Kazanda yakılan silahlar: Kritik eşik…

A -
A +

MHP lideri Devlet Bahçeli’nin de belirttiği üzere, “Fevkalade önemli günler yaşıyoruz…” Düne kadar terörist eylemlerde kullanılan Kalaşnikofların kazanda alev alev yanması, sembolik açıdan çok şey anlatıyor.

 

 

 

 

 

1978 yılında, Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Fis köyünde faaliyete geçen ve sonraki yıllarda binlerce insanın kanına girecek olan bölücü terör örgütünün bitiş noktası… Kırk yedi sene sonra, dün itibarıyla bu örgütün varlığının nihayet sona erme safhasına şahitlik ettik… İtiraz seslerinin yükseldiğini duyar gibiyim. Binlerce militan hâlen pürsilah dağlardayken, otuz kişilik bir grubun kameralar önünde pusatlarını çıkarıp kazandaki ateşe atması, kanlı örgütün tamamen bittiğini elbette göstermez. Ancak bir noktaya dikkat isterim. Adı üstünde, bu bir SÜREÇ… Ve adımlar tek tek atılıyor. Önemli olan, bu safhada adımların sonuç getirecek şekilde doğru atılması ve sürecin sabote edilmesine de meydan verilmemesidir. 1 Ekim 2024 tarihinden beri, gelişmelere kategorik olarak olumsuz ve ümitsiz bakanlar, ısrarla kötümserliğin gölgesinde oturmaya devam ediyor. Her ne kadar bazıları gelişmeler karşısında fikir değiştirdiyse de, kötümserlerin bir kısmı, siyasi veya ideolojik sebeplerle menfilik pompalamaya devam ediyor. Bu arada dün söylediklerini çabuk unutup bugün bambaşka bir telden çalan yorumcular da ekranlardan eksik olmuyor... Neyse konumuz bunların çelişkileri değil. Ekim ayının başında, bir siyasetçi olarak; büyük risk alıp bu sürecin kapısını aralayan MHP lideri Devlet Bahçeli, geçen zaman zarfında, yüklendiği misyona uygun olarak hep dikkatli mesajlar verdi. Sayın Bahçeli’nin bilhassa DEM Parti'yle sürdürdüğü diyalog takdire şayan. Bu son derece dikkatli ve kıymetli tavrının başkalarına da örnek olması beklenir. Eğer “Bin yıllık kardeşlik” diye ifade ettiğimiz, birlik ve bütünlüğün perçinlenmesini istiyorsak, bu gerekli. Özellikle bundan sonra yeni ve dikkatli bir dilin inşasına gayret edilmeli. Hem siyasi hem de sosyolojik ve psikolojik alanda bunu başarmalıyız. Kısacası bu meseleyi partilerüstü bir konu olarak ele almalı ve ona göre değerlendirmeliyiz.  

 

Elli yıllık korkunç bir serüvenden sonra, yaşanan acı tecrübelerin ışığında doğru ve isabetli bir yaklaşımla yol almaya çalışmalıyız. Öncelikle iç cepheyi tahkim etme mecburiyetimiz olduğuna göre, bu noktaya dikkat kesilmeliyiz. Gelinen safhada, evleviyetle şehit ailelerinin ve yakınlarının hassasiyetine dokunacak söz ve davranışlardan kaçınılması çok önemli. Nitekim Sayın Cumhurbaşkanı da bu hususa sık sık işaret ediyor. Şehit ailelerini rahatsız edecek en ufak bir söz ve eyleme müsaade edilmemesi konusunda herkesi dikkatli olmaya davet ediyor. Gerçekten bu iklimde en mühim meselelerden biri de bu. Diğer taraftan millî birlik ve bütünlük içinde kardeşlik ortamının temin edilmesi, psikolojik ve sosyolojik açıdan büyük önem arz ediyor. On yıllarca terör örgütünü her türlü arkalayarak, Türkiye’ye büyük zarar veren “Dış Odakların” kozlarını artık ellerinden alabilmeliyiz. Fiilen suça karışmamış örgüt mensuplarının, bundan sonraki hayatlarında toplumla bütünleşebilmesi ve yaşadığı travmaları atlatabilmesi için gerekli atmosferin oluşturulması en önemli konulardan biri olarak karşımızda duruyor. Bu hususta siyasi ve hukuki zeminde yapılacak çalışmaların hem isabetli hem de hızlı olması hayati önem taşıyor. Hemen herkesin “KRİTİK EŞİK” olarak ifade ettiği bu silah bırakma safhasının fazla uzamaması ve en geç dört-beş ayda tamamlanması, sürecin emniyet ve selameti bakımından zaruret arz ediyor. Unutmayalım ki, ne kadar kısa olursa olsun, bu zaman zarfında dahi şer güçlerin boş durmayacağı ve sabote etmek için her yolu deneyeceği şüphesizdir. Kerameti kendinden menkul uzman ve yorumcuların bu meyanda söyleyecekleri her kelimenin bir şekilde istismar edilmek isteneceğini de unutmaması lazım...

 

Sırf farklı bir şey söylemiş olmak için, fitnecilere malzeme teşkil edecek absürt yorumlardan bilhassa kaçınmak hayati önemde… Keza yalan-yanlış, kasıtlı olarak üretilmiş dedikodular ve son zamanlarda nedense artış gösteren, desenformasyon çabaları karşısında, daha da çok dikkatli olmak hayati derecede önemli. Çünkü binlerce örgüt mensubunun silah bırakma işinin gecikmeden tamamlanması işin püf noktası. Hâlihazırda Suriye’nin kuzeyinde pozisyonunu sürdürebilmek için, eski taleplerinin bir kısmında ısrar etmeye çalışan ve ayak sürüyen PYD’nin tutumu, şu safhada ciddi bir durum olarak orta yerde duruyor. ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, PYD’nin Şam Yönetimi ile entegre olmakta ayak sürüdüğünü net ifadelerle dile getirdi. Barrack’ın bu konudaki ifadeleri son derece dikkat çekici. Arkasından başka bir şey gelir mi, bilinmez. Ama son beyanı oldukça dikkat çekici. Barrack, SDG’ye gerçekleri hatırlatıp yanlışta ısrar etmemesini tavsiye ediyor: “Suriye için hepimiz uzlaşmalıyız. Tek ülke, tek millet, tek ordu, tek Suriye… Suriye ordusu içinde ayrı bir blok olma ısrarı büyük bir problemdir. Federalizm bölgede işlemiyor. Herkesin bunu kabul etmesi gerekiyor… SDG için tek yol vardır. O da Şam’dır!” ABD Büyükelçisinin sözleri hakikaten SDG’yi gerçeklerle yüzleşmeye davet ediyor. Umarız SDG de, Suriye içinde yeni bir maceraya kalkışmanın ne derece pahalıya mal olacağını gecikmeden anlayıverir…

 

Dün, Irak Süleymaniye’de fiilen gerçekleşen ve yarın başka noktalarda gerçekleşmesi beklenen silah bırakma işleminin, başta Ferhat Abdi Şahin olmak üzere bütün SDG’liler için ciddi bir ibret tablosu teşkil etmesi iyi olur. Bese Hozat’ın yaptığını, bir vakitler “babasının yerinde saydığı” Öcalan’ın tavsiye ve talebi olarak Abdi de kabullenmeli ve uygulamalıdır. PKK fesih ve tasfiye noktasında kritik eşiği atladı. SDG’nin de başka yolu yoktur!

 

 

 

İsmail Kapan'ın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.