"Beyefendiyi İmralı'ya götürmek lazım..."

A -
A +

Her salı günü, partilerin grup toplantılarından, siyaset dünyasına ve tabii medyaya dönük mebzul miktarda malzemenin sirkülasyona girdiği zaman periyodudur. Dün de bu manada, hayli bol malzeme piyasaya sunulmuş oldu! Önce MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin, normalde ilgili bütün kesimleri alarma geçirecek şu sorusu gündemi çalkaladı: "... Recep Tayip Erdoğan'a soruyorum. Öcalan İmralı'da mı?..." Bahçeli ortalığın sessizliğini bu şekilde spekülatif bir şüphe ile yorumluyor. Öyle ya, daha önce avukatları üzerinden gönderdiği mesajları sık sık gündemin üst sıralarını işgal ederken, ne oldu da Öcalan birden böyle sessizleşti? Bahçeli "Yoksa orada değil mi?.." gibi ucu açık soruyu sorarken, aslında gerçeğin ne olduğunu iyi biliyor. Ama siyaseten "Kürt Meselesi diye bir şey yoktur..." noktasında durduğu için, MHP Lideri keskin ve dışlayıcı bir üslup kullanıyor. Mesela; "Çay içmek için olsa bile, CHP ile bir araya gelmeyiz" diyor. Ve bu açıklamalardan sonra artık CHP'nin kendilerine bu konuda, sözle dahi bir ısrarda bulunmamasını istiyor. Doğrusu, bu yaklaşım düşündürücü! Devletin otuz yıllık inkârcı politikasıyla bire bir örtüşen MHP'nin tavrına daha önce de burada temas etmiştik. Dün başbakan Erdoğan da şunları söyledi: "Özellikle MHP inkârcı bakış açısıyla hareket ettiği için ortaya bir politika koymuyor. Sadece hamasetle ve reddiyetçilikle meseleye yaklaşıyor. Başta Genel Başkanı olmak üzere MHP'li yöneticilerin fikir, görüş koymak yerine sadece hakaret etmeyi tercih etmesini ben milletime havale ediyorum..." dedi. Erdoğan, Bahçeli'nin "İmralı'daki yaşıyor mu?" sorusuna da şu cevabı verdi: "Peki yaşadığını görsen ne yapacaksın? O zaman beyefendiyi İmralı'ya götürmek lazım..." Erdoğan, MHP, CHP ve BDP'nin terörle mücadele sürecine destek vermeleri halinde; bunun AK Parti için değil, Türkiye için olacağını kaydettikten sonra, sürecin dışında kalanların çözümün değil, sorunun parçası olacağını hatırlattı. Başbakan'ın dünkü konuşmasında en fazla öne çıkan bölüm, şüphesiz Kürtçe'nin seçmeli ders olarak okutulabileceği hususuydu. Kendi ifadesiyle bu bir "TARİHÎ ADIM"dı... Bu çıkışın yeni ve hararetli tartışmalar doğuracağı açık. Diğer taraftan Erdoğan'ın şu beyanı da, terörle mücadele ve Kürt meselesinin çözümü konusunda iyimserliğe kapı aralayan cinsten: "Bugün CHP, MHP ve BDP olmak üzere partilerin, sürece dahil olması konusunda hiçbir ön yargımız, ön şartımız yok. Kimden gelirse gelsin, katkı almaya hazırız. Takdir edersiniz ki, sıkılı yumruklarla tokalaşma olmaz..." Erdoğan bu şekilde diyaloğa kapıyı açık tutarken, bir başka hatırlatmayı da hemen ekleyiveriyordu: "Herkesle görüşürüz, müzakere ederiz, istişare ederiz, ama hiçbir dayatmaya boyun eğmeyiz..." Başbakan'ın da dün bir kere daha tekrarladığı üzere, terör meselesi bir millî meseledir. Hükümet veya AK Parti meselesi değildir. Şu halde bütün siyasi partilerin elini taşın altına koyması kaçınılmazdır. İşte bu noktada gerekçeleri ne olursa olsun, MHP'nin diyaloğa kapılarını sıkı sıkıya kapatmak değil, kendi çözüm tekliflerini de masaya koyarak, en azından diğerlerini ikaz ve ikna etmesi daha doğru ve mantıklı olur...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.