Üniversiteye bakışın değişmesi lazım

A -
A +
Prof. Dr. Burak Gönültaş
 
Artık üniversite mezunlarının kifayetsizliği ve ne evde ne işte olan gençlerin çoğalması gibi pek çok olumsuzluğu kamuoyunda sıklıkla tartışıyoruz. Üniversite öğrencilerinin belli temel becerileri kazanamadığından yakınılıyor. Yani iyi bir mühendis yetiştirebiliyoruz ve diploma veriyoruz ancak bunların psikososyal manada kendilerine kifayet edebilecek altyapıları yok.
 
Sorumluluğu tek başına üniversitelere yüklemeden, probleme bütüncül bakmak gereklidir.
 
Türkiye son dönemde başta sanayi ve teknoloji olmak üzere getirisi yüksek sahalarda önemli atılımlar yapıyor. Bu gelişmelerin arka planında ise üniversiteler ve bunların ekosistemi olan diğer paydaşlar yer alıyor. Üniversite talebeleri bu altyapıların oluşumunda iyi bir potansiyele sahipler, diğer yandan da en ciddi insan kaynağı oluyorlar. Elbette bu gelişmeler, üniversitelilerin geleceğe hazırlanmaları için fırsatlar sunmaktadır. Gerçekten bir üniversite talebesi için hem hayal ettiği okul ve bölümde okumak hem de çeşitli statüleri kazanabileceği bir mesleğe sahip olmak önemli bir motivasyon sebebidir.
 
 

"BİZİM YEĞEN YÜKSEK TAHSİLLİ!"

 
 
Ancak bugünün talebe-şehir-üniversite münasebeti, belirli handikapları da beraberinde getiriyor. Önceleri ülkemizin sosyoekonomik şartları yüzünden yüksek öğrenim imkânları kısıtlıydı. Üniversitelere gelip gitme, okuma masraflarını karşılama ve kalacak yer bulma gibi faktörler insanların karar vermelerini zorlaştırıyordu. Hele ki zaman zaman üniversitelerin anarşinin ve siyasi çatışmaların merkezi olması, uzun dönemler insanları üniversitelerden uzaklaştırdı. Akademi korkulan ve gençlere zarar verilen yerler olarak bile görüldü. Buna rağmen üniversiteli olmak toplumda “yüksek tahsilli” adıyla önemli bir statü de sağlıyordu.
 
 

MODERNLEŞME VE ÜNİVERSİTELİ OLMAYA BAKIŞIN DÖNÜŞÜMÜ

 
 
Türkiye, özellikle 2000’li yıllarla birlikte hızlı bir modernleşme sürecine girdi. Sosyoekonomik gelişmelerle birlikte orta sınıf yükseldi. Diğer yandan genç nüfus artıyordu ve iktisadi imkanlarla birlikte mobilizasyon daha kolay hâle gelmişti. Ekonomik imkânların artması toplumda yeni statüler de oluşturmaya başladı. İnsanlardaki başarı ve itibar algıları da bu dönüşümden etkilendi. Yaygın medya ve sosyal çevrenin tesiri oldukça baskındı. Tamamen maddi imkânlara sahip, resmî ya da gayri resmî belli konumlara gelmiş kişiler ve hikâyeleri, magazin programlarında ve dizilerde ulvileştiriliyordu. Bunlar, ailelerin ve gençlerin önüne rol model olarak sunuluyordu. Bu konumlara gelmek için iki alternatifiniz vardı: Ya zengin bir babanız olacak ya da okuyup bir yerlere gelip bu imkânlara kavuşacaksınız. İşte burada toplumun çoğunluğu için üniversiteler, ikinci alternatifin en önemli araçları hâline geldi. Üniversiteler gençler için iyi bir sosyal statü kapısıydı ve aileler de “Bizler çok çektik, onlar çekmesin” diyerek kendi zanaatları devam etmese de tarladan ürün kalkmasa da çocuklarını okumaya teşvik etti. Özellikle Çukurova’nın bazı kesimlerindeki yüksek okuma seviyesi bu durumla açıklanabilir.
 
 

HER NE OLURSA OLSUN ÇOCUĞUMU ÜNİVERSİTEYE GÖNDEREYİM!

