“TÜRKLER DÜNYANIN EN MİSAFİRPERVER MİLLETİDİR” Türk-İslam kültüründe misafirlik

A -
A +
Numan Aydoğan Ünal
 
 
A. Wambery hatıralarında diyor ki: “Dünyada Türkler kadar misafirperver, misafir özleyen bir millet daha yoktur. Özellikle Türklüğün öz vatanı olan Türkistan’da bu misafirperverlik kalem ve dille anlatılamaz.”

 

Osmanlı coğrafyasında yola, seyahate çıkan kimseye “seferî-misafir”, Türkistan’da “konak-mihman”, eski Türklerde de “konuk” denirdi. Seferîliğin İslam hukukunda hususi hükümleri olduğu gibi; örf ve âdetlerimizde de önemli bir yeri vardır.
Peygamberimiz Muhammed (aleyhisselam) hadis-i şeriflerinde “Üç dua vardır ki muhakkak kabul olur: Babanın-annenin evladına duası, misafirin duası, mazlumun duası.”  “Misafir istemeyende hayır yoktur.”, “Evin zekâtı, onun içerisinde bir misafir odası bulundurmaktır” buyurdular.
Feridüddin Attar hazretleri “Cevahirname” isimli eserinde diyor ki: “Kardeş, misafiri hoş tut. Misafir Allah vergilerinden bir nimettir. Misafir rızkını beraberinde getirir. Sonra ev sahibinin günahını götürür.”
Şakîk-i Belhî hazretleri de, “Bana misafirden daha sevimli bir şey yoktur. Çünkü onun rızkını Allah verir; ecri, sevabı ise bana kalır” demiştir. Seyyid Abdülhakim Arvasî hazretleri sohbetlerinde nadiren “ben” derdi;  “Misafir bulunan sofraya dokuz rızkın indiğini ben görüyorum” buyururlardı. Misafir on rızkı ile gelir, birini yer dokuzunu eve bırakır, meşhur atasözümüzdür.
Gazetemizin kurucusu, merhum Enver Ören Ağabey, çok misafirperverdi, evinden hiç misafir eksik olmazdı. Mümkün mertebe her davete icabet ederdi.  “Şimdi evlere eskisi gibi pek misafir gelmediğinden, sıhhat, afiyet ve bereketi kalmadı” derlerdi.
İbni Fadlan, eski Oğuz Türklerinin Müslüman tüccarlara gösterdikleri misafirperverlik ve dürüstlük hakkında çok önemli bilgiler vererek; bir Müslüman, bir Türk’e konuk olacağını söyleyince O da hemen kendisine “Türk çadırı” kurar ve koyun keser.
İbni Battuta, Anadolu Türkleri ve Ahilerin misafir severliği ve cömertliği hakkında çok güzel tasvirler yapar ve Türkiye’yi bir “şefkat diyarı” olarak tanıdığını yazar.
Kaşgarlı Mahmud; “Konuk gelen eve kut (uğur) gelir. Konuk gelmeyen kara evler yıkılsa gerek” demektedir. Ayrıca, K. Mahmud Türkçe “Akı” kelimesi de cömert manasında kullanıyordu. Bu sebeple de Fransız Türkolog Jean Deny, “Ahi”lerin misafirperverliği gibi ismini de bu Türk ananesine bağlamaktadır
Yusuf Has Hacip de; “Beyler cömert olursa adları dünyaya yayılır; dünyada bu şöhret sayesinde korunurlar” der.
 
TÜRKLER DÜNYANIN EN MİSAFİRPERVERLERİ
 
Meşhur Macar Seyyah Arminius Wambery, Reşid Efendi sahte ismi ile Osmanlı pasaportu alır. İran’da hacdan ülkelerine dönmekte olan bir hacı kafilesine katılarak Türkistan halkının yaşayışlarını yakinen inceler. A. Wambery hatıralarında diyor ki: “Dünyada Türkler kadar misafirperver, misafir özleyen bir millet daha yoktur. Özellikle Türklüğün öz vatanı olan Türkistan’da bu misafirperverlik kalem ve dille anlatılamaz. Türkler, yeryüzünün neresinde olurlarsa olsunlar veya hangi hâl ve şartlar altında bulunurlarsa bulunsunlar, dünyanın en misafirperver milletidirler.”
Kırgızların bulunduğu obaları ziyaret ettiğinde de Kırgız kadınları için şöyle diyor: “Çadırların yanına yaklaşınca kadınlar çevreme toplanıp ellerindeki keçi tulumlarıyla bana su vermek için âdeta birbirleriyle yarışıyor; bu hakkı, hiçbiri diğerine bırakmaya razı olmuyordu. Bunun için de birbirleriyle kavga ediyorlardı. Bunlara göre bu sıcak mevsimde yolcunun susuzluğunu gidermeye hizmet etmek misafirperverliğin ilk şartıdır ve bir Kırgız’dan su istemek, onun için en büyük minnettarlıktır.”
Wambery, Türkistan seyahati esnasında Türk kabilelerinin, misafirleri evlerine götürmek için mücadele ettiklerini, herkesin misafiri kendi tarafına çekmek isterken, misafirin kolunun çıktığını ve hatta neredeyse aralarında kan dökülebileceğini ifade ediyor. Nihayet son çare olarak kura çekilmek suretiyle, misafirlerin obalara dağıtıldığını, böylece kavganın bittiğini kaydetmektedir. Wambery, ayrıca bu Türk kabilelerinde hiç masraf yapmadan bir yıl misafir kalınabileceğini ifade ederek, Avrupalıların misafirperver olmadıklarını, Fransızların “Misafir ve balık üç günden sonra zehirdir” atasözüyle dile getiriyor.
 
