Rusya Devlet Başkanı Viladimir Putin'in aralık ayı başındaki Ankara ziyaretinden tam bir ay sonra, bu defa Başbakan Tayyip Erdoğan'ın herhalde şimdiye kadarki en kalabalık heyetle -(Beşyüz tane iş adamı ve doksan gazeteci de dahil altı yüz küsur kişilik bir heyet) Moskova'ya yaptığı ziyaret; bir süreden beri olumlu şekilde seyreden ilişkileri iyiden iyiye pekiştirdi denilebilir. Bu hükme varmamız, sadece başbakanın beraberindeki heyetin kalabalık olmasından değil elbet! Dünya dengelerinin birçok yönden alt üst olduğu ve kıyasıya bir paylaşım kavgasının devam ettiği bir dönemde, tek kutuplu dünyadan tekrar çok kutuplu bir düzene dönüşümün başladığı ve yeni ittifak arayışlarının hız kazandığı bir zamanda, bir ay gibi kısa bir fasıla ile gerçekleşen iki önemli ziyaretin, Türk-Rus ilişkilerini müsbet yönde ileriye taşımasının yanında, dünyanın diğer önemli aktörlerinin dikkatini de önemli ölçüde cezbedeceği açıktır. Amerika Birleşik Devletleri, Sovyetler Birliği'nin dağıldığı, yani soğuk savaş döneminin sona erdiği yıl olarak kabul edilen 1989'dan bu tarafa çok hızlı ve agresif bir politika ile, yakaladığı avantajı kalıcı kılmaya ve kendisine rakip çıkmasını geciktirmeye çalışıyor. Bu çerçevede bir taraftan, NATO'yu kendi planları doğrultusunda genişletip, Rusya'yı Kuzey'den ve Batı'dan kuşatırken, diğer taraftan, 11 Eylül hadisesini kullanarak, bir zamanlar Rusya'nın arka bahçesi mahiyetinde olan Afganistan'ı işgal etti, Özbekistan'a askeri üs kurdu. Aynı niteliğe sahip Gürcistan'da ise; hem üs kurdu hem de, bir halk hareketi ile Rusya'yı devre dışı bıraktı. Aynı oyunun daha büyüğünü ise, Rusya için hayati önem taşıyan Ukrayna'da oynadı. Üstelik bunu, bir süreden beri Rusya ile yakınlaşma işaretleri veren Avrupa Birliği'nin, özellikle de Almanya ve Fransa'nın yardımıyla yaptı... Ukrayna'yı kaybetmek Rusya için imparatorluk vizyonunun daimi şekilde kaybı demektir! Eh, herhalde Rusya kendisinin izole edilmesine karşı kayıtsız kalacak değildi... Nitekim kalmadı da. Rusya yeniden süper güç olma iddiası paralelinde; hem ekonomisini, hem de ileri teknoloji ile birlikte, yeni nesil nükleer silah programlarını geliştirerek, pes etmediğini ve etmeyeceğini ortaya koyuyor. Diğer taraftan, çok yönlü dış politika ile, Avrasya'da hem ABD'yi ve hem de AB'yi dengeleme stratejisini başarıyla uygulamaya çalışıyor. Bu çerçevede diğer bir önemli küresel aktör olan Çin ile ilişkilerini geliştiriyor. Orta Asya Cumhuriyetlerini de içine alan 'Şanghay Birliği'ni kuruyor. Bu arada uzun vadede önemli bir aktör olmaya aday Hindistan ile de yakınlaşmaya çalışıyor. Ve daha da önemlisi Orta Asya'da, Kafkasya'da ve Orta Doğu'da büyük öneme sahip Türkiye ve İran'la münasebetlerini geçmişe nazaran çok daha ileri noktalara götürüyor. İslam dünyası ile sıkı bağlar kurmaya dikkat ediyor. Mesela geçen Haziran ayında İstanbul'da yapılan İslam Konferansı Teşkilatı'nın zirve toplantısına ilk defa gözlemci olarak katılıyor... Son olarak, Erdoğan'ın Moskova ziyaretiyle birlikte yeni ve çok önemli açılımlarda bulunuyor. Mesela Kıbrıs konusunda, şimdiye kadar hiç göstermediği bir tavır sergiliyor. KKTC'nin izolasyondan kurtulması için açıkça destek veriyor. Bu desteği derhal BM Genel Sekreteri'ne de bildiriyor. Ermenistan meselesinde arabuluculuk yapmaya hazır olduğunu açıklıyor. Türkiye'nin özellikle AB ile olan ilişkilerde sıkıntısını çektiği bu iki önemli meselede, Rusya'nın ortaya koyduğu yeni tavır gerçekten çok önemli. Dolayısıyla Türkiye'yi hep yokuşa sürmeye çalışan AB'nin; bu gelişmeler karşısında durumu kavramak için dikkat kesileceği düşünülmelidir. Aynı şekilde, Irak meselesinin ta başından beri, her defasında hiçbir şey vermeden Türkiye'den birşeyler isteme alışkanlığını terk etmeyen ABD de, yeniden düşünme ihtiyacı hissedecektir herhalde... Rusya ile ticaret hacminin bu yıl 15 milyar dolara, 2007'de 25 milyar dolara çıkması önemlidir ama, siyasi münasebetlerin kalıcı şekilde iyileşmesi daha önemlidir. Konulara Amerikan gözlüğü ile bakanların dudak bükmelerine bakmayın siz, Türkiye ile Rusya'nın dostluğunun gelişmesi, bazılarının keyfini kaçıracaktır. Bu da bizim lehimizedir, zira Türkiye'nin kıymetini bilip de takdir etmeyenlerin gözü ister istemez açılacaktır!..