"Yeni Dünya Düzeni" lafını, akademik platformların dışında; siyaset arenasında ilk telaffuz eden kişi Baba George Bush olmuştu... Baba Bush'un bu kavramı gündeme taşıdığı dönemin özelliklerini kısaca hatırlayalım: Sovyetler Birliği Dağılma sürecinde idi. Onunla birlikte Varşova Paktı da dağılma sürecinde idi. Dolayısıyla dünyayı ikiye bölen "Demir Perde" olgusu da ortadan kalkıyordu... Bu ortamda tek "Süper Güç" olarak, dünyayı istediği gibi çekip çevirme hesapları yapan ABD, 'yeni düzen'in muhtevasının ne olduğu konusunda pek fazla renk vermiyordu. Yine aynı dönemde Kuveyt'i işgal etmiş olan Saddam Hüseyin rejimine karşı, Amerika; Birleşmiş Milletler'den gerekli kararı çıkartarak ve rahatça bir 'dünya koalisyonu' teşkil ederek, (Aslına bakarsanız, koalisyon bir görüntü idi, savaşı bilfiil ve esas güç olarak kendisi yürütüyordu...) Körfez Savaşını başlattı ve kendi hesabına büyük kazançlarla kapattı. Fakat çok geçmeden bu yeni dünya düzeninin, düzen değil de tam tersine bir düzensizlik; daha doğru ifade ile KAOS DURUMU olduğu, net olarak görüldü. Zira Berlin Duvarının yıkıldığı 1989 ile New York'taki İkiz Kulelerin yıkıldığı 2001 yılı arasındaki 12 yıl içerisinde, "YENİ DÜNYA DÜZENİ"ne şekil verecek herhangi bir anlaşma yapılmamıştı. Yalta Konferansına benzer herhangi bir konferans da yapılmamıştı. Çünkü Amerika böyle bir şeye ihtiyaç duymamıştı... Ne var ki, 11 Eylül 2001'den sonra ortaya yepyeni durumlar, yepyeni dengeler (belki de adı konmamış yeni cepheler...) çıkmıştı. Amerika yine tek süper güç olmanın verdiği özgüven ve fütursuzlukla, bu defa Birleşmiş Milletleri de devre dışı bırakarak, önce Afganistan'a askerî müdahalede bulundu, daha sonra da Irak'ı işgal etti... Görünüşte burada da bir "KOALİSYON" vardı ama, gerçekte ABD-İngiltere ittifakı dışında, her şey göstermelikti! Saddam rejimi, zaten 11 yıllık ambargo ve Körfez Savaşında yediği askerî darbe ile yarı yıkılmış durumda idi. Bu yüzden Irak'ın işgali hiç de zor olmadı. Lakin esas mesele işgalden sonra kendini gösterdi. ABD burada istediği düzeni bir türlü kuramadı. Şayet kurabilseydi, sıra muhtemelen Suriye ve İran'a gelecekti. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. O kadar uymadı ki, Amerika tek başına dünyaya nizamat verebilecek hegemonik gücünü kaybetti!.. Bunun sonucu olarak da ABD, şimdi beynelmilel meseleleri halletmek için, dünya ülkeleri ile daha çok iş birliği yapma mecburiyeti duyuyor. Ve artık buyuran değil, danışan ve dinleyen bir Amerikan yönetimi var... "YENİ DÜNYA DÜZENİ" lafını, bu defa Amerikan Başkanı değil, onun bir numaralı Müttefiki İngiltere'nin Başbakanı; Sayın Yılmaz Öztuna'nın önceki gün hatırlattığı üzere, resmi adıyla; 'Majestelerinin Birinci Bakanı' Gordon Brown dile getirdi. Ancak bu yeni düzenin nasıl şekilleneceği yine belli değil. Belli olan şey, bu konuda arayış ve çalışmaların olduğudur. İkinci Büyük Savaş sonrasında, kurulan yeni dünya düzeninin simgesi olan Birleşmiş Milletler Teşkilatı, Irak işgalinden bu yana mefluç vaziyette... Dünyanın önemli meselelerine müdahale etmede ve çözüm bulmada yetersiz ve etkisiz kalıyor. Ayrıca teşkilatın hiyerarşik yapısı, yani beş daimi üyenin tahakkümü, artık tahammül edilemez bir noktada. Bu durum son olarak, Muammer Kaddafi tarafından birkaç gün önce BM Genel Kurulu'nda çok sivri ifadelerle dile getirildi... BM'de köklü bir reform kaçınılmaz ama, bu nasıl olacak? G-8 veya onun esnetilmiş hali olan G-20, 'Yeni Dünya Düzeni', daha doğrusu 'Yeni Ekonomik Düzen' için geçerli bir formül olabilir mi? Yeni düzende, dünya kaç tane bloka bölünecek? Cevabı kolay olmayan sorular...