 
 
Tabii, toplumun belli kesimlerinin aktif yerlere gelmesini önlemek adına zanaat ve sanat öğrenmenin de önünü kapatan ve meslek liselerinin cazibesini önleyen politika hataları yapıldı. Toplumdaki bu dönüşüm, yani statü arayışı, bir yerlere gelebilme arzusu üniversiteleri gençler için asli bir hedef hâline getirdi. Üniversiteyi kazanmak ciddi bir çalışma ve özveri gerektiriyordu ki bununla irtibatlı birçok sektör de ortaya çıkmaya başladı. Bunlardan biri dershanelerdi. Ancak dershaneye gitmek maddi imkânları gerektiriyordu. Bu durum insanların bütçelerini zorlamalarına ve duygusal manada kırılgan olmalarına sebep oldu.
 
 

ŞEHİRLERİN DÖNÜŞÜMÜ

 
 
Bir diğer dönüşüm ise üniversitelerin bulunduğu şehirlerde oldu. Ankara, Eskişehir ve Konya gibi kentlerdeki üniversiteler akademik gelişime ve üretime katkılarından ziyade bulundukları şehirleri “nasıl geliştirdiler, ekonomiyi nasıl canlandırdılar” şeklinde tanınır oldular. Üniversitenin açıldığı bir şehirde, bir anda şehirleşme o tarafa kayıyor, sosyoekonomik seviyesi daha yüksek insanlara hitap eden yeni yerleşimler kuruluyordu. Üniversiteler bu manada yeni rant alanları hâline gelebiliyordu. Kampüslerin etrafı üniversiteliler üzerinden geçinen pek çok sektörün de oluşmasına sebep oldu. Eğlence, konaklama, yeme-içme gibi çoğunlukla tüketim odaklı devasa ticari alanlar meydana geldi. Hatta öyle ki, Anadolu’nun şehirlerinden ve ilçelerinden insanlar Meclis’e geliyor, milletvekilleriyle görüşüyor ve bulundukları yerlere yüksekokulların yapılmasını istiyorlardı. Çünkü üniversitenin oralara gelmesi, şehirde bir canlılık oluşturacak ve ticari bir döngüyü tetikleyecekti! Merhum Yavuz Bülent Bakiler Bey’den dinlemiştim: Geçmiş dönemde üniversite açmak farklı yelpazelerden siyasilerin en önemli vaatleri arasına girmişti. Kısacası bugüne geldikçe şehirler açısından üniversite talebesine bakış, “yüksek tahsilli”den daha çok “üzerinden para kazanılan bir unsur” hâline geldi diyebiliriz…
 
 

KATI PRAGMATİST BİR ANLAYIŞIN GELİŞİMİ

 
 
Özetle tüm bu gelişmelerin; talebe, ebeveyn, üniversite ve şehir açısından, her biri kendi mecrasında, her ne olursa olsun hedefime ulaşayım anlayışının gelişmesine ve yerleşmesine sebep olduğunu söyleyebiliriz. En acısı da bu dört unsurun hepsi de birbirini suçluyor… Bugüne geldiğimizde üniversite mezunlarının kifayetsizliği, işsizlik, yurt dışında iş arama, ne evde ne işte gençlerin çoğalması vs. gibi maalesef pek çok olumsuzluğu kamuoyunda sıklıkla tartışıyoruz. Üniversite öğrencilerinin belli temel becerileri kazanamadığından yakınılıyor. Yani iyi bir mühendis yetiştirebiliyoruz ve diploma veriyoruz ancak bunların psikososyal manada kendilerine kifayet edebilecek altyapıları yok. Gençlerimiz bilgilerini psikososyal süzgeçlerden geçiremiyorlar. Bu sebeple de bir iş yapmanın vermiş olduğu manevi hazzı tadamıyorlar ve bunu ideal olarak görmüyorlar. Gençlerin bu hâle gelmesi bugünkü bir konu değil, yukarıdaki tarihî gelişim ve sosyal dönüşüm çerçevesinden bir tahlil yapmak gerekiyor.
 
 

İĞNE VE ÇUVALDIZ: ÖNCE TALEBELERE VE EBEVEYNLERE

 
 
Sorumluluğu tek başına üniversitelere yüklemeden, probleme bütün paydaşlar açısından bakmak gereklidir. Yani maalesef üniversitelerin elinde sihirli bir değnek yok. Üniversiteye giden bir gencin olumlu-pozitif dönüşümünü sadece akademiden beklemek yanlış olabilir.
 
