Türk medyasının bir türlü kurtula0madığı çarpıtma mantığı maalesef hakimiyetini sürdürüyor... Günlerden beri, İstanbul'da "Dünya Kadınlar Günü" dolayısıyla yapılan gösteri sırasında çıkan olaylar ve polisin müdahale biçimi üzerinde spekülasyon yapılıyor. Ancak olay daha ilk günden itibaren başka mecralara taşındı. Yani kimse izinsiz gösteri yapmanın, gösteri sırasında polise saldırmanın veya normalde 8 Mart günü yapılması gereken bir gösterinin 6 Mart'a ve üstelik kadınlarla ve kadın haklarıyla alakası olmayan; mesela bölücü örgüt ve onun başı lehinde slogan atmanın, yasa dışı pankart taşımanın, yahut sözkonusu grubun daha birkaç gün önce 17 tane polisi yaralamasının vs. kritiğini yapmıyor. Bunu yapmadıkları gibi, olayı polisin görev yapma meselesi olmaktan çıkarıp, hükümete karşı topyekun bir cephe alma vesilesi yapanlar var. Neymiş efendim, hükümet polisin kadınları coplamasını kınamamış, gerekli tavrı takınmamış filan falan... Buradan da yola çıkarak, mevcut iktidarın aslında özgürlükçü bir ortamı değil, kapalı ve otoriter bir düzeni arzuladığı sonucuna varan akla ziyan yorumlar var! Bazı monşer kalemler de; kendilerine göre gazetecileri birinci ve ikinci sınıfa ayırarak, onlar gibi olayları çarpıtmayanları sözümona istiskal ediyor. Vah vah vah! Bu beyler önce bir kere aynaya baksınlar. Kendi meşrebine uymayan, işine gelmeyen konularda nasıl da kör ve sağır kesildiklerini herkes biliyor. Ama yine belli hedeflere varmak için, olur olmaz yerde ne kadar çığırtkanlık yaptıkları da meydanda... 17 Aralık öncesinde, durup dururken zina meselesiyle zihinleri nasıl iğfal ettilerse, şimdi de, kanunsuz gösteri yapan, polise saldıran ve kesinlikle provokatif bir teşebbüsün içinde yer alarak ülkeyi içeride ve dışarıda zor durumda bırakmak isteyenleri, insan hakları ve özgürlükler kılıfı içinde savunuyormuş gibi yapıp, ilgisiz ve alakasız ithamlarda bulunuyorlar. Bunu da dürüst ve ilkeli yayıncılık adına yapıyorlar. Tam bir pişkinlik!.. Şunu açık ifade edelim; Polisin olaylara müdahale ederken ölçüsüz ve aşırı güç kullanmasını tasvip etmek elbette mümkün değildir. Burada lafı evirip-çevirmeye gerek yok. Yanlış yapan görevliler için yapılacak işlemlerin prosedürü de bellidir ve bu da işlemeye başlamıştır. Ancak daha ilk gün, hükümet sözcüsü bunu belirtirken, Nasrettin Hoca'dan mülhem; "Hırsızın hiç suçu yok mu?!" hatırlatmasını yaptığı, İçişleri Bakanı ve Başbakanın aynı şekilde, bazı polislerin yerde yatan kadınları joplamasının doğru ve insani bir hareket olmadığını belirttiği halde, bu beyanları görmezden gelip, hükümete veryansın edenler ne kadar samimi ve ilkeli acaba? Bunlara işaret etmemizi, kimse başka taraflara çekmesin. Bizim hükümeti savunmak gibi bir görevimiz yok. Öyle bir niyetimiz de yok. Hükümet kendini savunur veya savunmaz, o onların bileceği iş. Ama hükümeti yıpratacağım diye, ülkeyi yıpratmaya kalkışanlara itirazımız var. Diyoruz ki; yanılıyorsunuz beyler! Bir gazetenin yayın yönetmeni, polisin solculara ve şeriatçılara (tabire dikkat edin; solcu olmayanları veya farklı düşünen insanları kategorize eden ideolojik şiddet yüklü bir itham...) farklı davrandığını iddia ederek, 1980 öncesi kaos ortamını (Pol-Der, Pol-Bir vs.) çağrıştırıyor. Aynı gazetenin bazı yazarları ile grubun diğer yayın organlarının yönetmen ve yazarları da, "Medya Türkiye'yi dışarıya ihbar ediyor..." diyen Erdoğan'a yükleniyor. Ama ne ithamlar!.. Tamamen tarafgir ve çifte standartlı bir tutumla; Erdoğan'ın sözleri kasıtlı şekilde yanlış yorumlanıyor. Başbakanın dünyadan habersizliğinden tutun da otoriter düzen özlemlerine kadar her suçlama var. Halbuki onlar da Erdoğan'ın ne demek istediğini gayet iyi biliyorlar. Elbette medya ülkede cereyan eden olayları topluma duyuracaktır. Ama kamuoyunu bilgilendirmekle provoke etmek arasında dağlar kadar fark var değil mi? Erdoğan'ın işaret ettiği bu provokasyondur. Bazı tv kanalları, seçilmiş belli görüntüleri sabahtan akşama kadar, agresif bir üslupla yayınlarsa, bunun toplumdaki yansıma ve yankıları da çok farklı olur... Acaba yerli basın bu şekilde olayı tırmandırmasaydı, Avrupa medyasındaki yankıları şimdiki gibi mi olurdu? Her fırsatta Avrupa medyasını örnek gösteren monşerler, benzer durumlarda bu ülkelerin basınının takındığı tavrı niçin gözönüne almıyorlar? Başbakanın bu çarpıklığa işaret eden beyanının üstüne atlayarak, onun AB hedefinden vazgeçtiğini iddia edecek kadar saçmalayanlar, halka da büyük saygısızlık ediyorlar. Bunlara küçük bir hatırlatma yapmak iyi olur; Hükümeti beğenmemek, objektif ölçülerle eleştirmek başka şey, sırf kendi düşüncesinde olmadığı için doğru-yanlışına bakmadan, üstelik olayları çarpıtarak ve halkı yanıltarak insanların kafasını karıştırmak başka şey. Yanlış ve etik dışı olan bu ikinci kısımdır. Anladınız mı beyler?