Türk basın tarihinde sayısız cehalet örnekleri vardır. Mesela. "Hac bu sene de Kurban Bayramına rastladı..." türünden haberler, arşivlerde mevcuttur. Son olarak 12 Şubat günü, Eyüp Camii'nde, hutbeden önce okunan iç ezanı bilmeyen bir medya leşkerinin; "12.25'te okunması gereken ezan, 12.40'ta okunmuştur. İmam efendi Başbakanı beklemek için (Erdoğan cumayı burada kılmıştı. İ.K.) ezanı 15 dakika geç okumuştur..." Ezanı imam efendinin değil, müezzin efendinin okuduğunu da bilmeyen bu bahtsız; cahil cesaretiyle, öküz altında buzağı arıyor ve bir biçimde Başbakanı işin içine çekmeye çalışıyordu! İstanbul Müftüsü Prof. Mustafa Çağrıcı, konu ile ilgili olarak yaptığı açıklamada, bahse konu köşe yazısının, vakit ezanı ile cuma günü okunan iç ezanın birbirine karıştırılmasından kaynaklandığını belirtmiş... İşte cehaletin daniskası! Bu ülkede minareyi kule ile, ezanı da şarkıyla karıştıran; ancak her yazısında dindar Müslümanları cahillikle itham etmeyi alışkanlık haline getiren, sözüm ona entelektüeller var. Üstelik bunlar "aydın olma" özelliğini kendi tekelinde görür... Daha geçen gün, yayın yönetmenliğini bıraktığı için hakkında övgü yarışına girişilen ve neredeyse 'asrın gazetecisi' ilan edilecek derecede şişirilen bir meslektaşımız, Allahü tealaya niçin siz değil de, sen denildiğini kendince izah etmeye kalkışıyordu... Üstelik bu meslektaşımız, sık sık "Eski bir sosyolog olarak diyorum ki..." şeklinde çeşitlemeler yapar. Düşünün bir sosyolog, içinde yaşadığı toplumun inanç sisteminin en basit ve en temel bilgilerinden bihaber. Ama din hakkında ahkam kesmekten de geri durmamakta. Hilmi Yavuz (Zaman-14 Şubat) medya dünyamızdaki 'kesif' cehaletten şöyle bahsediyor: "... Asıl mesele şudur: Türkiye'de bugün özellikle medyada ağır ve kesif bir cehalet hakimdir. Bu cehalet, daha çok İslam konusunda, maalesef, en basit düzeyde bile bilgi sahibi olmayan birtakım zevatın kendilerini ahkam kesme mevkiinde görüyor olmalarının getirdiği cahil cesaretidir... ... Türkiye'de okuryazar takımının büyük bir kısmı, İslam dinine ilişkin en basit düzeyde bilgiden, maalesef, yoksundur. Dahası İslam konusunda bilgi edinmeyi de 'zul' saymaktadır. (Ayraç içinde belirteyim: Kelimenin doğrusu 'zul' değil, 'zül'dür!) Laikliği, Müslümanlığa ait herhangi bir şeyle ilgilenmeye 'tenezzül' etmemek biçiminde yorumlama alışkanlığı, giderek bir norm haline geliyor. Asıl zavallılık buradadır." Sayın Hilmi Yavuz, Diyanet İşleri Başkanı'nın; "Akşamları az televizyon seyrederek biraz Kur'an okuyun..." yollu çağrısını, laikliğe aykırı olarak telakki eden ve Ali Bardakoğlu'nun o koltukta oturmasını 'zul' sayan, diplomalı cahillere dair yazısını şöyle noktalıyor: "Belki de sebep, bunların aydınlığının Türk Aydınlanması'nın ürettiği 'aydın'lar olmalarından kaynaklanıyor olmasıdır. Kimbilir?" Son söz: Yavuz'un işaret ettiği üzere, üç harflik 'zül' kelimesini bile doğru yazamayan sadece cahil değil, aynı zamanda gafildir... Bunlar, yazı başlığındaki 'mürekkep'i de dolmakalem boyası zannederse, hiç şaşırmam. Zira, cehlin katmerlisi ancak böyle olur ve bu da, Nevizade'nin manzum ifadesiyle; ancak "kesp", yani diploma ile mümkündür!..