Son iki yıldır hemen her gün konuştuğumuz "17 Aralık dönüm noktası" , artık geride kaldığına ve Türkiye tam üyelik müzakereleri için tarih alma başarısını gösterdiğine göre, hiç vakit kaybetmeden ve asla rehavete kapılmadan; derhal bizi bekleyen yeni ve zorlu dönem için çalışmaya başlamalıyız. Brüksel'de ne kazanıldı, ne kaybedildi tartışmalarını uzatmak, vakit israfından başka bir şey değildir. Hâlâ daha bazı AB üyesi ülkelerden gelen çatlak seslere de fazla takılıp kalmanın gereği yok. Hollanda Dışişleri Bakanı Bot' un; Fransa ve Avusturya'daki muhtemel referandumlar sebebiyle Türkiye'nin tam üyeliğinin tehlikede olduğunu söylemesi amiyane tabiriyle laf kalabalığından başka bir şey değildir. Şöyle ki; daha şimdiden yapılan kamuoyu yoklamalarında ortaya çıkan tabloya göre, Fransız halkının yüzde elli ikisi, Chirac'ın Türkiye'ye destek veren politikasını destekliyor... Eğer öne sürüldüğü gibi, müzakereler en az on yıl sürecekse (Ki, bize göre bu kadar sürmeyecek!) bu zaman zarfında köprülerin altından daha çok sular akar. O halde, bugünden geleceği ipotek altına alma gayretleri beyhudedir. İşin esasına gelirsek; müzakere sürecinde Türkiye'nin önünde duran büyük engeller bellidir. En önce çözülmesi gereken düğüm, Kıbrıs meselesidir. Önümüzdeki dokuz ay içinde bu konunun bir daha Türkiye'yi rahatsız edecek şekilde gündeme gelmesini önleyecek çözümün mutlaka bulunması gerekiyor. Geçtiğimiz Nisan ayında referanduma sunulan Annan Planı çerçevesinde böyle bir çözüm imkansız değil. Bilakis geçmişe göre daha da kolay olabilir. Ancak burada siyasi kararlılık ve dış dünya dengelerini iyi kullanmak gerekiyor. AB üyeleri nezdinde keyfimizi en fazla kaçıracak olan ikinci mesele, "Ermeni soykırımı" iddialarıdır. Bu meselede de, Türkiye'nin artık reaksiyoner olmaktan öte gerçekçi faaliyetlerde bulunması şarttır. Mademki, Türkiye bu konuda kendinden emin ve iddiaların yersiz ve temelsiz olduğunu söyleyip duruyor; o halde bu mesele ile alakalı bütün tarihi belgeleri sadece Türk vatandaşlarına değil, tüm dünyaya, uluslararası bilim kuruluşlarına, tarih araştırmalarına etkili biçimde sunarak, gerçeklerin görmeyen gözlere de batmasını sağlamalıdır. Birkaç milyon dolar harcayarak, bu konu hakkında yazıp çizen bilim adamlarını, tarih araştırmacılarını, hatta ilgili siyasetçileri ülkemize getirtip, hem arşivlerimizdeki belgeleri incelemelerini, hem de mesela o dönemde Ermeni çeteleri tarafından yapılan katliam kalıntılarının sergilendiği müzeleri gezip görmelerini temin edebilmeliyiz. Bunu hem de gecikmeden yapmalıyız. Eğer başarırsak emin olunuz ki, her adımda karşımıza çıkan ve gerçekten büyük sıkıntı veren bir dertten daha kurtulmuş olacağız. Bilelim ki, Fransa gibi bazı ülkelerin iç kamuoylarında bize karşı dalga dalga kabartılan tepkilerin kaynağı hep bu meseledir. Buna daha fazla müsaade etmemeliyiz. İmajımızın bu kadar ucuza yıpranmasını artık durdurmalıyız. AB ile ilgili olarak hemen başlanması gereken diğer bir husus da, "tarama" denilen mevzuat mukayasesinin çabuk, doğru ve sıkıntısız geçirilebilmesi için ciddi bir şekilde çalışmaktır. Esasen beklenen bir durum olduğuna göre, bu iş için gerekli hazırlıkların şimdiye kadar yapılmış olması gerekir. Bu konuda esas yükü taşıyacak olan Adalet Bakanlığının, diğer devlet kurumlarından da yakın destek alması zaruridir. Kısacası, Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün kurum ve kuruluşlarıyla ve umumi bir seferberlik anlayışı ile hareket ederek, bu sıkıntılı süreci aşmak için bugünden harekete geçmesi kaçınılmazdır. 3 Ekim 2005 tarihine kadar, başta Kıbrıs ve Ermeni meseleleri olmak üzere, haksız yere Türkiye'nin önüne engel olarak çıkarılan konular hal yoluna sokulabilirse, müzakere masasına daha rahat oturabiliriz. Ve hızla da mesafe katederiz. Bu söylediklerimizin hepsi bilinen şeyler, başkaları da benzer kelimelerle bunları dile getiriyor. Ancak şimdiye kadar çoğu meselenin çözümü ya sadece lafta veya kağıt üzerinde kaldı. Dolayısıyla her seferinde aynı durumla karşılaşıp sıkıntıya düşüyoruz, ne yapacağımızı şaşırıyoruz!.. Yani 70 milyonluk bir Türkiye'yi veto tehdidi altında bulundurabilen 700 bin kişilik Kıbrıs Rum devletçiğinin, yahut bütün bir Avrupa'yı aleyhimize kışkırtabilen birkaç yüz bin kişilik Ermeni diasporasının elinde bulunan kozların ne olduğunu ve nasıl etkisiz hale getirilmesi gerektiğini, sadece lafla değil fiilen de ciddi bir biçimde ele almalıyız.