Başbakan Erdoğan dün Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nde (AKPM), Avrupa siyaset çevrelerine ve genel olarak kamuoyuna, adeta ikinci bir "one minute" çekti... Başbakanın bu üslubu ve temel siyaset felsefesi olan "DİK DURMA..." tavrı, kimseyi şaşırtmıyor desek yanlış olmaz. Bu çerçevede kimi zaman, Başbakanın üslubunun diplomatik kalıpları zorladığı da bir gerçek. İçeride ve dışarıda bu üslubu zaman zaman tepki çekse de, Başbakan eleştirilere pek fazla aldırmadan doğru bildiği ve inandığı şekilde konuşmaya, tezlerini seslendirmeye devam ediyor. Bu sebepledir ki, AKPM'de dün alışılmışın dışında bir oturum ve müzakere cereyan etti. Sayın Erdoğan, son derece kapsamlı konuşmasında, öncelikle parlamenterlere ama esasen Avrupa Kamuoyuna Türkiye'nin siyasi, ekonomik ve toplumsal alanlardaki gelişimini, hedeflerini, kısacası medeniyet yarışındaki performansını, özellikle insani meselelerdeki politikalarını anlattı. Erdoğan konuşmasında net ve anlaşılır bir biçimde, Türkiye'nin AB ile tam üyelik sürecinde engel çıkaran çevreleri ve özellikle Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy'yi doğrudan hedef aldı. Bu süreçte yaşanan çelişkileri, ortaya konulan taassubu, çifte standardı vs. çarpıcı bir biçimde dile getirdi. Ama esas hararetli kısım, soru cevap bölümü idi. Besbelli Başbakan ve ekibi, Strasbourg'a çok hazırlıklı gitmişti. Başbakanın muhatap olacağı sorular zaten biliniyordu. Zira bu sorular hemen her vesile ile bu ortamda dile getiriliyordu. Öteden beri bu soruların önemli bir kısmının kasıtlı ve kışkırtıcı biçimde dile getirildiği de bilindiği için, Başbakan'ın cevapları da benzer şekilde reaktif ve karşı taarruz biçiminde oldu. Vaka Türkiye'nin alttan alması gereken bir durum da yoktu zaten... Başbakan biraz da bu konfor içinde, her fırsatta Türkiye'ye tepeden bakmaya çalışan, kasıtlı biçimde ülkemizi hedef alan, gerçeklerin ötesinde ideolojik saiklerle dışlamaya çalışan çevrelere karşı; şüphesiz yapılan haksız ithamlara aynı tonda karşılık olmak üzere, yer yer diplomatik üslubun da ötesine geçen 'nobran' bir tarzla cevap verdi. Avrupalı Parlamenterlerin diplomatik ambalaja sarılı rahatsız edici sorularına, Başbakan'ın böyle sözünü sakınmayan biçimde cevap vermesi şüphesiz büyük yankı yapacaktır. Bu yankının Avrupa medyasında daha çok olumsuz şekilde olacağı da beklenmelidir. Ama tabya ilminin meşhur kaidesini unutmayalım, "En iyi savunma taarruzdur!.." Erdoğan da bunu yapmıştır. Başbakan'ın bu keskin çıkışı, şüphesiz Avrupa cenahında önyargılar; ideolojik saplantılar, siyasi hesaplar ve de çifte standartların eseri olarak; AB üyeliği, Kıbrıs meselesi, Ermeni meselesi, Azınlıklar konusu, Kürt sorunu vb. kimi kördüğüm olmuş netameli problemlerle ilgili yığılmış büyük bir birikimin deşarjıdır. Zira Avrupa cenahı, bu meselelerde genellikle bir sağırlar diyaloğu içinde olmuştur... Dolayısıyla bu keskin üslup yerine, Erdoğan ne kadar nazik ve diplomatik cümleler kursa bile, bir faydasının olmayacağını da bilelim. Yani kibarlık işe yaramıyor maalesef!.. Diğer taraftan şunu da kayda geçirmek lazım: Tayip Erdoğan ilk seçim mitingini, her fırsatta Türkiye'ye çelme takmaya çalışan Sarkozy'nin ülkesinde; Strasbourg'da, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nde yaptı. Anadolu'dan da buna yankı gelecektir.