DEM Parti eş başkanları Tuncer Bakırhan ve Tülay Hatimoğulları, PKK’nın bütün unsurlarıyla Türkiye’den çekildiği yolundaki açıklamasını böyle yorumluyor… İhtiyatlı iyimserlik devam ediyor.
Terörsüz Türkiye sürecinin ilerleyişinde, umumi olarak bir iyimserlik söz konusu. Velakin ihtiyatlı bir iyimserlik… Bunun sebebi, 1990’lı ve 2000’li yıllarda yaşanan; en az altı kere silah bırakma, eylemsizlik ve yurt dışına çıkma kararlarının akamete uğramış olması. En son ve en ciddi sonuçlar doğuranı da, 2013’te başlatılan ve 2015’te hendek-çukur felaketiyle biten “çözüm süreci” oldu. O sebepledir ki, bu defa herkes daha dikkatli olmaya özen gösteriyor. Devlet ricali, siyaset erbabı ve kanaat önderleri sürekli bu yönde çağrı ve ikazlarda bulunuyor. (Aman bu defa da bir yanlışlık yapılmasın!) Türkiye’nin asla böyle bir şeye tahammülü yok!.. Dolayısıyla herkesin üstüne düşen sorumluluğu yerine getirmesi şart. Bakınız DEM Parti grubunda atılan sloganlarla, Diyarbakır’da yapılan yürüyüş benzeri tehlikeli provokasyonların nasıl infial uyandırdığını hep beraber gördük… Tabiatıyla bu sırada PKK’nın, “bütün unsurlarıyla Türkiye dışına çıktığını” duyurması, ister istemez yine ihtiyatlı bir tavırla karşılandı. Bu bir taktik hamle mi yoksa gerçekten sürecin önünü açacak kalıcı bir adım mı? Örgüt cenahından yapılan açıklamaya bakılırsa, muhtemel sabotaj girişimlerini boşa çıkarmak için, bu çekilme sadece Türkiye sınırlarıyla mahdut değil. Kuzey Irak coğrafyasını, bilhassa Türk Silahlı Kuvvetlerinin burada bulunan üs bölgelerinin de daha uzağına çekilme söz konusu. Buna göre herhangi bir karşılaşma hâlinde, PKK unsurları, meydana gelebilecek kontrol dışı olayların da önüne geçme niyetini izhar etmiş bulunuyor… Eğer bu hakikaten nihai yaklaşımı ise, sürecin geleceği konusunda daha iyimser olabiliriz. Bu bakımdan DEM Parti eş genel başkanları, Tuncer Bakırhan ve Tülay Hatimoğulları'nın bu niyeti teyit eden açıklamalarını da yine ihtiyatlı bir iyimserlikle karşılamak mümkün. Dileyelim ki, DEM Parti yöneticilerinin belirttiği gibi, sürecin ilk aşaması tamamlanmış olsun…
En son silahlı militanın da, Türkiye topraklarını terk etmesinin tespiti ve tescili hâlinde, komşu ülkelerdeki yapılara sıra gelecektir. Burada evvela Irak ve bilahare Suriye’deki örgüt varlığının sona erdirilmesi en az kendi topraklarımız kadar önemli. Irak hükûmetiyle daha önce varılan mutabakat çerçevesinde terörle mücadele konusunda, sağlanmış olan iş birliğinin pekiştirilerek devam ettirilmesi… Bu konuda Irak hükûmetinin tutumu hâlihazırda hayli olumlu. Zira terörsüz ortam sağlanmasının devamında, iki ülkenin ekonomik ilişkilerinin hızla gelişme seyrine girmesi çok kolay olacak. Basra Körfezi'ndeki El Faw limanının Türkiye üzerinden demir yolu ve kara yolu ile Avrupa’ya bağlanması… Enerji ve iletişim hatları başta olmak üzere lojistik hizmetlerin daha ucuza tedarik edilmesi… Irak bu konuda çok istekli. Ne var ki, şimdiye kadar hem ülke içindeki siyasi zorluklar hem de Amerikan işgal statüsünün hâlâ resmen devam ediyor olması, diğer taraftan da terör belasının eksik olmaması, bu ülkeyi egemenlik haklarını gerektiği kullanma imkânından mahrum bırakıyor. İşte bu olumsuzlukları geride bırakmak için Irak hükûmeti son yıllarda Türkiye ile daha sıkı ilişkilere zemin hazırlamaya çalışıyor. Fakat işi hiç kolay değil. Amerika ve İran’ın, Irak üzerindeki nüfuzu zıt kutuplarda çok etkili. Terörle mücadelenin bir diğer ayağı da Suriye’nin Kuzey Doğusu. Burada hâlâ direnmeye çalışan PKK uzantısı PYD/YPG, öteden beri dış güçler tarafından sürdürülen himaye altında varlığını muhafaza etmeye çalışıyor. Ancak Bölgede siyasi ve askerî dengelerin kökünden değiştiğini de kabul etmeye yanaşmıyor. SDG ismi altında, PKK’nın Suriye’deki yapısı olarak, kendisine verilmiş olan sözlerin tutulacağı hayaliyle, direnmeye devam ediyor. Lakin bu konuda Türkiye’nin tutumu gayet açık. Ve PYD/YPG’ye Suriye hükûmeti tarafından verilen zaman da sona yaklaşıyor. Ferhat Abdi Şahin, kendisine verilen (sözde general) sıfatıyla ikinci bir Öcalan olma hayali kuruyor. Ama bu hayal kâbusa dönüşebilir…
Netice itibarıyla, Türkiye “İç cepheyi tahkim etme” adımlarını atmaya başlayalı bir yıl oldu… 26 Ağustos 2024’te Cumhurbaşkanı Erdoğan; Malazgirt’te yaptığı konuşmada, ilk defa iç cephe tahkiminden bahsetti. Akabinde 15 ve 22 Ekim’de MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin sürecin kapısını açan hamleleri geldi… O günden bugüne genel olarak süreç ilerlemeye devam etti. Bu arada, kırılma noktası sadedinde değerlendirilebilecek bazı gelişmeler de yaşandı. PKK/KCK’nın Abdullah Öcalan’ın çağrısına uyarak, mayıs ayında ‘kongreyi toplayıp’ kendisini feshetmesi, devamında 12 Temmuz’da, Irak’ın Süleymaniye şehrinde bir grup PKK militanının silahlarını yakması, bu gelişmeler arasında. Ancak sahada görülen hareketlilik, bu kadarıyla yeterli görülmüyor haklı olarak! Zira bölgesel ve küresel şer güçlerin desteğiyle tam elli yıl boyunca, yıkıcı terör faaliyetinde bulunan bölücü örgütün, binlerce tır dolusu silah stokunun tamamen imha edilmesi ve militanlarının da bütünüyle tasfiye edilmesi, bunun nihai olarak devlet raporuyla kayıt altına alınması sağlanmadan, meselenin nihai çözümü mümkün değil. O hâlde gerçekçi olmak lazım. Türkiye Cumhuriyeti, şüphesiz son elli yıl boyunca terör konusunda yaşadığı acı tecrübeleri gerektiği gibi değerlendirerek bu belayı tarihe gömecektir. Terör örgütü ve yandaşları her ne kadar işi yokuşa sürüp zamana yaymaya çalışsa da, Türkiye sonuç alıcı adımları peş peşe atacaktır. Bu noktada PKK ve destekçileri de, artık denizin bittiğini idrak etmeli...
İsmail Kapan'ın önceki yazıları...