Durum nedir, ne değildir?..

A -
A +

Kıymetli okuyucularımız; izin verirseniz şu AB meselesine farklı bir açıdan bakmak istiyorum! Görünen o ki, müzakere tarihi almak için Brüksel'de verilen mücadele ile ilgili yorumlar daha bir süre devam edecek. Son iki gündür yazılıp çizilen hep, Brüksel'deki iki günlük zirvenin çerçevesinde sürüyor. İşte Rumlar ne istedi, dönem başkanı Hollanda nasıl ortalığı yatıştırmaya çalıştı, Türkiye rest çekince kimler nasıl tutuştu, Blair nasıl Erdoğan'ın peşinden koştu... vs... Elbette bunların da yazılması lazım. Ama bugüne nasıl gelindi? AB'nin bazı üyeleri Türkiye'yi bu kadar rahatsız edecek şekilde davranma imkanını nasıl bulabildi? Bu zemini hazırlayan yanlışlıkların hangileri bizden kaynaklandı? Türkiye bu duruma düşmeli miydi? Eğer zamanında akıllı davranılsa bu duruma düşer miydi?! Yani sadece bugünü konuşmak yetmez. Dünün muhasebesini de esaslı bir şekilde yapmalıyız. Eğer bunu yapabilirsek, yarın benzer şekilde müşkil durumlara düşmeyiz. Bugün Avrupa Birliği denilen teşkilatın daha ismi AET iken, yani 1963'te imzalanan Ankara Anlaşması nın yürürlüğe girdiği günden beri Türkiye'nin Kıbrıs rahatsızlığı da sürüyor. Şimdiye kadar ülkemizin yolu sayısız kereler Kıbrıs meselesi yüzünden, ambargolarla, engellemelerle ve son derece rahatsız edici dış baskılarla kesilmeye çalışıldı. Neticede en kritik bir dönemde de; 600-700 bin kişilik bir Rum Devletçiği, 70 küsur milyonluk bir Türkiye'yi veto edebilecek bir konuma geldi!.. Acaba hamaset yüklü boş konuşmaların dışında, bu acı gerçeği kaçımız kaç kere ciddi şekilde masaya yatırabildik? Daha açık konuşalım; Acaba 1978'de Avrupa Birliği'nden davet aldığımızda, "Onlar ortak biz Pazar olmayacağız..." sloganının arkasına sığınmayıp, 1981'de Yunanistan'la birlikte, veya birkaç sene sonra girmiş olsaydık, bugün haysiyetimize dokunan bu davranışlara maruz kalır mıydık? Yahut, 1980'de, devrin askerî yönetimi, Yunanistan'ın NATO 'nun askerî kanadına kayıtsız, şartsız dönmesini kabul etmek yerine, Kıbrıs ve Türkiye'nin üyeliği hakkında bazı yazılı güvenceler alınsaydı, bugün Kıbrıs Rum Yönetimi, bu manevraları yapabilir miydi? Sorular çok ama, bir tanesini daha sorup yetinelim; 2002 yılında Annan Planı ortaya atıldığında, 2004 Nisanındaki referandumu getirecek olan hamleler, bir yıl önce yapılmış olsaydı, acaba Rumlara bu kadar oyun oynama fırsatı kalır mıydı?.. Neyse bunlara şimdilik bir nokta koyalım. Her şeye rağmen, Brüksel'de alınan sonuç çok önemli bir mesafedir. Bu sonucu en gerçekçi şekilde ifade edenlerden biri de başbakan Erdoğan oldu; "Sonuç bir zafer değil, ama başardık..." Evet, gerçek durum budur. Ve yine Erdoğan başta olmak üzere pek çok kişinin ifade ettiği gibi, esas zorluklar bundan sonra başlıyor . En yakın planda Kıbrıs meselesi olmak üzere bütün problemler tek tek önümüze konulup çözüm istenecek. Bunu bilelim ve ona göre hazırlıklı olalım. AB yetkilileri, istedikleri kadar Türkiye'ye karşı objektif davrandıklarını veya öyle davranacaklarını iddia etsin; her şey ortada. AB ve üyeleri maalesef çifte standardı elden bırakmıyor. Her zaman öğündüğü kendi normlarını kendisi çiğneyerek, Kıbrıs konusunda, Ermeni meselesinde ve diğer bazı alanlarda yaptığı gibi, adil davranış yerine ilkesizliği tercih edebilmektedir! Bunu yaparken de pişkince Türkiye'yi suçlayabilmektedir... Şunu unutmayalım; zirvede en büyük zorluğu çıkaranların başında yer alan Fransa ve onun Devlet Başkanı Chirac'ın da ifade ettiği gibi, Avrupa'nın Türkiye'ye ihtiyacı büyüktür. Ama buna rağmen, AB Türkiye'yi hak etmediği belli kalıplara sokarak içine almak istemektedir. Elbette bu kabul edilemez. Türkiye'nin de AB'ye ihtiyacı açıktır. Ama Türkiye için tek yol AB değildir. O halde, Türkiye bu durumu hissettirebildiği ölçüde kıymeti ve ağırlığı artacaktır. Erdoğan'ın Brüksel'de masadan kalkmasını bilmesi (elbette bedelini hesaplayarak), AB üyelerini hizaya getirmiştir... Hiç şüpheniz olmasın, eğer Türkiye'nin borç yükünü azaltabilirsek, başta komşularımız olmak üzere, hem bölgesel hem de küresel ölçekte dış münasebetlerimizi geliştirebilirsek, Fransa'nın, Avusturya'nın veya bir başka AB üyesinin şimdilerde bizi korkuttuğu referandum yahut başka engeller kendiliğinden ortadan kalkar. İnşallah bunu hep beraber göreceğiz. İddialı gibi görünen bir tahmin daha yapalım; Eğer Türkiye çok büyük yanlışlık yapmaz ve son iki senedeki performansını sürdürürse, en az on yıl alır denilen müzakere süreci 5-6 senede biter ve Türkiye 2010, bilemediniz 2011 senesinde AB'ye tam üye olur!..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.