Önce şu dehşet verici sosyal durumu bir kere daha hatırlayalım: Gazetemizin salı günkü (6 Mayıs) manşet haberinde şu kritik bilgi yer alıyordu: Cezaevinden çıkan her yüz kişiden kırk beşi tekrar suç işliyor!..
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e yumruklu saldırıda bulunan, Selçuk Tengioğlu isimli şahsın, evlat katili olması ve iki çocuğunu öldürüp ikisini de yaralamak gibi fecaat üstüne fecaat işlemesine rağmen, nasıl olup da on altı yıl gibi bir hapis cezasıyla kurtulduğu ve serbestçe aramızda dolaştığının tartışması yapılıyor… Tengioğlu'nun eylemi sansasyonel olunca, toplumdaki tartışmanın boyutu da ona göre gelişti. Hâlbuki, bu son vukuattan önce de, eski hükümlülerin hapisten çıktıktan sonra tekrar suça karıştığına dair, hemen her gün bir düzine hadise vuku buluyordu… Yani az veya çok, etkili veya etkisiz, dengeli veya dengesiz ceza vermek, tek başına suç faillerini, özellikle suç makinesine dönüşen mahut tipleri maalesef yola getirmiyor, getiremiyor. Bilindiği üzere, modern hukukta suç işleyen kişilere verilen ceza, öncelikle faili ıslah etmeye ve pek tabii devamında başkalarına ibret teşkil ederek, böylelikle insanların kanunları çiğnemekten sakınmalarını temin etmeye dönüktür… Yani suçlulara hükmedilen ceza bir intikam alma tatbikatı değildir. Cezanın özünde suça karışanları terbiye edip, onları yeniden topluma kazandırma hedefi yatar. Tam da burada, Tanzimat döneminin önemli edebiyatçılarından Ziya Paşa’nın Terkîb-i Bend’inde kaleme aldığı şu özlü sözü hatırlamamak mümkün değil: “NUSH İLE USLANMAYANI ETMELİ TEKDİR, TEKDİR İLE USLANMAYANIN HAKKI KÖTEKTİR!” Tabii burada “kötek” lafını duyan bazıları yerinden zıplayabilir… Günümüz dünyasında hâlâ daha kötekle netice almaya mı kalkıyorsunuz diye, bayağı üst perdeden ahkâm keserler.
Ne var ki, Ziya Paşa'nın bu sözü çoktan kayıtlara geçmiş ve dillere de pelesenk olmuş. Yalnızca bu söz değil tabii. Daha başka ve daha ağır ifadeler de vardır. Mesela insanların vicdanını kanatan suçlara karışanlar için şöyle demezler mi? "Bunları derhal meydanda asacaksın!.." Yahut topluca bir ders vermek için; “Sallandıracaksın birkaç tanesini, bak o zaman ne oluyor!..” Türkiye’de, Avrupa Birliği müktesebatına uyum sağlamak maksadıyla, 1980’li yılların ilk yarısından beri idam cezası uygulanmıyor. Diğer taraftan ABD (bazı eyaletlerde kaldırıldı) ve Çin başta olmak üzere pek çok ülkede idam cezası var ve hayli yüksek oranda da tatbik ediliyor. Hâlihazırda Türkiye’de, dört yüz bin kişi ceza ve tevkif evlerinde cezasını çekiyor. Gazetemizin haberinde belirtildiği üzere altı yüz bin kişinin de, “denetimli serbestlik” çerçevesinde cezası dışarıda infaz ediliyor. Türk Ceza Kanunu ve Ceza İnfaz Kanunu yirmi yıl önce değiştirildiği hâlde, günün şartlarına cevap vermekte yetersiz kalıyor. Bazı suçlara tatbik edilen hükümler ve buna göre suçlulara biçilen cezalar çoğu kere vicdanları rahatlatmıyor. Bu mesele çok derin. Öyle ki, hukukçular da kolay kolay içinden çıkamıyor… Mahkemelerde hâkimler tabiatıyla dosya muhtevasına ve ‘vicdani kanaatlerine’ göre hüküm veriyorlar. Bu mevzuya ne kadar uyar, tartışılabilir ancak; “Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır…” sözü fehvasınca, her hâkimin hukuk ilmine vukufiyeti, dosyaya hâkimiyeti ve şahsi ve vicdani kanaatiyle karar vermesi yekdiğerinden farklı olacaktır. Suçlulara verilecek ceza miktarını tespit ederken, kanundaki en alt ve en üst sınırın tespit ve takdirinde ayrışma kaçınılmazdır. Keza haksız tahrik gibi veya pişmanlık hâli gibi hafifletici sebeplerin dikkate alınmasında, her hâkimin kendine has ölçü ve yaklaşımı kaskatı bir gerçektir. Bu yüzden kimi davalarda verilen kararlar, bazen büyük şaşkınlıklara, tepkiye yol açabiliyor. Diğer taraftan ilk derece mahkemelerinde verilen kararların istinaf veya temyiz safhalarında, yüksek oranda bozulmaya maruz kalması da ayrı bir sıkıntı kaynağı… Bu gibi hepsini sayamadığımız daha pek çok sebeple, yargı mercilerinde verilen kararlar, resmî prosedürün dışında bizatihi vicdanlar tarafından da şiddetle tenkit ediliyor.
Gerçekçi olmak gerekirse, bu tartışma ve şikâyetlerin büsbütün ortadan kaldırılması mümkün değil. Lakin azaltılması mümkündür. Bunun için de öncelikle ilgili kanunların (Ceza kanunu ve ceza infaz kanunu başta olmak üzere) köklü biçimde ele alınıp yetersiz kalan veya ilgili suç bakımından daha farklı hükümlerin ihdas edilmesi gereken noktalarda, bir ıslahata gitmek zaruridir. Toplumda bu konuda çok ciddi rahatsızlık ve şikâyetler söz konusu… Adalet Bakanlığı ve AK Parti, hâlen bir çalışma yürütüyor. Temenni edelim ki, neticede iyi bir düzenleme ortaya çıksın. Cezaların arttırılması ve infaz hükümlerinin sertleştirilmesi, şüphesiz caydırıcı etkiye sahiptir. Ancak tek başına yeterli olamaz. Cezaevindeki sosyal şartlar ve en önemlisi de, insanları gerçekten terbiye edecek bir eğitim ortamının sağlanması şarttır. Yetkililerin beyanına göre, Türkiye’de cezaevinden çıktıktan sonra tekrar suça karışan kişilerin oranı yüzde kırk beş civarında. Dünya ortalamasının da seviyede olduğu belirtiliyor. Lakin dünya ortalaması böyle deyip, mevcut durumu kabullenmek de herhâlde düşünülecek bir durum değildir!.. Çünkü toplumdaki suç işleme temayülü ve suça karışma yaşı, hakikaten alarm veriyor... Ziya Paşa’nın yukarıdaki sözü bugün kulakları tırmalayabilir. Ancak kanun tanımaz azgınları yola getirecek metotlar bugün için ne ise, mutlaka onları uygulamaya sokup toplumun huzur ve sükûnuna amade kılınmalıdır...
Tekrar ifade edelim ki, cezaevleri suçluyu ıslah eden yerler olmalı. Suçluları daha fazla azdıran ortam hâline gelmesi felaket üstüne felaket olur… Her halükârda adaletin tecellisi sağlanmalıdır. Suça göre gereken cezanın verilmesi… Çünkü adalet tecelli ettiğinde ancak vicdanlar rahatlar!
İsmail Kapan'ın önceki yazıları...