Türkiye belli alanlardaki uzman zenginliğinin farkına, galiba 1999'daki büyük deprem sonrası vardı. O sıralarda birden bire inşaat mühendislerinden, jeologlara; jeofizikçilere, madencilere, kısacası tüm yer bilimleri hocalarına kadar herkes, depremin sebepleri ve sonuçları üzerinde uzmanlığını konuşturuyordu. Lakin hemen hiçbirinin dediğini, diğerleri kabul etmiyordu. Eğer uzmanlık çatışması veya uzman savaşı diye bir vak'a varsa, herhalde öyle bir şey yaşıyorduk. Meselenin teknik inceliklerine yabancı olan biz sade vatandaşlar; kafası fena halde karışmış vaziyette, uzmanları anlamaya çalışıyordu ama nafile!.. Deprem konusunda tartışmaların günümüzde de devam ettiğini ve hâlâ beş yıl öncesinde olduğu gibi, uzmanların bir noktada buluşamadığını, vatandaşın da kimin sözüne kulak vereceği konusunda şaşırmış vaziyette olduğunu belirtelim. Derken, Sakarya-Pamukova'daki o elim tren kazasından sonra; bu defa demiryolu uzmanlarının fikri muharebelerine şahit olduk. O kazadan sonra bu sahada da ne kadar çok uzmanımız olduğunu öğrenerek bir bakıma mutlu olduk ama, ah bir de kendi aralarında anlaşabilseler... Deprem ve demiryolu uzmanlarımız tartışmaya devam ededursunlar, şimdilerde yeni dalga ile karşı karşıyayız. Avrupa Birliği Uzmanları... Bu uzmanların sayısı çok kalabalık ve ihtilaflı oldukları konular da çok fazla. Anlaşılan o ki, bunların tartışması, AB takvimine göre en az on yıl sürecek. Bu uzmanların önemli bir kısmı hariciye kökenli. Aralarında altmış yaşı epeydir geride bırakmış bazıları halen aktif siyaset yapıyor. Aynı çatı altında birlikte on yıllarca görev yapmış olan bu ekselanslar, şimdilerde derin görüş birliği içinde! Hatta aynı parti içinde politika yapmalarına rağmen, ülkemiz için en önemli meselelerden birinde birbirine yüz seksen derece ters düşüncelere sahip olanlar var. Mesela CHP milletvekili, emekli büyükelçi İnal Batu; Hükümetin 17 Aralık'ta Brüksel'de çok iyi çalıştığını ve büyük başarı elde ettiğini söylerken, aynı partinin bir başka emekli büyükelçi milletvekili olan Onur Öymen, sonucu hezimet olarak değerlendiriyor!.. Hatta diyor ki, Brüksel'de kıran kırana geçtiği söylenen pazarlıklar sonucu ortaya çıkan karar metni, 17 Aralık öncesinde hazırlanan taslaklardan daha kötü. Öymen'e göre Başbakan Erdoğan'ın zahmet edip Brüksel'e gitmiş olması boşuna, hiç yerinden kalkmadan o eski taslaklardan birini kabul etseydi daha iyi olurdu... Yine CHP'nin bu alandaki en kıdemli ismi olan Şükrü Elekdağ da, 17 Aralık görüşmeleri sürerken, hükümetin önemli konularda doğru yerde durduğunu, ülke menfaatleri için iyi savunma yaptığını söylüyordu. Fakat ne olduysa Brüksel zirvesinin ardından Sayın Elekdağ da, AK Parti iktidarının kargayı bülbül diye yutturmaya kalktığını söylemeye başladı. Lideri Baykal da bunu Meclis kürsüsüne taşıdı. Şimdi hangisine inanalım? Bir diğer emekli büyükelçi olan DYP'li Nüzhet Kandemir de, gümrük birliği anlaşmasının on yeni üyeye teşmil edilmesinin Kıbrıs Rum Yönetimini dolaylı olarak tanıma anlamına geleceğini iddia ediyor. Merak ediyoruz acaba Sayın Kandemir yabancı meslektaşları ile hasbihal ederken, yani İngilizce konuşurken aynı şeyleri mi söylüyor? Eğer böyle ise, Rumların işi kolay! Alırlar Öymen'in, Kandemir'in beyanlarını önümüze koyup; "İşte sizin kıdemli diplomatlarınızın yorumu bu..." diye kendilerince bizi köşeye sıkıştırmaya çalışırlar. Anlamadığımız nokta şu; Başbakan ve Dışişleri Bakanımız Brüksel'e giderken Türk Hariciyesinin en iyi yetişmiş, en tecrübeli ve özellikle bu konularda yıllardır çalışan bir düzine büyükelçisini de beraberinde götürdü. Acaba onlar, Türkiye tarafından kabul edilen metinleri hazırlarken, Öymen ve Kandemir ve onlar gibi düşünen diğer uzmanların gördüğünü göremediler mi?! Yahut şunu da soralım, Alman Şansölyesi, Hollanda Başbakanı bu şekildeki bir uygulamanın Kıbrıs Rumlarını tanıma ile ilgisi yok derken, acaba sırf AK Parti'ye destek olmaya mı çalışıyordu? Velhasıl uzmanlık iyi bir şey olsa da, objektif ölçülerle konulara bakılmadığı zaman komik durumlar ortaya çıkabiliyor. Bazı şeyler için uzman olmaya da gerek yok; Mesela: diplomatik tanıma bir irade meselesidir. Eğer herhangi bir ülke ben seni tanıyorum demiyorsa, veya ben seni tanımıyorum diye açıkça iradesini beyan ediyorsa; hayır sen aslında tanıyorsun denilerek tersine zorlanabilir mi? Eğer böyle olsaydı, herhalde Papadopulos başka garantilerin peşinde koşmazdı, öyle değil mi sayın uzmanlar?