Körfez Bölgesi ile ilişkiler canlanırken

A -
A +

“Arap Baharı” diye takdim edilen zincirleme felaket serisi, Orta Doğu’da bir düzine ülkeyi tarumar etti…

Türkiye’nin bundan etkilenmemesi imkânsızdı. İstenmeyen ama önlenemeyen bir durum!

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BAE ziyareti, Körfez Bölgesi ile ilişkilerde yeni bir dönemin kapısını aralıyor…

 Abu Dabi Veliaht Prensi, M. Bin Zayed’in kasım ayında Ankara’ya yaptığı ziyaret, 2013 yılından beri soğuk ve gergin olan ikili münasebetlerin yeniden normale dönmesi için ilk adım mahiyetinde idi. Ankara’da imza altına alınan on adet anlaşma ve mutabakat, Cumhurbaşkanı'nın bu ziyaretiyle birlikte, daha şümullü 13 yeni anlaşmayla teyit edildi. Savunma Sanayiinden kara ve deniz taşımacılığına; sağlık ve tıp bilimleri, sanayi ve ileri teknolojiler, iklim değişikliğiyle mücadele, tarım, kültür, gençlik, iletişim, arşiv, meteoroloji, afet ve acil durum yönetimine kadar birçok alanda, daha sıkı iş ve güç birliğini sağlayacak bir ortak irade tesis edildi. Bu geniş çerçeveli iş birliği yaklaşımı ile birlikte, Birleşik Arap Emirliklerinin güvenlik ve istikrarına da destek sağlama hedefi söz konusu…

Nitekim Sayın Cumhurbaşkanı dönüş yolunda gazetecilere yaptığı açıklamalarda, “Körfez Bölgesinin güvenliğini kendi güvenliğimizden ayrı görmediğimizi vurguladık…” dedi. Malumunuz, Basra Körfezi ve çevresindeki siyasi ve askerî dengeler, beraberinde hem bölgesel hem de küresel ölçekte, çok çetin problemler doğurabiliyor. Haziran 2017’de, Katar’ın; S. Arabistan, Bahreyn, Mısır ve BAE tarafından (Tabii ABD’nin açık-örtülü onay ve teşvikleriyle!..) abluka altına alınmasını hatırlayınız. Türkiye’nin bu abluka karşısında, Katar’ın yanında her bakımdan, çok sıkı bir duruş göstermesi olayın seyrinde çok köklü etkiler yapmıştı…


Katar’a Abluka uygulanmasında, Türkiye’nin tam zıddı bir tutum içinde olan S. Arabistan, Bahreyn ve BAE’nin Körfez'le ilgili her zaman güvenlik endişesi söz konusu. Bunun temel dinamiklerinden biri de, İran’ın Körfez üzerindeki niyetleri, gri politikaları ve kimi zaman bu istikamette giriştiği atraksiyonlar…

Mesela Yemen’de, 2015 yılından beri devam eden İran-S. Arabistan bilek güreşini böyle okumalıyız. BAE’nin yakın zamana kadar S. Arabistan’ın yanında fiilen yer alması ve son zamanlarda geri plana çekilmesinin sebepleri nedir? Hâlen Libya ve Sudan’da, Somali’de devam eden iç çatışmalar ve siyasi karışıklıkların her biri için benzer soruları sorarak, Körfez ülkelerinin buralardaki etki ve maksatlarını, bu yüzden sık sık birbirleriyle zıtlaşmalarını irdeleyebiliriz…

Katar’ı da işin içine katarak, Suriye meselesine dair aynı minvalde bir değerlendirme yapabiliriz…

Bütün bu çalkantılarda, Arap ülkelerinin öteden beri sıkı münasebetler içinde oldukları veya daha açık ifadeyle; tesiri altında bulundukları büyük güçlerin yönlendirmesiyle, çoğu kez kendi millî menfaatlerini doğru dürüst hesaplayamadan veyahut bunu yapmalarına fırsat verilmeden, olayların içine sürüklenmeleri çok dramatik sonuçlara yola açıyor!..

Neticede çok ağır faturalar ödemek zorunda kalsalar da, her seferinde öğrenilmiş çaresizlik misali, bu anaforlara kapılmaktan kurtulamıyorlar.


Öte yandan üç çeyrek asrı geride bırakan Arap-İsrail kavgası, bütünüyle Arap âleminin kimyasını bozmuş durumda!..

Zira 1973’teki Ramazan Savaşı hariç, bugüne kadarki bütün sıcak çatışmalarda, İsrail kazanan taraf oldu. Bu durum Araplarda müthiş bir öz güven kaybına sebep oldu. Filistin davası bu sebeple büyük zaafa uğradı. Zaten bir türlü birlik-beraberlik içinde olmayan Arap Dünyası, bu yüzden iyice bölündü ve parçalandı. Filistin Meselesi şöyle dursun, ülkeler kendi içinde çeşitli sebeplerle birbirlerine düştüler. Zengin olan ve olmayan Arap devletleri hasım durumuna düştüler vs. vs...

Fakir ülkelerin iç meseleleri dağlar gibi yükselirken, zengin devletlerde de çok dramatik zihniyet değişikliği ve bambaşka hayat tarzları öne çıkmaya başladı. Bugün Körfez ülkelerindeki sosyal yaşantıya biraz yakından bakıldığında, ne demek istediğimiz gayet iyi anlaşılacaktır…
Evet, her şeye rağmen Türk milleti, Arap âlemiyle dost ve kardeş ilişkisi içinde olmaya daima dikkat etmiştir. Bu dostluk ve kardeşliği gölgeleyen sebeplerin zuhurunda da, Türk milleti her zaman dikkatli ve itinalı bir tavır içinde olmuştur. Bu, şüphesiz doğru hareket tarzıdır. Ve Arap halkları da bunun gayet farkındadır…

Sıkıntı hep yönetimlerden kaynaklanıyor. Arap Baharı diye takdim edilen felaketler zinciri, ne yazık ki kardeş ülkeleri tarumar etti. Bu yakıcı gelişmelerden Türkiye’nin derinden etkilenmemesi mümkün değildi. Tek başına Suriye Faciası bunun için yeterli. Umarız herkes olup bitenlerden gerekli dersleri çıkarmıştır. Artık daha fazla vakit kaybetmeden, ilişkileri hızla onarma ve geliştirme zamanıdır. Bunu başarmak zorundayız!..
 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.