Mekke’nin fethine giden yol!

A -
A +

1394 sene önce dün itibarıyla Mekke ve Kâbe putlardan temizlenerek İslam nuruyla nurlanmıştı. Mekkeli müşrikler şanlı Peygamber Efendimiz ve O’na inananları Mekke’den çıkarmakla kalmamışlar Medine’de de boğmak için üç sefer düzenlemişlerdi. Ancak Bedir, Uhud ve Hendek harplerinden büyük hüsranla dönmüşlerdi.

 

Artık sıra Müslümanlarda idi. Hendek Gazası üzerinden bir sene geçmişti. Peygamber Efendimiz bir gün Eshâbına rüyasında kendileri ile birlikte Mekke’ye gidip Kâbe’yi tavaf ettiklerini gördüğünü anlattı. Eshâb-ı kirâm bunu işitince çok sevinmişlerdi. Zira vatanlarını ve Kâbe’yi oldukça özlemişlerdi. 

 

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz Kâbe-i Muazzama’yı ziyaret etmek niyetiyle Eshâbıyla birlikte yola çıktı. Bin beş yüz kişi kadar idiler. Maksatları ziyaret olduğu için yanlarına yolcu silahından başka silah almamışlardı. 

 

Peygamber Efendimiz geliş maksatlarını bildirmek üzere Bişr bin Süfyân’ı Mekke’ye gönderdi. Ancak Kureyşliler bu isteğe şiddetle karşı çıktılar. İslam ordusu Hudeybiye’ye gelerek konakladı. Bu sırada Kureyşliler de, kendilerine engel olmak için iki yüz kişilik bir süvari birliğini bölgeye sevk etmiş bulunuyordu. Hazreti Peygamber kendilerinin savaş için gelmediğini tek isteklerinin Kâbe’yi ziyaret olduğunu bildirmek üzere bu kez Hazreti Osman’ı gönderdi. 

 

Kureyşliler ise Müslümanların Mekke’ye girmesine asla izin vermeyeceklerini, ancak Osman’ın Kâbe’yi tavaf edebileceğini söylediler. Hazreti Osman bu teklifi reddedince kendisini hapsettiler. 

 

Bu gelişme Müslümanlara, Osman’ın öldürüldüğü şeklinde ulaştı. Çok üzülen Resûl-i Ekrem, müşriklerle savaşmadan oradan ayrılmayacaklarına dair Eshâbından biat aldı. Bu biata “Bey'atürrıdvân” denilmiştir. Bunu öğrenen Kureyşliler telaşa kapıldılar. 

 

Anlaşma yapmak üzere Süheyl bin Amr başkanlığında bir heyetle Hazreti Osman’ı gönderdiler. Yapılan müzakerelerden sonra Hudeybiye Barış Antlaşması imzalandı. 

 

Antlaşmaya göre Müslümanlar o yıl Mekke’ye girmeden geri dönecekler, umre için ertesi yıl gelip şehirde üç gün kalabileceklerdi. 

 

Müslümanlar Kâbe’yi tavaf ederken, Mekkeliler dışarı çıkacaklar ve Müslümanlarla temâs etmeyeceklerdi. 

 

Kureyşlilerden biri velisinin izni olmadan Müslümanlar tarafına geçerek Medine’ye giderse kabul edilmeyecek ve iade olunacaktı. Buna karşılık Müslümanlardan biri Kureyş tarafına geçerek Mekke’ye giderse iade edilmeyecekti. 

 

Diğer Arap kabileleri istedikleri tarafın himâyesine girebileceklerdi. Taraflardan biri bu ittifaka dâhil olmayan bir kabile ile savaşa girerse diğeri karışmayacaktı.

 

Barış on yıl süre ile geçerli olacaktı...

 

 

 

Fetih suresi

 

 

 

Hudeybiye’de kurbanlarını kesen Müslümanlar ardından Medine’ye döndüler. Dönerken yolda “Fetih” sûresi nâzil oldu. Bu sûrede, Hudeybiye Antlaşmasının birçok fetihlere başlangıç olduğu bildirildi. 

 

Hudeybiye Antlaşması ilk bakışta Müslümanların aleyhine görünüyordu. Ancak Kureyşliler, bu anlaşma ile ilk kez Müslümanları muhatap almışlar ve kendileriyle denk kabul etmişlerdi. Bu durum Müslümanlar açısından çok önemliydi.

 

Nitekim antlaşmadan sonra İslamiyet, Arabistan Yarımadası’nda hızla yayılmaya başladı. Mekke’nin fethine kadar geçen iki yıl içinde Müslüman olanların sayısı o güne kadar geçen on sekiz yıl içindeki Müslümanların sayısını aştı. 

 

Öte yandan Hudeybiye Antlaşması gereğince Huzâa kabilesi Peygamberimizin, Benî Bekr kabilesi de müşriklerin himâyesine girmişti. Bu iki kabile arasında eskiden beri sürüp gelen bir düşmanlık vardı. Beni Bekr kabilesi bahaneler arayarak hâdise çıkarmak derdindeydi. 

