At izinin it izine karıştığı günleri yaşıyoruz. Hiçbir makama güvenimiz kalmadı. Aslında bu bizim suçumuz değil. Cemiyetimiz yirmi birinci yüzyılda öylesine bir çözülme yaşadı ve yaşıyor ki "itimat" kelimesini unuttuk. Bir haber duyar duymaz hemen bunda nasıl bir bit yeniği vardır diye düşünmeye başlıyoruz. Hadisenin müspet veya menfi olması fark etmiyor. Her ikisinde de geri planı araştırıyoruz. Acaba falanca kişi hangi niyetle bu adımı attı bunu çözmeye çalışıyoruz. Maalesef genelde de şüphelerimizde yanılmıyor ve geri planda tarihimizin, değerlerimizin, sanatımızın iç veya dış mihrakların projelerine muhatap olduğumuzu görüyoruz. Milletin 30 yıl boyunca itimat ettiği bir "cemaat"in en büyük işgal gücü olarak karşımıza çıkması elbette bu duyarlılığımızı artırdı. Peki bunların başlatmış olduğu bir kısım projeler yürümeye devam ediyorsa ne yapacağız?
Camilerimizde de sanki böyle bir elin devreye girdiğini yeni gördük. Projenin sinsi bir tarzda belki on beş yirmi yıldır devam ettiği anlaşılıyor. Fakat Selimiye Camii’ne yapılan müdahale o kadar bariz ve açıktı ki mevzu ortaya saçıldı. Önce Selimiye Camii olayını anlayalım...
Selimiye Camii’nde restorasyon işini ele alan bir ekip, 2021 yılında Bilim Kurulu kararları, mevzuat, resmî onay ve tescillerle yürüterek başladıkları çalışmalarını 2025 yılı itibarıyla bitiriyor. Caminin kalem işi hat ve tezyinatları ilmî bilgi, analiz, tarihî belgeler ve raspa verilerine dayalı biçimde aslına uygun olarak tamamlanıyor. Ancak iskeleler tam sökülmeye başlanmışken birden bir ekip ortaya çıkıyor. Caminin kubbe tezyinatlarını ve yazılarını Mimar Sinan devrine döndürüyoruz yaygarasıyla işe müdahil oluyor...
Bu çatışma gözlerin bir anda Selimiye Camii'ne çevrilmesine yol açtı. Neler oluyordu burada? Öncelikle şunu öğrendik. Selimiye Camii’nde dört yıldır çalışmalar yapılıyorken birileri de son iki yıl boyunca caminin yazı ve tezyinat alanlarının ve özellikle ana kubbe tezyinatının kendilerine verilmesi için mücadele içerisine girmiş. Bu bir grup hattat, nakkaş ve mimar cami kubbesi için yeni bir kalem işi restitüsyon projesi öne sürmüşler ise de Selimiye Camii Bilim Kurulu bunların projelerini reddetmiş.
Ancak ekip vazgeçmemiş. Bu defa “Selimiye Camii Tetkik ve Tahkik Heyeti” adıyla, kendilerine resmî bir hüviyet vermek için Fatih Sultan Mehmed Vakıf Üniversitesi’nden 29.09.2023 tarihinde bir yetkilendirme yazısı almışlar. Yeni projelerini ve bazı iddialarını içeren yazıları Şubat 2024’te yine Bilim Kurulu’na sunmuşlar. Ancak, Bilim Kurulu ilmî bir veri sunulamaması sebebiyle projeyi tekrar reddetmiş. Mayıs 2024’te aynı proje bu defa Koruma Bölge Kurulu’na iletilmiş ve aynı gerekçe ile yine reddedilmiş...
Üç defa resmî yolla ve kurul kararlarıyla reddedilen yeni restitüsyon projesi nihayet 29.07.2025 tarihindeki Edirne Bölge Anıtlar Koruma Kurulu kararıyla yangından mal kaçırırcasına onaylanmış ve resmî yazıyla bildirilmiş.
Soruyoruz: Bilim Kurulu ile birlikte hareket eden ekip kafalarına göre rastgele işler mi yaptılar? Cevap hayır. Peki tasarlanan ve kabul edilen projenin dışına mı çıktılar? Cevap yine hayır.
O zaman nereden çıktı bu yeni ekip kardeşim. Kaç para aldı. Yapılan işten neleri çıkaracak yerine neleri yerleştirecekti! Bu zevatın iki yıldır canhıraş bir şekilde uğraşmasının sebebi neydi?
