Epey bir müddettir, bazı meslek erbabı medyada baskı meselesini işliyor. Kimisine göre, bugünün Türkiye'si, sansür ve baskı bakımından Şeflik döneminden bile çok daha ötede!.. İkide bir, Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü'nün Türkiye'yi Gana, Surinam ve Cezayir'den bile geride gösteren (179 ülke içinde 148'inci) listesini yayınlıyorlar. Acaba gerçek durum nedir? İsterseniz geçmişe küçük bir gezinti yapalım. Ve bırakın Milli Şef'in kendisini, aile efradının dahi İstanbul'a gelişini, ilk sayfasında mutena bir yerden vermeyen gazetelerin, matbuat umum müdürü tarafından, telefonla ve bin türlü hakaretle kapatıldığı dönemin gazeteciliğine kısaca bakalım... Bedii Faik'in, elli altı yıllık dönemi (1945-2001), "Matbuat, Basın derkeen... Medya" başlığı altında topladığı anılarından yalnızca bir kesit aktarıyorum: "40'lı yıllardaki gazeteciliğin, en cılız bölümü 'Ankara Muhabirliği'dir. İlk bakışta garip görünür. Bir başkent haberciliğinin cılız olmasındaki tuhaflık hemen göze batar ama, böyledir! Başka türlü olmasına da imkan yoktu ki!... Tek parti Ankara'sı, şifreli çelik bir kasa gibiydi. Dışarıdan gelenler, onun kapısını ürpertili bir sessizliğin ve işinden başka hiç ama hiçbir şeye bulaşmayan bir dikkatin kodlarıyla açabilirler; içinde bulunanlar da, ancak devletin, devlet olarak da Vali Tandoğan'ın (Nevzat Tandoğan'ın trajik sonu ayrı bir hikâyedir... İ.K.) izin verdiği kadarını dışarı taşabilirlerdi! Tek Parti Ankara'sında, bavullarınızı kilitli olarak otel odalarında bırakamazdınız. Daha doğrusu, bırakmamanız akıl kârı idi. Çünkü polis onları nasıl olsa usulca açacak ve arayacaktır! Hele Ankara Palas'ta veya Belvü'de kalıyorsanız, odanıza eşyaları taşıyan çocuklardan çoğu bunu size, 'burada hiçbir şey kaybolmaz, çantalarınızı kilitsiz tutabilirsiniz' diye ima yollu hatırlatırlardı da... Çantasındaki eşyayı kendine has işaretlerle dizip yerleştiren ve otele döndüğü zaman, kendi düzeninin ne kadar ustalıkla aranmış olsa da gene değiştiğini görerek, bizlere anlatan pek çok arkadaş bilirim! Ankara'ya gelmeleri yasaklı insanlar bile vardı. Bunların içinde eski milletvekilleri, iş adamları ve tabii bazı sabıkalılar bulunur. Aslında hiçbir kanun hükmüne dayanmaz bu! Ama pekâlâ uygulanır. Böylelerinden herhangi birinin, Ankara Garından otele gelmelerinden bir iki saat sonra, patırtısız gürültüsüz, usulca otellerinden alınıp, akşama yani tren vaktine kadar uygun bir yerde tutularak, gene usulca trene konup Ankara'dan uzaklaştırılmasında, emniyet teşkilatımız öyle ustalık kazanmıştır ki, bu sevki, ancak usta otel yöneticileri veya deneyimli Ankara yolcuları fark edebilir!.. Ankara'nın endam aynası sayılan bazı caddelerinden pejmürde insan, tulumlu işçi, şalvarlı köylünün de geçirilmediğini daha önce söylemiştim. Çok arka yollardan geçirmekte olduğu ineğinin, bir otomobil egzozundaki patlama sesiyle ürkmesi üzerine kaçmaya başladığını gören biçare bir köylünün bir yandan koşarken, bir yandan da 'amanın caddeye çıkmasın, ocağımı söndürür' diye bağırmasını rahmetli Mekki Sait pek güzel anlatırdı! Böyle bir Ankara'da gazete haberciliği nasıl ve ne kadar olabilir? Kestirmek artık pek zor olmasa gerek!....." (Bedii Faik, Anılar, Doğan Kitap, 1. Cilt Shf. 219 vd.) Meraklıları teferruatını araştırabilir...