Öncelikle öğrenci açısından baktığımızda; bu problemin görüldüğü kişiler üniversiteleri çoğunlukla özgürleşme alanları olarak görüyorlar. Bu gayet tabii. Ancak bu gençlerin önünde rehber, mentor kişilerin olmaması özgürlük anlayışlarının giyimlerinden hayat tarzlarına kadar kuralsız, değersiz, kimi zaman yıkıcı bir hâl almasına sebep oluyor. Bu fertler şehirlerin sosyal dokusuna aykırı, sınırlarını zorlayan davranışların öncüsü olabiliyorlar. Birilerinin uyarması ya da ima etmesi hemen ters karşılanıyor ve sosyal medyada linç edilmesine sebep oluyor. Ortalama bir üniversiteli, okul, yeme-içme ve dinlenme haricinde kalan boş zamanın büyük bir çoğunluğu kafe ve sair ortamlarda tüketiyor. Ebeveynlerin “çocuğum okusun, belli bir yere gelsin, diğerleri sonra da olur” anlayışı da bu durumu körüklüyor.
 
 

SONRA ÜNİVERSİTEDEKİ AKADEMİSYENLERİMİZE

 
 
Akademisyenlerimiz açısından baktığımızda sadece dersini anlatan onun dışında talebenin psikososyal iyilik hâline katkıda bulunmayan, ders dışında odasında oturan ve hiçbir şeye karışmayan bir kesimle karşı karşıyayız. Danışmanlık hizmetleri çoğu zaman kifayetsiz kalıyor. Dersler, sadece müfredattaki konuyu vermekle yeterli görülüyor. Gençlerin problemlerini konuşmak, rehberlik etmek gibi ulvi hizmetler ikinci üçüncü plana itiliyor. Bir şeyler yapmaya çalışan, kendine dert edinen akademisyenler ise “akademik” görülmüyorlar. 
 
 

VE ŞEHRİN YÖNETİCİLERİNE, ESNAFLARINA VE SAKİNLERİNE…

 
 
Bir diğer kesim ise şehrin yönetici, esnaf ve yaşayanları. Yöneticilerin ve hayırseverlerin öğrencilerin maddi imkânlarını artırma çabası tabii ki takdire şayan. Ancak talebeye burs verme, yardım etme şehrin cemiyetlerinde sitayişle anlatılıyor, övünme sebebi oluyor. Bu ulvi iş, ruhunu kaybediyor. Diğer yandan pek çok idareci sadece öğrenci evlerindeki yer sofrasında iftar yapmakla onlarla ilgilenilmiş olduğunu sanıyor. Resmî ya da özel iş yerleri ise talebelerin uygulama yapmaları için iş yerlerini açmakta isteksiz davranıyor. Hatta bazı işletmeler staj için talebeden yüklü miktarda para bile talep edebiliyor. Şehirden birkaç kişi kendince sosyal medyada (sosyal deneyle alakası olmayan) absürt faaliyetler yapıyor. Mesela birinde üniversiteli olduğunu ve aç olduğunu söyleyen biri, şehirden birinin yanına ya da bir esnafa yaklaşıyor, açım diyor, o kişi de hemen acıyor ve yemek yediriyor simit vs. alıyor. Ama trajik tarafı şu ki öğrenci olması önemli değil, kim olsa bizim insanımız yardım eder.
 
 

ÜNİVERSİTEDE OKUYANLARA BAKIŞ ŞEKLİMİZ

 
 
Görüldüğü üzere üniversite talebelerine bakış ve anlayış şekli özetle şu şekilde:
  • Yetişmelerine ve gelişimlerine gerektiği şekilde müdahale edersek zarar verebiliriz, karışmayalım!
  • Özgürlüklerini faydalı şekilde kullanmalarını sağlarsak lince uğrayabiliriz, bulaşmayalım!
  • Okuması için sadece maddi imkânları sağlarsak yeterlidir, burs ver gitsin!
  • Okusun da başka hiçbir sorumluluk almasın, nasıl olsa her şey YouTube’ta var!
Bu bakış şekilleri talebeler için üniversiteleri sadece diploma alma yerleri olarak görmelerine sebep olabiliyor. Ayrıca üniversiteleri bu bakış şeklinin meydana getirdiği olumsuzlukların düğümlendiği alanlar hâline getirebiliyor ve toplumca âdeta “günah keçisi” ilan edilebiliyor. Diğer yandan bu bakış açısı gençlerin katı pragmatist, demagojik, bulunduğu şehre ve beldeye sosyal manada bir katkı sunmayan, şehrin problemlerinin çözümünde rol almayan, sorumluluk paylaşmayan yetişkin adayları hâline gelmeleri ile sonuçlanabiliyor…
 
Peki ne yapmalı? Bunun için sorumluluğu tüm paydaşlarla paylaşacak şekilde talebeye yönelik yeni bir bakış açısı yani paradigma değişimi şart. Bu da başka bir yazı konusu...
 
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.