 

Bir gün Benî Bekr kabilesinden biri şiir okuyarak Peygamber Efendimiz’i hicvetmeye yeltendi. Huzâa kabilesinden bir genç buna râzı olmayıp, hicvedici şiir okuyan adama bundan vazgeçmesini söyledi. Fakat o vazgeçmedi. Bunun üzerine başına vurup, yardı ve susturdu. 

 

Benî Bekr kabilesi bu hâdise üzerine toplanarak, Vetir denilen mevkide ansızın Huzâa kabilesi üzerine saldırdılar. Bir kısmını öldürdüler. Huzâalılardan pek çok kişi Mekke’ye kaçarak Kâbe’ye ve hareme sığındılar. Buna rağmen saldırılarına devam ederek katletmeye devam ettiler. Huzaalılardan yirmi üç kişi öldürülmüştü. Kureyş müşrikleri de kıyafet değiştirerek Benî Bekr kabilesine yardımda bulunmuşlardı.

 

Böylece Kureyş müşrikleri, Hudeybiye Antlaşmasını ihlal etmiş bulunuyorlardı. Huzâa kabilesi kırk kişilik bir heyeti Medine’ye göndererek durumu Peygamber Efendimiz’e ağlayarak arz ettiler ve yardım dilediler. 

 

Şanlı Peygamberimiz Huzaalıların durumlarına çok üzülmüştü. Onları teselli etti. “Ey Amr bin Salim size yardım edilecektir” buyurdu. Hediyelerle yurtlarına geri gönderdi.

 

Ardından Mekkeli müşriklere haber göndererek; “Ya Huzâa kabilesinden öldürülenlerin diyetini (kan bedelini) ödeyiniz veya Benî Bekr kabilesini himâyeden vazgeçiniz. Aksi hâlde antlaşmayı bozduğunuzu ve bunun neticesi olarak sizinle harp edeceğimizi biliniz” teklifinde bulundu.

 

Mekkeli müşrikler teklifi kabul etmediklerini ve harbe hazırlanacaklarını bildirdiler. Böylece Hudeybiye Antlaşması resmen bozulmuş oldu. Ancak Mekkeliler çok geçmeden endişeye düşerek antlaşmayı yenilemek istediler. Ebû Süfyan bu maksatla derhal Medine’ye geldi ise de kimseden yüz bulamayıp geri dönmek zorunda kaldı. 

 

Şanlı Peygamberimiz, Ebû Süfyan’ın dönüşünden sonra, Hazreti Ebubekir ve Hazreti Ömer’le istişare edip harbe karar verdi. Bütün hazırlıklar gizli yürütüldü. Mekke yollarının tutulması ve kontrol işi Huzâa kabilesine verildi. Bu kontrol de son derece titizlikle yapılmıştı.

 

 

 

 

 

Mekke’nin Fethi

 

 

 

630 yılı Ramazan ayının ilk günlerinde (1 Ocak) on bin kişilik kahraman İslam ordusu Mekke’ye doğru yola çıktı. Mekke’yi uzaktan gören Merru’z-Zahran denilen yere varınca karargâh kuruldu... Peygamberimiz, akşam olduğunda birliklere ateşler yakmalarını emretti. Her birlik kendi çadırı önünde ateşler yaktı. Bir anda her tarafı aydınlatan binlerce ateşin yandığını gören Mekkeliler neye uğradıklarını bilemeyip iyice şaşırdılar. Hemen Ebû Süfyan’ın yanına toplandılar. 

 

Ebû Süfyan yanına aldığı üç dört kişiyle durumu öğrenmek için İslâm ordusunun bulunduğu yere doğru yürüdü. Karargâha yaklaştığı sırada İslâm askerleri onu yakaladılar. Hazreti Abbas onu alıp Resulullah’ın huzuruna götürdü. Peygamberimiz kendisine; “Ey Ebû Süfyan! Henüz, Lâ ilâhe illallah, diyeceğin vakit gelmedi mi?” buyurdu. Ebû Süfyan Peygamberimize; “Anam babam sana feda olsun. Bu kadar cefadan sonra beni hidayete çağırıyorsun, ne hoş hilim ve ne güzel kerem sâhibisin. İnandım ki Allahü teâlâdan başka ilah yoktur” dedi. Sevgili Peygamberimiz; “Benim peygamber olduğumu da tasdik etme zamanın gelmedi mi?” buyurunca Ebû Süfyan, Kelime-i şehadeti söyleyerek Müslüman oldu. Peygamber Efendimiz’den Mekkelilerin affedilmeleri ricasında bulundu.

