Ermeni soykırım iddialarına dair tasarıyı, yalnızca Sarkozy'nin kişisel bir meselesiymiş gibi algılamak veya öyle takdim etmek, çok yanlış olur elbette. Sarkozy'den çok daha önceki dönemlerden bu yana, Fransa'nın ülke olarak bu meseleye yaklaşımı ortada... Ancak Sarkozy'nin, gerek birkaç yüz bin Ermeni'nin oyuna göz diken politik opurtünizm dürtüsüyle, gerek dini-felsefi köken ve aidiyet bağları dolayısıyla, bir saplantı şeklinde dışa vurduğu Türkiye aleyhtarlığı tavrı (hatta buna nefret demek daha gerçekçi olur), son tahlilde ister istemez öne çıkıyor. Bu yüzden de şimdiki halde, sanki bu iş sadece Sarkozy'nin başının altından çıkmış gibi bir algı, olayın bütününü gölgeliyor. Halbuki, Sarkozy ateş olsa, cirmi kadar yer yakar!.. Lakin şurası bir hakikat ki, Fransa (Siz bundan Fransa'ya yön veren elit tabaka ve siyasetçileri anlayabilirsiniz...); çok çeşitli sebeplerden ötürü ülkemize, şaşı bakıyor. Her şeyden önce Fransa, kendi menfaat coğrafyasında (Akdeniz, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve hatta Afrika'nın tamamı...); Türkiye'yi çok ciddi bir rakip olarak görüyor ve bir biçimde onu yavaşlatmaya, mümkünse durdurmaya çalışıyor. İki yüz yıl önce, Kuzey Afrika'da; yüzyıl önce, Asya'daki Arap topraklarında elde ettiği güç ve kazanımların gün be gün aşınması, Fransa'yı daha saldırgan politikalara sevk ediyor... Hele hele bu bölgelerde, Türkiye'nin hissedilir biçimde yükselen etkisi Fransız yetkililerini, tabir yerindeyse deli ediyor!.. Bakınız son bir yılda, Tunus'ta; Libya'da, Mısır ve Suriye'de ve pek tabii Lübnan'da, meydana gelen hadiselere, Türkiye'nin geçmişe nazaran çok daha bariz şekilde buralara müdahil olma kapasitesi, Paris'in hiç hoşlandığı bir durum değildir. AB'ye tam üyeliğimizin önüne, en büyük engelleri çıkaran Fransa'nın: "Afrika'da ne işiniz var?.." gibi, absürd ve kibirli yaklaşımına karşı; Ahmet Davutoğlu'nun verdiği şu karşılık çok anlamlıdır: "Tanzanya'daki elçilik binamızı yapan ilgililere, şu talimatı verdim: Öyle görkemli bir bina inşa ediniz ki, Sarkozy kafasını her çevirdiğinde mutlaka görsün..." Şüphesiz bu özgüven ifadesi ve bir meydan okumadır. Türkiye güçlendikçe ve bu şekilde özgüvenini izhar ettikçe, her taraftan husumet duyguları da yönelecektir. Buna çok hazırlıklı olmamız lazım. Bunun için de öncelikle soğukkanlı olmak gerekir. Lafla, kuru öfkeyle, parmak sallamakla bir şey olmaz. Bunu bilelim. Mademki konu bu raddeye geldi, o halde vereceğimiz karşılıkların, Fransa'nın canını mutlaka acıtması lazım. Bu sebeple de, işi fiiliyata dökmeden önce, hesabını-kitabını iyi yapmak şart. Mayıs ayındaki seçimlerde, Sarkozy pekâlâ boyunun ölçüsünü alabilir. Ama mesele orada bitmez. Yani "beş yüz bin Ermeni'nin oyu" devede kulak kalır!.. Fransa'da, beş yüz bine yakın da Türk var. Avrupa Birliği ülkelerinde, altı milyondan fazla Türk var. Önceki gün Paris'te yapılan yürüyüşte 35 bin değil de yüz-yüz elli bin Türk yürüseydi, herhalde etkisi çok daha farklı olurdu. Sadece miting ve yürüyüşle değil şüphesiz, her alanda ve kalıcı izler bırakacak şekilde tavır koymak lazım. Kaldı ki, tasarının Senatodan geçmesi dünyanın sonu değil. Bu hamur daha çok su kaldırır...