Üç gün boyunca, BDP yetkilileri ile aday müracaat dosyaları üzerinde görüşmeler yaptıktan ve "Herhangi bir pürüz yok..." dedikten sonra, YSK niye böyle bir karar aldı acaba? Gerekçe hukuk mu, kanun mu (Her kanun hukuki olmayabilir... Buraya bir 'mim' koyunuz!), yoksa başka bir şey mi? Zira gelen haberlere göre, müracaatı geri çevrilen adaylar hakkında, birileri "özel" ihbarda bulunmuş... Yani YSK, kendiliğinden sicillerin farkına varmış değil. Şöyle ki, geçmişte aynı suçtan hüküm giymiş olan Sırrı Süreyya Önder'in adaylığı kabul ediliyor. Ama Ertuğrul Kürkçü'nünki reddediliyor. Üstelik Kürkçü, 1961 Anayasasının yürürlükte olduğu dönemde mahkumiyet almış. Onunla aynı durumda olanlar daha sonra parti kurucusu bile olmuş. O zaman da itiraz olmuş, ama hak mahrumiyetinin temelli olarak ortadan kalktığı tespit ve tescil edilmiş. Anlayacağınız işin içinde iş var... Peki bu karar neye, kime yaradı? Neyi halletti? Karar üzerine sanki böyle bir şeyi bekliyormuşcasına, hazır bekleyen BDP ve bölücü örgüt unsurları, ortalığı savaş alanına çevirdi. Tahriklerin bini bir para. Üç gündür sokaklar anarşi kaynıyor... İnsan ister istemez merak ediyor: Acaba bu kararla, "Bürokratik Oligarşi" yeni bir toplumsal mühendislik denemesine mi girişti?.. Sahi, yeni bir şeyler mi sınanıyor? Sükunet yerine gerilim, "düz ovada siyaset" yerine dağlarda terör; toplumsal barış yerine etnik çatışma, hukuk ve demokrasi yerine kaos, şiddet, belirsizlik... Bu düzenden beslenen odakların tam da istediği hal. Yaklaşık otuz yıldır ülkenin belini büken fitne ateşine, niye benzin dökülür ki! Ortalık toz dumana boğulduktan sonra, "Belgelerinizi getirin değerlendirelim..." diye, geri adım atan YSK'nın aklı üç gün önce neredeydi? Niçin bu kadar hasara ve tahribata meydan verdi? Bunun mantıklı bir izahı olabilir mi? Olmadığı için de, ister istemez bürokratik oligarşinin operasyonu akla geliyor. Var veya yok... Ama sonuç ortada! Şimdi herkes kendince seferber olmuş vaziyette. Cumhurbaşkanı çeşitli temaslar yapıyor. Sorumlu ve yetkililere çağrılarda bulunuyor. Ama diğer taraftan fitne ateşi de körüklenmeye devam ediyor. BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, Diyarbakır Bismil'de göstericilere ateş açıldığı bahanesiyle, Cumhurbaşkanı'nın görüşme davetine (daha önce davet edilmekten memnun kaldığı ve görüşmeye gideceğini açıkladığı halde) olumsuz cevap veriyor. Besbelli, BDP ve uzantıları meseleyi sonuna kadar istismar etmeye niyetli. Ama gelin görün ki, birileri de sürekli olarak onlara zemin hazırlıyor... Şunu da ıskalamayalım: Bütün bu sıkıntıların temel sebebi, 12 Eylül İhtilalinin ürünü olan mevzuat... Yamalı bohçaya dönen 1982 Anayasasının 76. maddesi ve onunla çelişik olan yeni Türk Ceza Kanununun 53. maddesi. Ve yeni TCK ile çelişik olan yeni Adli Sicil Kanununun 13. maddesi... YSK da, işi biraz daha karıştırmış. 2005 yılında yürürlükten kalkan eski ceza kanunu (765 Sayılı Kanun) ile, yeni adli sicil kanunu hükümlerini (Çünkü birbirine uyuyor!) alıp anayasa hükmüyle (ne de olsa üst hukuk normu...) bağdaştırmaya çalışmış!.. Neticede ortaya bugünkü tablo çıkmış. Bakalım YSK, kendi eliyle yaptığı bu kördüğümü nasıl çözecek?.. Şayet çözemezse, işte o zaman, yandı gülüm keten helva!