Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde, seçimler öncesinde yapılan propagandalardaki hararet ve siyasi atışmalar her zaman orantısız olmuştur!.. Sandık öncesi süreçte revaç bulan söylemler, yerini reel politikaya bırakır…
Öncelikle Tufan Erhürman’ı seçim başarısından dolayı tebrik ederiz… Kuzey Kıbrıs’taki Türk halkının güvenine mazhar oldu. Evet, beklenen bir sonuçtu. Yani kimse için sürpriz değil. Kamuoyu araştırmaları CTP adayı Erhürman için yüzde 65 gibi bir oranı işaret ediyordu. Yüzde 62 ile bu doğrulanmış oldu. Burada hemen şunu belirtelim ki, seçime katılma oranı çok düşüktü. Resmî olmayan rakamlara göre yüzde 64,8. Yani seçim kampanyasındaki hararet, aslında tam olarak sandığa yansımış değil. Bu da şaşırtıcı değil. Çünkü seçim öncesinde önemli oranda seçmenin sandık başına gitmeyeceği belli idi. Bu tepkinin sebepleri de sır değil. Ersin Tatar’ı destekleyen Ulusal Birlik Partisi ve diğer çevreler, herhâlde bu durumun ciddi bir muhasebesini yapacaktır!.. Şimdi asıl mesele, beş yıl için halktan yetki almış olan Erhürman’ın ortaya koyacağı performans. Erhürman selefleri Mustafa Akıncı ve Mehmet Ali Talat’ın yolunda gideceğini ifade diyor. Yani iki devletli çözüm değil de, on yıllardır sakız gibi çiğnenen iki toplumlu federasyon çerçevesinde, sözde bir çözüm arayışı… 2004 yılında, bu federasyon planının “en popüler hâli”, dönemin BM Genel Sekreteri Kofi Annan ismiyle anılan metindi. Mehmet Ali Talat o zaman KKTC Başbakanı idi. Annan Planı'nı hararetle destekledi. Peki, sonuç ne oldu? Referandumda, Kuzey Kıbrıs Türkleri “Yes be annem” sloganıyla destek verdi. Yüzde 65 oy oranıyla kabul etti. Aynı planı, Rum kesimi reddetti... Talat, 2005 yılında Cumhurbaşkanı seçildi. Lakin aynı yolda yürümeye devam etti. Netice yine hüsran! Talat ile aynı siyasi görüşü paylaşan Mustafa Akıncı da, olup bitenlere rağmen, geçmişten hiç de ders çıkarma yoluna gitmedi. Aslında Akıncı’nın yaşı, Kıbrıs’ta 1960’lardan itibaren yaşananları bire bir algılamaya müsaitti. 1963’teki Kanlı Noel ve 1967’de Türk köylerinde katledilen soydaşlarımızın acı hikâyesini, Akıncı’nın bilmemesi mümkün mü? Hâl böyle iken yıllar ve yılların kaybına sebep olan bir sözde çözüm formülünü körü körüne sahiplenmeye devam etmek hangi aklın kârıdır. Nitekim politikası iki yılda çöküverdi…
CTP’den cumhurbaşkanlığı seçimini kazanan üçüncü kişi olarak, en azından Erhürman aynı hatayı tekrarlamamalıdır… Kıbrıs’ta yarım asır sonra gelinen noktada, Garantör Ülke Türkiye’nin politik olarak geldiği nokta Adada iki devletli çözüm çerçevesinde bir nihai sonuca gitmektir. Bunun dışındaki yaklaşımlar, bugüne kadar olduğu üzere vakit kaybından başka bir şey değildir. “Taç giyen baş akıllanır” diye atasözümüz var… Tufan Erhürman, siyasetçi olarak daha esnek düşünebilir elbet. Ama cumhurbaşkanlığı sıfatını alıp ülke sorumluluğunu üstlendiğinde artık bir yerine iki defa düşünmek durumundadır. Daha önce başbakanlık görevinde de bulunmuş olan Erhürman, ana vatan Türkiye’nin yavru vatan Kıbrıs’la ilgili fikriyatını şüphesiz iyi biliyor. Buna rağmen Türkiye ile zıtlaşma yoluna gitmesi beklenmez elbet. Zaten kendisi de Türkiye ile beraber yürüyeceğini beyan ediyor. Başka da alternatifi yok zahir. Son seçim sonuçları tabiatıyla çok şey anlatıyor… Kıbrıslı soydaşlarımızın Türkiye’ye dair düşünceleri, müspet-menfi olarak sandığa giden ve gitmeyen oylarla net biçimde belli olmuş durumda. Esasen uzun zamandan beri bu noktada menfi bir hava söz konusu. Bunun sebeplerini iyi araştırmak gerekir. KKTC vatandaşları, sadece dünyanın uyguladığı izolasyon politikalarından dolayı, sabır ve metanet gösterememekten mi yoksa daha başka sebeplerin de etkisiyle mi bir ayrışma içinde? Bu hususu iyi irdelemek gerekiyor. Öncelikle her iki taraf birbirini doğru anlıyor mu? Burası mühim nokta… Kıbrıs’ı ve Kıbrıs meselesini biraz yakından takip edenler, Ada’nın kuzeyindeki soydaşlarımızın bir kısmının hâl ve hareketlerindeki tuhaf tepkinin sebebini anlamakta zorlanıyor. 1950-55’lerden itibaren, Kıbrıs Adasını ilhak etmek için Akritas Planını uygulamaya koyan, EOKA terör örgütünü kurup Kıbrıs’ın başına bela eden Yunanistan’dan ne bekliyorlar ki? Sahi ne bekliyorlar?
Annan Planı'nı reddettiği hâlde, Avrupa Birliğinin ilkesiz ve tutarsız biçimde ödüllendirerek tam üye yaptığı Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin kendilerine insanca davranacağını zanneden ‘saftrikler’ anlaşılan, tam üç çeyrek asırlık zamanda yaşanan faciaları büsbütün unutmuşlar… Öncesine hiç gitmeye gerek yok. Talat, Akıncı ve şimdi de Erhürman; 1960’ta kurulan ve sadece üç yıl sürebilen Kıbrıs Cumhuriyetine, tam olarak ne olduğunu anlatsınlar bakalım!.. O da iki toplumlu devlet değil miydi? Niçin Türkleri bir ay içinde önce tasfiye edip sonra topun namlusuna sürdüler? Erhürman ve onun gibi düşünen diğerleri, hayal âleminden çıkıp katı gerçeklerle yüzleşmeye cesaret etmeli. Rumların ve Yunanistan’ın eline bir kere daha fırsat verilirse, Kıbrıslı soydaşlarımızın yüz yüze geleceği tablo, 1963, 1967 ve 1974 yıllarında olup bitenlerdir. Kıbrıslı soydaşlarımız ambargolar ve izolasyondan kaynaklanan ciddi sıkıntılardan yorulmuş olabilir. Ancak bunun müsebbibi Türkiye değil ki… Bilakis Kıbrıslı kardeşlerimizin hayat şartlarını iyileştirmek için, Türkiye’nin üstlendiği yükümlülükleri yeteri kadar anlamak lazımdır. Bunca fedakârlığa rağmen, hâlâ daha ana vatan hakkında ileri geri konuşanlar iyi niyetli olmadıkları gibi dürüst de değiller. KKTC’de, doğru strateji iki devletli çözüm formülünü aynen devam ettirmektir. Nokta!
İsmail Kapan'ın önceki yazıları...