Vaveyla sürüyor: "Yalnızlaştık, yalnızlaşıyoruz..."

A -
A +
Son zamanlarda dış politika alanında kalem oynatan birçok kişi, ağız birliği etmişçesine aynı sözcükleri tekrarlıyor: Yalnızlaştık... Yalnızlaşıyoruz!.. Özellikle akademisyen yazarlar, kimi tarihi - bilimsel kavramları da sık kullanarak, tezlerini güçlendirmeye çalışıyorlar. İlginçtir, son yıllarda sayıları hızla artan bu akademisyen yazarların, dış politika konusundaki görüş ve yaklaşımları, büyük çapta eski kuşak monşer hariciyecilerle örtüşüyor. Bunun kaynağı, acaba milli bir bakış açısından ziyade, Batı kaynaklarından yapılan tercümeleri; kendi görüşleriymişçesine, olduğu gibi aktarmaları mıdır? Nitekim bu alanda milli duruş gösteren diğer bazı akademisyenler, aynı hususa dikkat çekiyorlar...
Bir diğer rahatsız edici nokta da şu: Ahmet Davutoğlu ve ekibinin teorik altyapısını kurduğu, Türkiye için yeni bir dış politika anlayışı olarak kavramsallaştırdığı, AK Parti iktidarının da başarıyla uygulamaya koyduğu, "Komşularla sıfır problem" yaklaşımında; harici şartlardaki radikal değişimlerden dolayı gidilen değişikliklerin çarpıtılması. Sanki Suriye'de, Mısır'da ve genel olarak Orta Doğu'da baş gösteren menfi gelişmelerin sebebi, bu "sıfır sorun" yaklaşımı imiş gibi, konu saptırılıyor. Başbakan ya da Dışişleri Bakanını hedef almak isteyenler, etik kuralları da çiğneyerek meseleyi istismar etmekten çekinmiyor. Oysa dış politikada bu yeni anlayış, on yıllarca izlenen "Dört bir tarafımız düşmanla çevrili... Türk'ün Türk'ten başka dostu yok..." paranoyasını ortadan kaldıran ve reelpolitik ortamla buluşturan bir açılımdır. Artık bir geçerliliği kalmamış, soğuk savaş döneminin statükocu ve edilgen dış politika paradigmasını, tarihin tozlu raflarına gönderen cesur ve yerinde bir adımdır.
Başlangıçta bu önemli açılıma şaşı bakanlar, şimdi de şartlardan doğan zaruri değişimi yanlış okuyorlar. "Yurtta sulh, cihanda sulh" sloganını diline pelesenk eden, ancak fiiliyatta komşular dâhil herkesi düşman belleyen köhne dış politika anlayışını tedavülden kaldırma cesaretini gösteren, özgüvenle hareket eden ve yerine göre risk de alan Türkiye'nin; yeni hariciye kimliğini eski kıstaslarla okuyup yorumlayanlar, herhalde şaşıracak ve yanılacaktır. İşin püf noktası burada...
Türkiye'nin yalnızlaştığını, etkisizleştiğini iddia edenler, hâlâ daha büyük güçlerin ağzına bakarak hareket etmek gerektiğini öneriyorlar. Hatta sadece büyük güçlerin değil, orta boy bölgesel güç ve lokal bazı aktörlerin hoşuna gitmeyecek tutum ve tavırlardan da kaçınılması gerektiğini salık veriyorlar. "Yükselen Güç" konumundaki Türkiye, ürkek ve pısırık politikalarla bir yere varamaz. Bunun altını kalın bir çizgi ile çizelim. Ancak bunu söylerken, kimilerinin ileri sürdüğü gibi ülkemizin gücünü abartmayı, boyumuzdan büyük işlere girişmeyi, stratejik menfaatlerimizi tehlikeye atacak bir maceracılığa kapı aralamayı kast etmiyoruz elbet.
Burada tam olarak ifade etmek istediğimiz şey, doğru hesap yapmaktır. Sadece bugünü değil, geleceği de düşünmektir. "Yalnızlaşıyoruz..." diye panik yapanlar, Esad'ın kimyasal silahla bir günde bin küsur kişiyi öldürmesinin, yarın hangi sonuçlara yol açacağını doğru değerlendirmeli.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.