Rahşan Ecevit'in "Din elden gidiyor..." beyanatından sonra, misyoner faaliyetleri gündemin tam ortasına oturdu. Gazete ve televizyonlar, misyonerlerin ülkemizde yaptığı çalışmalara fokus yapınca, bu alandaki faaliyetlerin hangi noktalara vardığını bazıları daha iyi görmüş oldu. Şimdiye kadar, alışılagelen bir ifadeyle; "Türkiye'nin yüzde doksan dokuzu Müslüman..." denilerek, başka dinlerin ülkedeki varlığının ve mensuplarının faaliyetlerinin ciddiye alınmadığını bilmeyen yok gibi. Ancak, sadece nüfus cüzdanlarında din hanesinde "İslam" yazılmasıyla, (Ki, yeni nüfus cüzdanlarında bu da artık sözkonusu değil) yahut doğruluğu irdelenmemiş istatistiki rakamlarla gerçeklerin örtüşmediği artık iyice ortaya çıkmış oldu. Aslında farklı bir sonucu beklemek de çok safdillik olurdu!.. Çünkü bu durum, yüzyıllar süren faaliyetlerin bir neticesidir. Türklerle başa çıkmanın yolunun, onları dininden uzaklaştırmaktan, yahut dinî duygularını zayıflatmaktan geçtiğini keşfeden odaklar, derhal bu istikamette amansız bir faaliyete giriştiler. Çanakkale'de Fransızlarla birlikte tarihî bir mağlubiyet alan İngilizlerin başvekili Churchill'in, kendisine karşı yapılan şiddetli protestolara verdiği cevap tüyler ürperticidir... Elindeki Kur'an-ı kerimi nümayiş yapan kalabalığa doğru sallayan Churchill; "Türkleri mağlup edemedik ama, ellerindeki en kıymetli varlık olan bu kitabı aldık. Artık onlarla rahatça başa çıkabiliriz..." diyordu. Osmanlının son iki yüz yılında ve Cumhuriyetin de seksen yılında, milletini en kıymetli hasletlerinden koparma gayretleri bütün hızıyla devam etti. İnsanların din duyguları akla hayale gelmedik yollarla törpülendi. Yeni nesiller dini konularda cahil bırakıldı. Mesela piyano çalmasını veya dans etmesini öğrenmesi için çocuğuna yıllarca özel ders aldıran ebeveynler, bu fedakarlığın binde birini din eğitimi için göstermedi. Tam tersine, çocukların yaz tatilinde iki ay Kur'an-ı kerim kursuna gönderilmesini, irtica ve laikliğe karşı büyük tehlike olarak lanse edenler oldu. Böylece dini eğitim yönünden sıfır noktasında bulunan birkaç nesil gelip geçti. En basit dini konulardan bile habersiz ama makam-mevki ve etiket sahibi kişiler, her fırsatta dini ve dindarları aşağılarken, bazı ilahiyat (teoloji) profesörleri ihtisas sahaları olan felsefeyi kelam ve fıkıh ilmi yerine koyarak insanları doğru yoldan saptırma yarışına girdi! Öyle bir karmaşa oldu ki, insanlar neye inanacağını şaşırdı. Ülkede hakiki İslamiyeti anlatabilecek insanlar azaldıkça azaldı. Bazıları da, doğru yoldan şaştı! Ya Şarkın Yıldızı Locasına kayıtlı olan Mısırlı Abduh ve şürekasına kapılıp reformcu oldu, ya Suudi Arabistan'daki vehhabilerin tuzağına düştü, ya da İranlı Mollaların peşinden gitti. Ve bunlar diplomalı olduğu için insanların kafasını rahatlıkla karıştırabildi. Çünkü din bilgini vs. sıfatlarla halka tanıtıldı. Şimdi Kurban Bayramı yaklaşıyor; yine bazı Prof.'lar çıkıp tavuk ve horozun, hatta balığın bile kurban olarak kesilebileceğini söyleyecek. Bazıları da kurbanı toptan inkar edecek!.. İşte bu hengame misyonerlerin arayıp da bulamayacağı bir ortamdı. Onlar çalışıyorlar. Peki acaba Diyanet ne yapıyor? İnsanlara temel akaid ve fıkıh bilgilerini vermek yerine felsefe ve ahlak konuşmalarıyla göz mü boyuyor? Sapkınlar kadar cesaretle, İslami hükümler açıkça söylenemeyecek mi? Diyanetin misyonu sadece vaziyeti idare etmek midir? Yıllardır, "Hurafelerle savaşıyoruz..." diye, insanlar kabir ziyaretlerine gitmekten caydırıldı. Kabir ziyareti ile türbelere bez parçası bağlama veya mum yakma hurafesi birbirine karıştırıldı. Ama öyle bir gün geldi ki, bu zavallı insanlar, İncil'in arasına sıkıştırılmış yüz dolarla, yurt dışında iş bulma vaadiyle, yahut cinsellik tuzaklarıyla kiliselere mum yakmaya götürüldü!.. Başka ne beklenebilirdi ki? Şimdi yine bazıları kaçamak laflarla işi idare etmeye çalışacak. Ama bilinmelidir ki, durum gerçekten vahim! Dini yönden cahil kalmış zayıf insanların, manevi boşluğa düşmüş olup bunalıma girenlerin tuzağa kapılıp mürted olmaması, yani dinden çıkmaması için onlara evvela İslamiyetin dosdoğru şekilde öğretilmesi gerekir. Bu Kur'an-ı kerim meali dağıtmakla olmaz. Zira dinin temel bilgileri, mealden değil, doğru şekilde yazılmış akaid ve ilmihal kitaplarından öğrenilebilir. Bakalım Diyanet bu misyonu ne kadar yerine getirebilecek?