 

Peygamber Efendimiz, Ebû Süfyan’a “Kim Ebû Süfyan’ın evine, Kâbe’ye, Mescid-i Haram’a ve kendi evine sığınırsa emindir” buyurarak Mekkeli müşriklere bunu bildirmesini emretti... Süratle Mekke’ye dönen Ebû Süfyan, kendisini heyecan ve endişe ile bekleyen Kureyşlilere; “Ey Kureyş! Bu gelen Muhammed’dir. Karşısına çıkılmayacak bir kuvvetle Mekke’ye geliyor. Her kim Ebû Süfyan’ın evine, Kâbe’ye sığınır veya kendi evine kapanırsa emindir” dedi.

 

Ebû Süfyan’ın sözlerini heyecanla dinleyen Kureyş müşrikleri büyük bir şaşkınlık içine düşüp, bir kısmı Ebû Süfyan’ın evine bir kısmı Harem-i şerife girdi. Bir kısmı da kendi evine kapanıp dışarı çıkmadı. Silâhını alıp sokaklarda dolaşanlar da görülüyordu...

 

Peygamberimiz, Mekke’ye girerken orduyu dört kola ayırdı ve; “Size karşı konulmadıkça ve saldırılmadıkça hiç kimseyle çarpışmaya girmeyiniz! Hiç kimseyi öldürmeyiniz!” buyurdu. Yalnız Mekkelilerden bazı kimselerin bunun dışında olduğunu bildirdi.

 

İslâm ordusu, kollar hâlinde 11 Ocak günü Mekke’ye girdi. Sâdece Halid bin Velid’in komuta ettiği birliğe karşı bir grup müşrik karşı koydu. Halid bin Velid hücum edenlerin on üçünü öldürdü, diğerlerini dağıttı.

 

Peygamberimiz, Kusva adlı devesi üzerinde Fetih suresini okuyarak Mekke’ye girdi. Kâbe’yi deve üstünde yedi defa tavaf etti. Tavaf sırasında Kâbe’deki putlar, elindeki değnekle işaret ettikçe ve dokundukça, devriliyor ve; “De ki hak geldi bâtıl zâil oldu, çünkü bâtıl yok olmaya mahkûmdur” mealindeki İsra sûresi 8. âyetini okuyordu. 

 

Peygamberimiz daha sonra Kâbe’nin anahtarını isteyip kapısını açtırdı. Kâbe’nin içini de putlardan temizledikten sonra bir kısım Eshabıyla Kâbe’nin içinde iki rekât namaz kıldı.

 

Bu sırada Mekkeli müşrikler, Mescid-i Haram’a toplanmışlar haklarında verilecek kararı heyecanla bekliyor ve korku içinde ağlaşıyorlardı. Kâbe’den çıkan Hazreti Peygamber kendilerine dönerek: 

 

“Ey Kureyş topluluğu! Şimdi size nasıl muamele edeceğimi sanıyorsunuz?” diye sordu. Kureyşliler “Ya Resulullah hayır umarız, sen kerem ve iyilik sâhibi bir kardeşsin! Bize hayır ve iyilik yapacağına inanırız” dediler. 

 

Peygamberimiz “Yusuf’un kardeşlerine dediği gibi ben de size: Bugün artık size geçmişten sorumluluk yoktur, derim. Haydi, gidiniz, serbestsiniz” buyurdu. Kureyşliler bu merhamet ve ihsan karşısında seve seve Müslüman olmaya başlamışlardı. Fethin ikinci gününde Safa Tepesi’nde Peygamberimize biat ettiler... 

 

Mekke’nin fethi İslâm tarihinde değil, bütün cihan tarihinde benzeri bulunmayan bir hâdisedir. İmanları sebebiyle yurtlarından ayrılan Sevgili Peygamberimiz ve Eshâb-ı kirâma Allahü teâlânın en büyük lütuflarından biridir. Bu fetihle Arabistan Yarımadası’nda şirkin cemiyet ve güç hâlindeki varlığı sona ermiş, Kâbe ve civarı putlardan temizlenmiş, tevhit inancı kesin hâkimiyetini ilan etmiştir.

 

Mekke’nin fethi ile Arabistan Yarımadası’nda ilk İslâm Devleti de kuruluşunu tamamlamış, bundan sonra İslâmiyet üç kıtaya hızla yayılmaya başlamıştır. Mekke’nin fethi, İslamiyet’te öylesine derin mana ve hikmetlerle doludur ki, daha sonraki asırlarda yaşamış İslâm âlim, evliya ve kumandanları da çeşitli vesilelerle bu fethi kendilerine örnek alıp, hâl ve işlerine de ölçü kabul etmişlerdir.

 

 

 

 

 

TEFEKKÜR

 

 

 

Nasb olalı cihâna livâsı Muhammed’in

 

Eflâka erdi şer’i nidâsı Muhammed’in

 

Halk olmaz idi âlem ü âdem felek melek

 

Ger olmayaydı anda rızâsı Muhammed’in

 

                                                  Cem Sultan

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.