Sanatta yeni dönem: Kazıyıcılık!
Nitekim yetkiyi alır almaz derhâl kubbeyi kazımaya başlayan bu yeni ekibe milletin büyük tepkisi üzerine harekete geçen mahkeme son anda dur dedi.
Önceki ekip I. Mahmud Han zamanında yenilenen ve defalarca restore edilen kubbe yazılarını bir kez daha ihya etmişlerdi. Bunlar ise Mimar Sinan dönemine getiriyoruz diye kazıma hareketine girişiyorlardı. Ellerinde Mimar Sinan devrinden hiçbir iz yoktu. Belki de mevcut kubbe tezyinatı Mimar Sinan dönemini yansıtıyordu. Çünkü o zamanki ustalar ilk yapanların ekolünden gelmekte idiler. Ayrıca Tezkiretü’l-Bünyan’da Sâî Çelebi’nin cami için yazdığı kasidede rûmî, hatâyî, ırâkî ve islîmî gibi motiflerin varlığından söz edilmiştir.
Biz şu soruların cevabını isteyelim:
Hiç de benzemediği hâlde barok, rokoko gibi cafcaflı laflar ederek bütün tezyinatı kaldırmak nedir?
Hat yazılarına husumetiniz nereden gelir?
Bir teklif üç kez reddedildikten sonra dördüncüde nasıl kabul edilir?
Araya kimler girdi. Amaç kazı kazan mıdır?
Sanatta, tezyinatta kazıyıcılık dönemine mi girdik?
Maksat tarihî hafızayı yok etmek mi?
On beş gündür ortalık yıkılıyor, Vakıflar Genel Müdürlüğü neden susuyor?
Bu arada sanki pandoranın kutusu da açılmış oldu. Tarihî camilerimizle ilgili son dönemlerde yapılan hoyratça eller dökülmeye başladı.
Beşiktaş Sinan Paşa, Edirnekapı Mihrimah Sultan, Üsküdar Hadım İbrahim Paşa, Kazasker İvaz Efendi, Kastamonu Nasrullah ve Çorum Ulu Cami'lerden feryad ü figanlar yükseldi. Hoyrat eller bu camilerde nice Osmanlı sanatını beyaz badana ile yok etmişler, tezyinatını ve yazılarını kazıyıp badana çekmişler.
Bu katliamdan bakalım Selimiye Camii kurtulabilecek mi?
Hüseyin Kutlu denen şahıs bütün camilere imzasını mı atmak zorunda? Bu adama bütün bu yetkileri kim veriyor?
Tarihî eserlerde restorasyon aslını bozmadan onarıp tamir etmektir. Aslına sadık kalınarak bozulmuş hasar görmüş yerler düzeltilir ve eski hâline getirilir.
Mimar Sinan döneminden 1761 yılına neler kaldı tam olarak bilmiyoruz. O gün ne kadar onun ilk dönemine benzetilebildi onu da bilmiyoruz. Fakat kesin bildiğimiz bir şey var 1761’deki tezyinat ve hatlar günümüze kadar geldi. Defalarca tamir gördüğü hâlde değiştirilmedi. II. Abdülhamid Han, fotoğrafını çektirdi ve aslına tam uygun olmalı diye ferman etti. Bunu şimdi niye bozuyorsun, 265 yıllık bir tarihî eseri neden yok ediyorsun kardeşim demezler mi adama?
Dediler elbette. Bakınız şimdi ne cevap verdiler.
Selefi ve Vehhabi hareket mi?
Heyet başkan yardımcısı Prof. Sadettin Ökten’in açıklamalarını okuyunca bu işin altında başka hesaplar olduğu açıkça anlaşılıyor. Şöyle diyor Sayın Ökten:
“İslam Medeniyeti noktasından bakıldığında, bu tezyinatın teşekkürlerle tarihe intikal ettirilmesi, onun yerine bizim Sinan camilerinde gördüğümüz ve üstatlarınca malum olan bir tezyinatın yapılması icap eder. Çünkü belli ki bu tezyinat, Sultan Mecid zamanındaki sıkıntılı dönemlerde ortaya çıkan bir resimdir. Sultan Mecid'in tercüme-i hâli ve icraatı malumdur… Öncelikle bizim için orası Mescid-i Nebevi'nin Edirne’deki iz düşümüdür. Tevhidin ve sünnetin sembolüdür. Tevhide ve sünnete götürmeyen her türlü unsurun, oradan edepli şekilde kaldırılması icap eder.”
