine sokularak çırpılan tozları ciğerlerine çekecek kadar...
 
Soranlara da “Allahü teala beni bu ilim talebelerinin ayaklarından çıkan toz hürmetine affeder belki” diyecek kadar da yüce gönlüyle ilme her daim hizmet ediyor…

SULTAN FATİH’İN MÜCADELESİ

Ya Fatih Sultan Mehmet Han… Çağ açıp çağ kapatan büyük Hakan… İstanbul’u fethederken tam 53 gün gözyaşı döktü, bir nefer gibi ter akıttı, mücadele etti. Fakat verdiği mücadelenin zaferle neticeleneceğine gönülden inandı. Zaferin sadece maddi güç işi olmadığını manevi kuvvetle kazanılacağını hiç hatırından çıkarmadı. Zira şunu çok iyi biliyordu ki bu yola sadece kendi iradesiyle çıkmamıştı. Bu zafere yol açan, onu bu yola sevk etmişti. Kararlılığını hiç bozmadı… Yalnız değildi. Zira bu yolda olanlar hiçbir zamanda hiçbir dönemde ve hiçbir şartta yalnız bırakılmamışlardı.
 
Zaten daha küçük bir çocukken gece yarısı Bizans surlarının harçlarından parça kopararak duvarların mukavemetini araştırır, ileride ne yapacağına kafa yorardı. Herkes uykuda iken nasıl bir maksada hizmet edeceğini iliklerine kadar hisseder geceyi gündüz, gündüzü er meydanı kabul ederdi. Ama İstanbul’un Fethi muhasarası sırasında yolunda gitmeyen bir şeyler olduğu hissiyatına kapıldı ama ne olduğunu bulmaya çalışıyordu… Zira koca Çandarlı “Vazgeçin sultanım sizden önce bu surlara çok gelenler oldu. Olmuyor işte! Nice erlerin surlarda kırılmasına sebep oluyorsunuz” diyerek Sultan’ı vazgeçirmeye çalışıyordu. Acaba, koca Çandarlı haklı olabilir miydi? Öyle ki; İnsan beşer, durmaz şaşar. Eyler hata, üçer beşer. Düz ovada yürür iken ayağın sürçer, düşer… Büyük hakan Fatih Sultan Mehmet Han hep bunları düşündü durdu. “Ya yanlış yoldaysam? Ya, hak yoldan şaşmış, fidan gibi erlerin vebaline giriyorsam?” diye düşünürken, imdadına biri yetişir: Gönüllerin sultanı, erenlerin şahı, âlimlerin üstadı, Fatih Sultan Mehmet Han’ın baş tacı Akşemseddin hazretleri…  Zira nefis vesveseye, şeytan hile yollarına başvurmaya başlamıştı çoktan… Akşemseddin hazretleri, sultandaki tereddüdü anladı ve tarihe geçecek şu eşsiz sözü söyledi: Sultanım!
 
Kostantiniyye mutlaka fethedilecektir çünkü bu Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) müjdesidir. Sen şartlara teslim olmazsan şartlar gelir sana teslim olur. Çok çalışır, çok dua eder ve hayırlı olanı çok istersen isteğin mutlaka yerine gelir biiznillah! Allahü tealanın rahmeti tecelli eder, rahmet tecelli ettiğinde nice olmazlar olur. Fakat sakın bu iş olduktan sonra muvaffakiyeti kendinden bilmeyesin, gurura, kibre ve ucuba kapılmayasın!
 
Unutma ki; dağlar ne kadar yüksek olursa olsun yollar dağların üzerinden geçer. Zira sen yel ol ki, iklim iklim surların üzerinden geçesin.
 
Şu muhteşem terennümler karşısında kim ne konuşabilir, kim ne cevap verebilir ki?
 
İşte büyük zaferler büyük hedeflerin neticesidir. Büyük hedeflerin de sıkıntısı büyük olur. Dumanlar hep yüce dağların zirvelerinde olur. En sert rüzgârlar oralarda eser. Zirveye çıkmaya heveslenenler de bunu bilerek hedefe odaklanır.
 
Fatih Sultan Mehmet Han da Resulullah Efendimizin işaret buyurdukları hedeften hiçbir zaman taviz vermeden kararlılıkla atını ileriye sürmüştür.

BÜYÜK BİR İMTİHAN

Bütün bunları niçin anlattık?
 
Müslüman Türk milleti tarih boyunca olduğu gibi bugün de en derin imtihanlardan birini vermektedir. Büyük savaşlar ve kıyımlar görmüş, en unutulmaz felaketlere düçar olmuş, defalarca düşmüş ama yıkılmamış bu aziz millet, her ırktan farklı kardeşi ile dökülen kanının her damlasının hakkını ifa etmekten zerre tereddüt etmemiştir. Bugün de bu felaketlerden en büyüklerinden birini yaşamaktayız.
 
