Dış politikada ters bir okuma...

A -
A +
Yakın zamana kadar, Türkiye'nin izlediği dış politikayı; Ahmet Davutoğlu'nun; "stratejik derinlik" diye özetlediği vizyonu güçlü biçimde destekleyen bazı kesimler, şimdilerde aynı politikanın tutarlı çizgideki devamı olan yaklaşımı kıyasıya eleştiriyorlar...
Dün Zaman gazetesinde, Abdülhamit Okur ve İhsan Dağı, farklı cümlelerle, ama aynı temayla hükümetin dış politikasını muaheze ediyordu. Okur'a göre, bugünkü hükümet, Osmanlı'nın torunları olarak dört yüz yıllık tecrübeyi doğru okuyamamış. Bu tecrübeden gerekli dersleri çıkaramadığı için, vaktinden önce büyüdüğünü zannetmiş ve o güce sahip olmadığı halde "gücünü abartarak" Osmanlıcılık rolüne soyunmuş... Ondan sonra da olanlar olmuş. Başlangıçta olumlu giden her şey âdeta tersine dönmüş. "Dedenin büyük tecrübe ile yaptığı işleri, ben de yaparım diyen ve her şeyi eline yüzüne bulaştıran torun hali"!..
Epeycedir iç ve dış politika konularında, iktidara eleştiriler yönelten İhsan Dağı da, medyada çokça anılan "Komşularla Sıfır Sorun" metaforunu da kullanarak, özetle şöyle bir değerlendirme yapıyor: Türkiye'nin "yumuşak güç" kavramına uygun dış politikası oldukça başarılı idi. Fakat ne zaman ki kendisini bölgede "Merkez Ülke" gibi görüp, bu formatta etrafa nizamat vermeye kalkışınca, her şey altüst oldu. O ana kadar Türkiye'ye sempati duyan, hatta model ülke gören çevreler, husumet duymaya başladı. Dağı'nın ifadesiyle, "Dostlar düşman oldu..." Sonuç olarak gelinen noktayı Dağı şöyle özetliyor: Lübnan'daki Hizbullah, Suriye'de Türkiye'ye meydan okuyor. Mısır'ı kaybettik. Yeni yönetim Türkiye'yi muhaliflere silah sağlamakla suçluyor. İsrail'i geçtim. Kala kala Filistin kalıyor. Daha doğrusu Hamas. O da Mısır'daki darbeden sonra rotayı Türkiye yerine Tahran'a çevirdi...
Dış politika konularında, değerlendirmeleri kısa vadeli; günübirlik gelişmelere göre yapmak ne derece doğru olur? Bunun en çarpıcı örneği meşhur tezkere olayıdır. 2003 yılı başında, "Türkiye'nin ABD ile ilişkileri bir daha kolay kolay düzelmemek üzere bozuldu..." diyenler, ne kadar isabet kaydetmiş oldular?! Unutmayalım ki, istisnasız bütün ülkeler gelişmelere göre, dış politikalarında değişikliğe gitme ihtiyacı duyarlar. Mesela ABD'nin W. Bush ile Obama dönemlerini bir mukayese ediniz...
Türkiye'nin dış politikasını, geleceği olmayan Suriye'deki Baas veya Mısır'da sürdürülebilir olmadığı daha ilk dakikada anlaşılan darbe yönetimine göre mi değerlendirmeli acaba? Esas ve kalıcı muhatap olan halklar açısından durumu ele aldığınızda, orta ve uzun vadede karşımıza nasıl sonuçlar çıkar? "Millet hafızası" kavramının, dış politikadaki müstesna anlamını dikkatte alanlar, ülkelerle münasebeti, sadece gelip geçici hükümetlerle değil, daimi olan halklarla tesis eder... Hayatta kalıp kalmayacağı bile belli olmayan Beşar Esad, iktidarı pamuk ipliğine bağlı Nuri El Maliki ve rütbeleri her an sökülebilecek General El Sisi'nin zalim ve zorba iktidarları mı, yoksa haklı davaları uğrunda, kanlarını akıtmaktan çekinmeyen Suriye, Irak ve Mısır'ın kardeş halklarını mı dikkate alacağız?
Hülasa: Güçlünün yanında yer almak oportünizmdir. Ama insani olan, haklının yanında yer almaktır.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.