ABD Başkanı Trump’ın Ukrayna savaşı konusunda, Avrupa’yı kenara itmesi yaşlı kıtada tam bir krize yol açtı… Avrupa ülkeleri şimdi kıyısından köşesinden müzakere masasına ilişmenin yollarını arıyor!..
El eşeğine binen tez iner… Atasözü şahıslarla sınırlı değil. Devletler için de burada önemli bir dersler var! Özellikle millî güvenlik meselelerinde, kendi imkân ve kabiliyetleri ile sağlam bir şekilde ayakta durabilmek, şüphesiz hayati derecede önemli. Avrupa Devletleri, İkinci Büyük Harp sonrasında Amerika’nın şemsiyesi altında kurulan güvenlik mimarisinin konforunu, soğuk savaş dönemi boyunca fazlasıyla yaşadı. Tabii bu konforun bir gün sona ereceği muhakkak belliydi. Buna rağmen, Avrupa ‘gittiği yere kadar gitsin’ mantığıyla davrandı. Ne zaman ki Trump iktidara geldi, işin rengi değişmeye başladı. Evet, Trump 2016-2020 arasındaki birinci iktidar döneminde Avrupa’ya (özellikle de Almanya ve Fransa’ya) açık açık uyarılarda bulundu. Ve Avrupa’nın güvenliği için ABD’nin daha fazla yük taşımayacağını hatırlattı. Trump o tartışmayı başlattığı sırada, NATO giderlerinin büyük kısmının kendi ülkesi tarafından yüklendiğini, AB ülkelerinin güvenlik konusunda, taahhüt ettikleri üzere, millî gelirlerinin en az yüzde ikisi oranında harcama yapmasını şart koştu. Âdeta korkulu bir rüyadan uyanan Avrupa ülkeleri mırın kırın etmekle birlikte, bir taraftan da istenen harcamaları yapmak üzere yavaş da olsa hareketlendi. Hatta Almanya bu konuda bir hayli dikkat çekici tarzda, yüz milyar avroluk harcama yapmak üzere adımlar atma işaretini verdi. Bu arada Fransa Devlet Başkanı, NATO’nun geleceğine dair çok karamsar görüşler dile getirdi. O kadar ki “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti…” gibi hayli sivri laflar etti. NATO’nun beyin ölümü gerçekleştiğine göre bunun bir alternatifini bulmak gerekiyordu. Özetle, Avrupa’nın savunması için kolektif bir askerî platform inşa etmek gerekiyordu… Peki, ne oldu sonra? Hiç! Macron’un lafları havada kaldı. Aynı Macron şimdi NATO statükosunun devamı için çabalıyor.
Trump’ın, ilk iktidar döneminde şart koştuğu o yüzde ikilik savunma harcaması oranı, şimdilerde yüzde beşe yükseldi! Üstelik Trump’ın aba altından sopa göstermesi devam ediyor. Avrupa’dan asker çekeceğini seslendiriyor. Trump’ın bu gözdağı mahiyetindeki salvolarına, Başkan Yardımcısı David Wance da katıldı. Özetle Amerika’nın Avrupa için daha fazla yapacağı bir şey olmadığını o da açık ve seçik biçimde söyledi. Yani söylenen laflar sadece Trump’ın gelişigüzel çıkışları değil. Altı dolu bir yeni dış politika yaklaşımı olduğu anlaşılıyor… Avrupa bugün, bir taraftan Rusya cenahından her geçen gün kendisi için büyüyen tehdidi görüyor. Bu arada, Ukrayna savaşından dolayı altına girdiği yüksek enerji maliyetlerini denkleştirmeye çalışıyor. Diğer yandan geleceğe dönük savunma ve güvenlik riskleriyle nasıl başa çıkacağının hesabını yapmaya çalışıyor. Fakat açmazları oldukça fazla. ABD’nin