Ben bugüne kadar böyle mevzudan uzak, çelişkili, muğlak, meseleyi izahtan vareste ve sonunda da iftira üzerine iftira olan bir açıklama okumadım.
Şayet mevcut tezyinat tevhide götürmeyen bir durumdaysa neden teşekkürlerle tarihe intikal ettiriyorsun. Sökersin ve nefretle işin bitti dersin.
Sultan Mecid zamanındaki sıkıntılı dönemlerde ortaya çıkan bir resim imiş! Ne resmi yaa. Ortada Hristiyan tasvirleri falan mı var?!. Abdülmecid Han zamanında bir sıkıntı varsa o siyaset ile ilgiliydi. Sanatta, mimaride, hat yazısında ne sıkıntılar oldu? Tevhidden başka bir şekle mi girdi? Abdülmecid Han zamanında yapılan bütün mimariye, sanata ve hat levhalarına düşman mı kesildiniz? Mabetleri de mi yıkacaksınız? O mübarek padişahın Kâbe’de yaptırdığı tezyinat da tevhide götürmüyor muydu? Bu büyük hakan ile ne alıp veremediğiniz var. O sizden çok daha millî, dinine son derece bağlı ve vatansever bir hakandı. Hayatını ve dinî hizmetlerini bir kez daha okumanızı isterim.
Yine ne diyor Ökten efendi: “Tevhide ve sünnete götürmeyen her türlü unsurun, oradan edepli şekilde kaldırılması icap eder.” Bak hele bak! Söyleyin bakalım! Nedir burada tevhide ve sünnete götürmeyen unsur? Cümleyi tersten kuralım: Selimiye Camii’nde Müslümanları şirke götüren bir şey veya bir şeyler mi var? Varsa bunlar neler?
Durun biz söyleyelim. Bunlar duvarları süsleyen hulefa-i raşidinin mübarek isimleri veya kubbedeki Cenab-ı Hakk’ın sekiz esma-i hüsnası olabilir mi?
“Yâ âlime ma-fî’s-südûr (Ey sînelerde gizli olanı bilen), Yâ mücîrân beyne’n-nuhûr (Ey göğüslerde gizli dertlere çâre olan), Yâ Bâkî ‘alâ kerri’d-duhûr (Ey geçen zamanda bâkî olan), Yâ kâfîye’l-umûr (Ey işleri üstlenen), Yâ şâfîye’s-sudûr (Ey sînelere şifâ olan), Yâ halîmen lâ ya’cel (Ey acele etmeyen halîm olan), Yâ kerîmen lâ yebhal (Ey cimri değil cömert olan), Yâ Nûre’n-Nûr (Ey nurların nûru)..." Esma-i hüsnayı muhtevi bu ibareler mi hâşâ tevhide çağırmıyor?
Bu kısımlardan başka, mihrap ve cümle kapısı cephesindeki âyet-i kerîme ve hadîs-i şeriflerden mürekkep hatların da kaldırması teklif edilmektedir. Malum projelerinde bunların hepsini beyaz badanayla kapatmış durumdalar. Bunlar mı sizin derdiniz?
Bütün bunlardan benim bildiğim sadece Selefi ve Vehhabi gruplar rahatsız olur! Balkanlarda Osmanlı camilerine musallat olanlar yoksa sinsice ülkemizdeki camilere de el mi attılar!
Sadettin Ökten hocayı dinler ve takdir ederdim. Bilhassa akl-ı selim, kalb-i selim, zevk-i selim diyerek verdiği muhabbetlere aşinayım. Ne oldu şimdi bunların yerini akl-ı dinar, kalb-i binar ve zevk-i dinar mı aldı? Hayretler içindeyim. Bu işte bir el, muhtemelen birilerini çok iyi kullanıyor. Sayın Cumhurbaşkanımız, Meclis Başkanımız ve duyarlı vekillerimizin mutlaka ilgilenmesi gerektiği bir noktadayız...
İnşallah tarihî camilerimize hıyanet eden bu el veya eller bulunur, cezaları verilir ve tedbirleri alınır!
TEFEKKÜR
İbtidâ-yı amelin âhiri der-pîş gerek
Kâr-ı evvelde kişi âkîbet-endîş gerek
Lâ Edrî
(İşin başında iken sonunu görmek gerek,
İşin başında kişi, sonucu düşünmek gerek.)