Stat terörü, tribün faciası vs...

A -
A +

Önceki gün, Beşiktaş-Çaykur Rizespor maçı sırasında meydana gelen cinayet olayından sonra; yapılan açıklamalara, resmi beyanlara ve yazılan yazılara bakıldığında, her zamanki gibi duygusal yaklaşım, anlık tepki ve genel olarak vaziyeti idare etme yönteminin uygulandığı hemen fark ediliyor... Oysa durum son derece vahim! Bunun için de gecikmeden, derhal kalıcı, etkili, eğitici, caydırıcı ve tatbik edilebilir tarzda çok yönlü tedbirlerin uygulamaya konulması gerekiyor. Meselenin Bakanlar Kurulu'nda gündeme gelmesi, Futbol Federasyonunun olağanüstü toplanması o işin hallolduğu manasına gelmez tabii. Kaldı ki, bu mesele sadece hükümeti veya emniyeti ilgilendiren bir konu da değil. Kanun çıkarmakla da bu iş önlenemez. Acaba toplum olarak bunun ne kadar farkındayız? Bu mesele, topyekun hepimizin derdi olmalı... Eğer olayı, bazı açıklamalarda olduğu gibi; henüz lise öğrencisi ve 16 yaşında olan bir gencin, üstelik aynı kulüp taraftarı olduğu söylenen ama uyuşturucu müptelası ve sabıkalı, 22 yaşındaki bir başka genç tarafından bıçaklanarak öldürülmesi ve münferit bir hadise gibi değerlendirmeye kalkarsanız, bu işin içinden çıkmanız mümkün olmaz. Evet, Cihat Aktaş'ın öldürülmesi bireysel nitelikli bir cinayet olabilir ama, bu hadise ve bundan önceki benzer vak'alar toplumsal bir felaketi haber veriyor beyler! Yıllar yılı televizyon ekranlarında ve gazete sayfalarında müşahede ettiğimiz "HOLİGANİZM" faciasının sadece İngiltere gibi bazı Avrupa ülkeleriyle sınırlı olmadığını, gerçekten tedbir alınmadığı takdirde bunun kısa zamanda ülkeyi dehşete boğacağını düşünemedik mi acaba? Bu memlekette her fırsatta hayali tehlikeleri gündeme getirerek, halkın ensesinde boza pişirmeye kalkışanlar; acaba ülkenin geleceği demek olan gençliğin büyük ekseriyetinin bunalımda olduğunu, eğitimsiz, kültürsüz, mesleksiz, işsiz, suç işlemeye meyyal, yarını olmayan yahut yarınını düşünmeyen, lümpen kültürün etkisinde yoz bir hayat yaşayan bu kitlenin, psikolojik ve sosyolojik olarak ne gibi hastalık ve tehlikelerle yüz yüze bulunduğunu niçin hiç gündeme getirmezler?! Daha önce bu yaşlardaki gençler tarafından; hırsızlık şebekesi, kap-kaç terörü, uçucu-uyuşturucu madde iptilası, kız meselesi, haraç çetesi ve daha bilmem ne acaip ve garaip örgütlerin karıştığı kaç cinayet, kaç yaralama vukua geldi? Birileri muhasebesini yapıyor mu acaba? Muhasebe yapmak, çetele tutmak değildir elbet... Bakınız, sık sık yayınlanan istatistiklerde, uyuşturucu yaşının 11'e kadar düştüğü hep rapor edilir. Bu raporlar bir iki gün medyada yer alır, ondan sonra da unutuluverir. Taa ki bir feci olay zuhur edene kadar!.. Ateş düştüğü yeri yakar... Aktaş ailesinin fertleri ne kadar feryat etse de 16 yaşındaki Cihat artık yok. Olayın zanlısı olarak yakalanan kişinin, kendisine gösterilen tepki karşısında dehşete kapılıp ağlayarak pişmanım demesi, bu arada kulüp yetkililerinin üzüntülerini beyan etmesi, spordan sorumlu başbakan yardımcısı ve devlet bakanının açıklama yapması, televizyon ve gazetelerde olayla ilgili haber ve yorumların birkaç gün sürmesi vs. bunların hiçbirisi acılı ailenin üzüntüsünü hafifletemez. Belki bu acılı hadiseden toplum olarak yeteri kadar ders çıkarabilirsek ve böylece gelecekte benzer hadiselerin önü alınabilirse, bir nebze teselli olur artık. Ama hemen belirtelim, eğer şimdiye kadar olduğu gibi, tepkiler ve tedbirler sadece lafta kalırsa, yazık ki, ne yazık! Şunu unutmamamız gerekiyor; gençlik sıkıntılı, gençlik bunalımda ve gençlik maalesef yalnız... Toplumdaki sakatlıklar, en çok gençleri etkiliyor. Onların aileleri, arkadaşları, okulları ve öğretmenlerinin olması, yalnız ve kimsesiz olmadıkları anlamına gelmiyor. Belki bir çoğu ailesi olmasına rağmen kimsesiz, arkadaşları olmasına rağmen yalnız, okulları olmasına rağmen eğitimsiz ve dolayısıyla etrafında kol gezen tehlikelere karşı korunmasız... Gençliğin enerjisi, hırsı, duygusallığı yanlış mecralara yönelince, işte böyle feci olaylarla karşılaşılıyor. Bazen bir okul bahçesinde, bazen bir futbol stadında, bazen bir sinema salonunda, ama muhakkak ülkenin bir yerinde ve toplumun bünyesinde, fail ve mağdurları farklı ama, niteliği farksız, birbirinin aynısı veya benzeri felaketler! İşte bu yüzdendir ki, bazılarının söyleyip yazdığı gibi emniyet makamlarını, kulüp ve stat yetkililerini, yahut hükümeti filan suçlamanın faydası yoktur. Çare de değildir. Çare, duygu ile, önyargı ile değil; akıl-mantık ve bilim yolu ile bu hastalığın sebeplerini tesbit etmek ve ona göre de ciddi tedbirleri alabilmektir. Bu iş hiç de kolay değildir. Öyle birkaç günlük bir konu da değildir. Bunun için kararlı ve sabırlı çalışma gerekir. Toplumun her kesiminin görev alması gerekir. Okuldaki öğretmenden evdeki veliye, güvenlik görevlisinden din görevlisine, sivil kitle örgütlerinden ilgili bakanlıklara kadar, adeta bir seferberlik görev ve şuuru ile meseleye eğilmek lazımdır. Eğer bu yapılabilirse, gelecekte buna benzer üzüntüler daha az yaşanır. Aksi halde, tehlikenin kar yuvarlağı gibi büyümekte olduğunu bilmemiz gerekiyor. Son iki gündür televizyonların sık sık gösterdiği olaylar, yeterince ürkütücü değil mi? O halde tv. kanallarında saatler süren boş, faydasız ve çoğu kez tahrik edici programlar, insanları eğitecek, fanatikleri uslandıracak şekilde düzenlenemez mi? Halkın ahlakını ifsat eden, vaktini israf eden bilmem ne vole programların toplumsal bir çöküş ve felaketi hazırladığına dair, geçmişte Milli İstihbarat Servisi bile uyarıda bulunmuştu. Bu uyarıyı medya mensuplarına brifing vererek de kamuoyuna duyurmuştu. Peki acaba bu uyarı ne kadar dikkate alındı?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.