ise tuzu her hâlükârda kuru! Ukrayna savaşını durdurma niyeti göstermeyen Biden Yönetimi, enerji politikalarıyla kendi kasasını doldururken Avrupa’yı ağır faturanın yükü altına soktu. Bu ne kadar böyle devam edebilir? Trump bu defa Avrupa’yı bir kenara iterek Rusya ile masaya oturma iradesini ortaya koydu. Avrupa, tabir yerinde ise tam bir krize girdi. Fransa Devlet Başkanı Macron, apar topar Avrupa ülkeleri liderlerini dün Paris’te gayriresmî bir toplantıya çağırdı. Neyi halledebilir ki? Bu acelenin temelinde, Suudi Arabistan’da başlayacak olan ABD ve Rusya’nın Ukrayna’ya dair görüşmeleri öncesinde, bir strateji ortaya koyabilmek yatıyor… Avrupa ne yapıp edip sürecin dışında kalmamaya çalışıyor. Sadece Avrupa ülkeleri değil zahir, Ukrayna’nın kendisi dahi başından beri kapıda bekletiliyor!.. Ukrayna savaşa girerken kendisi mi karar verdi? Zinhar! Peki, İstanbul’da gerçekleşen barış görüşmelerinde olumlu sonuca doğru ilerlerken, kim süreci sekteye uğrattı. Bizatihi İngiltere!.. Şimdi Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noel Barrot, savaşın sonlandırılmasına Ukrayna’nın kendisi karar verecek diyor? Peki, bu gerçekçi mi? Asla!.. Savaşı başlatan da sonlandıracak olan da Ukrayna’nın kendisi değil. Bu kesin. Fransa, İngiltere’nin barış sürecini sabote ettiğini bildiği hâlde, sanki İstanbul’daki toplantıda Kiev karar vermiş gibi, bir yalancı tablo çizmeye kalkıyor. Bu düpedüz kendini kandırmaktır. 1945’te Yalta Konferansında ABD, SSCB ve İngiltere global nüfuz taksimatı yaparken, Fransa Başkanı Charles de Gaulle bu masanın dışında bırakılmıştı. De Gaulle, daha sonra, ABD’ye tepki olarak NATO’nun askerî kanadından çekilmişti...
Netice olarak gelinen noktada, Avrupa ülkeleri yeni Amerikan Yönetiminin Avrupa’ya ters bakışının telaşını yaşıyor. Başta Berlin ve Paris olmak üzere, Avrupa merkezleri, öncelikle Ukrayna’nın barış masasında taraf olarak müzakereye katılmasını ve daha sonra ateşkes sürecinde, bu ülkeye barış gücü gönderilmesini temin etmeye çalışıyor… Şu hâle bakar mısınız? Ukrayna savaş öncesi ortaya konulan talepleri kabullenmek durumunda bırakılıyor… Yani NATO’ya girmeyecek. Rusya tarafından işgal edilen topraklarını da geri alamayacak!.. Eh, 2030 yılına kadar belki Avrupa Birliği üyesi olabilecek. Savaşın başında bu şartları kabul etseydi de ülkesi bu kadar tahrip edilmese, yüz binlerce asker ve sivilini kaybetmese iyi olmaz mıydı? Lakin, adı üstünde bir palyaçoyu devlet başkanı olarak seçerseniz sonunda, karşılaşacağınız netice böyle olur!.. Ukrayna’yı yöneten akıl, şayet Rusya’nın nasıl bir devlet olduğunu hatırından hiç çıkarmaz ve ABD’ye de güvenilemeyeceğini idrak etmiş olsaydı, bu kadar kaybı verir miydi? Şöyle bitirelim; hem Avrupa hem Ukrayna için yukarıdaki atasözü her şeyi anlatıyor. El eşeğine binen tez iner!..
İsmail Kapan'ın önceki yazıları...
AB-D'nin parçalanması sömürülen milletler için bir fırsat olabilir.
Güzel bir yorum olmuş çok B eğer