Bu ülke, yıllarca askeri cenahtan yapılan ve genellikle devlet yönetimine, siyasete; hatta toplumun ekonomik ve sosyal gelişimine müdahale niteliği taşıyan sayısız açıklamaların sıkıntısını yaşadı... Tam da hukuk devletinin temel taşları yerine oturuyor, demokrasi anlayışı çağdaş dünyada olduğu gibi, bizde de herkes ve herkesim tarafından özümseniyor, silahlı kuvvetler asli görev sahasına çekilip anayasa ve kanunlarla tevdi edilen görevleri daha iyi ifa etmek üzere, kendisini gerektiği gibi konumlandırıyor... derken, yeni bir açıklama zuhur etti! Tv kanallarının "Son dakika", internet sitelerinin "flaş... flaş... flaş..." biçiminde duyurduğu bu açıklamanın, hangi gerekçe ile yapılmış olursa olsun; yeni tartışmalara, tereddütlere, gereksiz spekülasyonlara ve hatta gerilimlere yol açacağı ortadadır. Oysa Türkiye, bu sevimsiz tabloları artık geride bırakmak ve unutmak istiyor. Genelkurmay'ın resmi internet sitesinde yapılan açıklamada, her ne kadar TSK'nın; "Devam eden yargı sürecine müdahale anlamına gelebilecek davranışlardan özellikle kaçındığı...", ifade edilse de, yapılan bu açıklamanın bizatihi müdahale gibi algılanabileceği de açıktır. Zira açıklamanın medyaya yansıdığı andan itibaren, kamuoyunda yol açtığı dalgalanma, bunun delilidir. Kimi sitelerde "Balyoz gibi açıklama..." şeklinde yansıtılan tepki, TSK'nın aksi yöndeki söylemine rağmen, ister istemez bazı kesimlerce yargı sürecine müdahale biçiminde algılanabilecektir. Diğer taraftan TSK'nın bir mahkeme kararına karşı kurumsal nitelikli açıklama yaparak, "anlamakta güçlük çektiği..." tepkisini vermesi, hukuki bakımdan normal karşılanabilecek bir durum değildir. Zira bahse konu davada, bireyler yargılanmaktadır. Kurum olarak TSK'nın kendisi değil. Ayrıca "görevli ve emekli 163 personel..." ifadesi de kendi içinde problemlidir. Emekli kişilerin TSK ile olan ilişkileri, artık görev yönüyle değil, sadece özlük hakları açısından (sosyal tesislerden yararlanma vs.) ele alınabilir. Şu tartışılabilir: Halen yargılanmakta olan muvazzaf ve emekli askerlerin aile efradı ve diğer yakınlarının Genelkurmay'dan destek talebinde bulunması, hatta bu konuda "baskı" olarak tanımlanabilecek eylemlerde bulunmasının, Kurumu bir biçimde karşılık vermeye zorladığı anlaşılıyor. Ancak TSK'nın bu noktada duygusal değil, rasyonel tepki vermesi beklenir. Aksi halde açıklamanın retoriği ne kadar ayarlanırsa ayarlansın, mutlaka birileri tarafından "psikolojik harekat" olarak algılanacaktır... Bu kaçınılmazdır. Gelelim işin hukuki boyutuna: Bilindiği gibi tutuklama adli süreçte bir tedbirdir. CMK'da gerekçeleri de tek tek sayılmıştır. Bu gerekçelerin varlığının tespiti halinde, mahkemeler tutuklamaya karar vermektedir. Bu gerekçeler de şüpheli veya sanıkların kaçma veya delil karartma tehlikesi, mağdurlara veya başkalarına baskı yapma ihtimalidir. TSK'nın son açıklaması, sanıklar tarafından tutukluluk haline yapılan itirazın ikinci kez reddedilmesini eleştiriyor. Fakat açıklamanın muhtevası, doğrudan davanın mahiyetine dair. Yani darbe hazırlığı olduğu iddia edilen, "Balyoz Harekat Planı" ve bunun işlendiği seminer hakkında değerlendirme yapılıyor. Oysa daha önce Genelkurmay Askeri savcılığının tayin ettiği bilirkişi, bahse konu seminerde planlanan çerçevenin dışına çıkıldığı yolunda rapor vermişti. Son açıklamada ise, planın yasal çerçevede yapıldığına dair bir değerlendirme seziliyor... Yani ortada hayli kafa karıştırıcı bir durum var!