MİSAFİRE İKRAM VE HİZMET
 
Misafire izzet, ikram ve hizmet etmenin, Türk kültüründe önemli bir yeri var. Türkistan’ın büyük İslam âlimlerinden Ahmet Yesevî hazretleri “Divan-ı Hikmet” kitabında misafire hizmet hakkında şunlar kayıt edilmektedir: “Misafir sevinç ve güler yüz ile karşılanmalı. Herkes kendi hâlince misafir kabul etmeli. Misafir ne kadar fazla kalırsa ganimet bilmeli. Misafirliği uzatmalı. Misafir ne isterse yapmaya çalışmalı.”
Süleyman bin Ceza hazretleri Ey Oğul İlmihalinde diyor ki: “Tanıdığın bir Müslüman sana gelince, elinden geldiği kadar iyi ve tatlı karşıla, yemek ikram eyle. Kapıya çık, kendisini karşıla. Selam verince, selamını al ve kendisine güzelce iltifatta bulunup: ‘Efendim safa geldiniz, hoş geldiniz’ diyerek odanın baş tarafına oturmasını teklif eyle. Sen aşağı tarafta otur. Dinden, ibadetten, haramların zararlarından, evliyaların hayatlarından anlat. Hemen yemeğini ver, belki acıkmıştır. Yanında fazla da oturma. Belki yorgundur. Yatmadan önce, kıbleyi, helayı, seccadeyi ona göster. Abdest suyunu, abdest havlusunu ve diğer ihtiyaçlarını temin eyle. Sabah olunca namaza kaldır, cemaatle namazı kılınız.”
İslamiyet’te, birkaç yerde hariç acele etmek caiz değildir. Ancak misafir gelince yemeğini acele vermek gerekir.
Sofrada yenilen yemekte şüpheli yiyecek varsa, misafirin hürmetine hepsi helal olur. Onun için İslam büyükleri misafirsiz sofraya oturmazlardı. Misafirle sofrada zaman durur, ömür uzun olur.
 
MİSAFİR VE YOLCULAR İÇİN SOSYAL TESİSLER
 
Türkistan’da ribatlar: Türkistan’da, yolcu ve misafirler için mükemmel sosyal tesisler kurulmuştur. Bu tesislere “Ribat” denilmektedir. İstahrî diyor ki: “Türkistan’da hiçbir şehir, kasaba, su kaynağı, sebil, önemli geçitler, hatta hiçbir köy yoktur ki, orada yolcu ve misafirlerin istirahatlerini temin etmek için bir ribat olmasın. Aşağı Türkistan’da, bu şekilde hizmet gören ribatların sayısı on bin kadardır. Yolcular bu ribatlarda dilediği kadar kalırlar. Buralarda onların yiyecek ve barınmaları temin edildiği gibi hayvanlarının bakımı da yapılmaktadır.”
Selçuklu ve Osmanlı’da kervansaraylar:  Selçuklu ve Osmanlı devirlerinde de kervansaraylarda yolculara zengin-fakir, hür-köle, Müslüman-kâfir farkı gözetilmeden aynı muamele yapılıyor; tüccar, yolcu ve devlet adamlarının kendilerine ve hayvanlarına bedava bakılıyor; hasta olanların tedavisi ve başka ihtiyaçları da görülüyordu. Kervansaraylar bugün de bütün ihtişamlarıyla insanları hayran bırakan büyük medeniyet ve sanat abideleridir.
Kanuni Sultan Süleyman devrinde Avusturya imparatorunun elçisi olarak Türkiye’ye gelen O. G. Busbecq’in, hükümdarına yazdığı bir mektupta belirttiği müşahedeler, İstahrî’nin Türkistan’da ifade ettiklerine tam bir benzerlik göstermektedir. Busbecq hatıralarında, bu hanlar ve kervansaraylar hakkında takdirlerini şöyle ifade etmektedir: “Kervansaraylar; bunlar cidden büyük binalar. Hancılar; Hıristiyan, Yahudi, zengin, fakir herkesi misafir eder, hiç kimseyi reddetmezler. Kapıları aynı şekilde herkese açıktır. Paşalar, sancak beyleri, seyahatlerinde bu hanlara inerler, sanki kral saraylarında imiş gibi ben de bu hanlarda birçok resmî kabuller yaptım.
Büyük bir itina ile hana inen herkese istinasız yemek verirler. Yemek zamanı gelir gelmez, bir hizmetçi kocaman bir tahta tabla ile ortada görünür. Tablanın ortasında bir sahan, sahanın içinde etli bulgur pilavı bulunur. Ekmekler sahanın etrafına dizilmiştir. Bazen de bir parça bal gömeci vardır. Yemekleri hakikaten lezzetli idi. Çok hoşuma gitti. İşte hanlarda yolcular, bu surette bedava besleniyorlar. Fakat çok ciddi bir sebep olmayınca yolcular üç günden sonra gitmelidirler. Zira devamlı yolcular gelmektedirler.” (Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı)
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.