Yaklaşık 800 bin kilometrekarenin hemen hemen 1/7’sinde gerçekleşip 13,5 milyon civarı kardeşimizin etkilendiği büyük deprem felaketinde gönlümüz yaralandı, bağrımız dağlandı… Yaşadığımız bu deprem hepsinden farklıydı. Uzmanların da dediği gibi dünyanın en güçlü devletlerinin bile altından kolay kolay kalkamayacağı bu deprem, tarihte eşine çok az rastlanır bir felakettir. Haritaların bile değiştiği, düz ovalarda vadiler oluşturacak kadar yarıklar meydana getiren depremin verdiği zayiat da çok büyük olmuştur. Maddi zayiat bir yana manevi manada aile efradından yetmişe yakın kişiyi kaybeden aileler bile vardır. Ocaklar sönmüş, anne, baba ve çocukları olmak üzere her şeyini kaybeden ailelerin bağrına kor ateşler düşmüştür.
 
Birkaç dakika önce gülüp eğlenirken, hiçbir şey şeyden habersiz yastığa kafasını koyup mutlu ve mesut biçimde uykuya dalarken, birden yerin derinliklerinden gelen bir sarsıntı sanki insana kıyamet günü yaşanacakların ipuçlarını haykırmıştır. Nice yuvalar yıkılmış, nice aileler anne, baba ve yavrularıyla bu âlemden göçüp gitmiştir.
 
Milletimiz, “Ya Rabbi, gökyüzünden rahmetini ihsan eyle!” diye dua ederek rahmet bulutlarıyla sağanak sağanak ferahlarken diğer taraftan yerin derinliklerinden gelen felaketlerle yanmıştır… Yağan kar taneleri şehirleri beyazlara bürüyüp çirkinliklerin üzerini örterken yerin altından volkanlar gibi fışkıran felaket, hepimizin bağrını yakmış, yerin altının da üstünün de bir sahibinin olduğunu hepimize haykırmıştır…
 
Yıllarca, gözün göremeyeceği kadar küçücük bir varlıkla savaşımız devam ederken yine gözün göremediği, aklın yetersiz kaldığı hatta ilmin bile idrak edemediği şekilde yerin derinliklerinden gelen bir felaketle irkildik. Küçücük bir mikropla evlere hapsolduk, bir sarsıntı ile de evlerimize giremez olduk. Bu ibret alınacak bir şey değil de nedir?
 
Bu felakette herkes bir değerini kaybetti. Kimi ailesini, en sevdiklerini, yavrusunu, eşini, anne-babasını kimi de insanlığını…
 
Ailesini kaybetmesine rağmen vakur duruşunu hiç kaybetmeden dimdik ayakta duran ve her şeyin sahibine sığınıp acısını içine atan asil milletimiz, başına gelenlere isyan etmeden, vakur duruşuyla insan olarak dünyaya gelmenin ölmenin de habercisi olduğunu en derin biçimde ruhunda ve vicdanında hissederek iman etmiştir.
 
Başına gelen bu büyük felakete rağmen millî birlik ve beraberlik imtihanını en muhteşem derecede gösteren asil milletimiz, yerine göre ayağındaki ayakkabıyı çıkarıp cebindeki son parayı kardeşlerine göndermiş hatta babasından kalan tek miras olan evini bağışlamıştır. Bir çocuk harçlığıyla aldığı bisküviyi paketleyip içine de “Benimle arkadaşlık etmek istersen arayabilirsin” notu bırakmış, yaşlı teyzeler ve dedeler kefen paralarını bile depremzede kardeşine gönderirken zerre düşünmemiştir. Sütünü sattığı tek hayvanının parasını depremzede kardeşine gönderen, evindeki tek yorganını sırtlayıp görevlilere teslim eden, eşinin kolundaki bileziği, kulağındaki küpeyi hatta nişan yüzüğünü kardeşlerine hediye eden bir milleti hangi savaş yıkabilir?
 
Yol kenarlarına kurduğu masalarda çorba dağıtan, yoldan geçenlere âdeta yalvarırcasına yemek yedirme yarışına giren, en ücra köylere bile battaniye dağıtmak için koşan tarihin en asil milletinin bileğini kimler bükebilir?

DÜŞMANLARIN PROJELERİ ÇÖKTÜ!

Ey Müslüman Türk milletinin yerli ve yabancı düşmanları! Bu millet üzerine geliştirdiğiniz bütün projeler çökmüştür.
 
Yeryüzünden silmeye çalıştığınız, “Allah diyecek bir insan bile kalmayacağını düşündüğünüz” bir millet uyanmış, ecdadının bıraktığı mirası sahiplenerek sınırlarını çizdiğiniz alanlara sizi hapsederek bütün planlarınızı akamete uğratmıştır.
 
“Değerlerinden koparırsak onları kolay böleriz” dediğiniz bu asil millet, tarihinden ve değerlerinden aldığı kuvvetle şahlanışını gerçekleştirecek, buna topunuz da gelse mâni olamayacaksınız…
 
Bu millet, yerine göre birbiriyle cebelleşse de en zor anında birbirine sahip çıkmayı da bilmiştir. Fakat en büyük temennimiz bu birlik ve beraberlik ruhunun bundan sonra da devam etmesi, vatanımız ve değerlerimiz üzerinde geliştirilmeye çalışılan projelere fırsat verilmemesi yolunda uyanık olunmasıdır.
 
Depremde vefat eden bütün şehitlerimizin mekânları cennet, dereceleri âli olsun inşallah...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.