Sağduyu sahibi binlerce İsrailli, Tel Aviv'de gösteri düzenleyip; İsrail ordusunun Gazze'de masum Filistinlileri öldürmeye son vermesini istedi. Ama İsrail Yöneticileri, bu insani çağrıyı duyacak gibi görünmüyor. Bir dönem kadın kılığına girerek, Beyrut'ta adam öldüren Savunma Bakanı Ehud Barak; "Şimdi savaş zamanı..." diye konuşuyor. Böyle savaş mı olur? Savaş ancak iki ordu arasında olur. Fakat İsrail, Gazze'de karşısında bir ordu olmamasının rahatlığı ile; silahsız, savunmasız sivil insanları bombalayıp duruyor. Bu vahşete bir de kılıf uydurmuş; "Sivillerin arasında gizleniyorlar..." diye. Baksanıza Mossad Ajanlığını itiraf eden Dışişleri Bakanı Tzipi Livni, bir kadın olarak; bir anne olarak bomba şarapnelleriyle can veren Gazzeli bebelere hiç acımıyor... Amerika'nın sınırsız siyasî, askerî ve ekonomik desteğinin verdiği rahatlıkla, "Küçük Amerika" yetkilisi olarak, Bush'un ağzından konuşuyor; "Ya bizimlesiniz, ya Hamas'lasınız... Herkes tarafını belli etsin" diyebiliyor. Bak hele!.. Ama bayan Livni bir şeyi unutuyor. Bu şekilde dünyaya kafa tutan W.Bush'un Amerika'sının, Irak ve Afganistan'da nasıl bir batağa saplandığı ortada. ABD Süper Güç konumunu dahi kaybetmek üzere... İsrail'i nereye kadar böyle himaye edebilir acaba? Güya Arafat ve Rabin ile birlikte Nobel Barış Ödülü almış olan Simon Peres, hiç yaşına başına da bakmadan; "Camileri hedef almıyoruz..." diye, yalan söylemeyi Cumhurbaşkanlığı sıfatıyla bağdaştırabiliyor demek ki!.. Şu bir gerçek ki, İsrail barış filan istemiyor. Hamas roket atmıyorken de İsrail Gazze'yi hep abluka altında tuttu. İstediği zaman saldırdı. Çünkü İsrail'in dayandığı fikriyatın temelinde, savaş ve saldırganlık var. Mim Kemal Öke'nin şu tespitleri çok dikkat çekicidir: "İsraillilere göre Musevi olmayan dünyada, kendilerine dost yoktur. Siyasî realizm karamsarlık ve kuşku ile örülmüştür. Yalnız ülke İsrail, bu ortamda güvenliğini ittifaklarla değil sadece kendi gücüne, hem de askerî gücüne dayalı olarak koruyabilir. Çünkü Hıristiyan bile İsrail'i, kendi çıkarlarına hizmet ettiği sürece kollamaktadır. Bu korku paradigmasından hareketle, İsrail milli bir askerî endüstri kurmuş ve savunma stratejisini ileri hat saldırganlığı üzerine inşa etmiştir... Ulusal güvenliği askerî çözümlerde arayan İsrail için toplumun militerleşmesi hem kaçınılmaz, hem de arzulanan, değer verilen bir strateji haline gelecekti. Bu da Ben -Eliezer'in yazdığı gibi İsrail Militarizminin arka planını üretmiştir. Siyaseti çatışmanın hatta savaşın devamı gibi gören Clausewitz'i delillendirircesine İsrail, askerî düşünce tarzını siyasal kültürünün baş tacı kılacaktır. Başka bir deyişle devlet bu sütunun üzerinde kurulmuş ve yükselmiştir."(*) ..... (*) Mim Kemal Öke; "Din Ordu Gerilimi", Alfa Yayınları, İstanbul -2002, Shf. 336 vd.