Seyit Kutub’un hezeyanları!

A -
A +

Seyit Kutub’un Hazreti Osman efendimiz hakkındaki akıl almaz iftiraları ile zekât konusundaki İslam’a zıt, sosyalizm benzeri sözlerini iki yazımda kaleme almıştım. Pek çok okuyucum Seyit Kutub’u böyle bilmediklerini ifade ederek başka hatalarının olup olmadığı konusunda sorular sordular. Bu itibarla kendisi hakkında bir yazı daha almaya karar verdim...

 

Öncelikle şunu belirteyim ki, Seyit Kutup da diğer bir kısım mezhepsiz ve bid’at ehli kişiler gibi, dinimizi vahy-i ilahi olarak kabul etmiyor. Kesin hükümler topluluğu olarak inanmıyor. Fakat onlar bunu açık bir şekilde yapmıyorlar. Sinsi ifadelerle beyinlere zerk ediyorlar.

 

Bu tip insanlar İslamiyet hakkında fikir beyan ederken dinimizi bir nazariye yani teori olarak kabul ediyorlar. Nazariye, henüz kesin olmayan, düşünce alanında kalan bilgi demektir.

 

Dolayısıyla "İslam nazariyesi", "İslam sosyalizmi", "İslam felsefesi" gibi terimler dinde şüphe gerektiren ifadelerdir. Seyit Kutup, İslam’ı nazariye olarak kabul ederken bâtıl sistemleri ise kuvvetli nazariye diye ifade ediyor. Nitekim İslam’ı nazariye, insan düşüncesi zanneden bazı cümleleri şöyledir: 

 

“Bugün onları Peygamber’in zamanında yapmış olduğu şekilde, kısa ve mufassal bilgilerle İslam’a davet etmemiz kifayet etmez. O devirde bugünkü gibi İslam nazariyesi karşısında duran teferruatlı içtimai nazariyeler yoktu” (İ. Etütler s. 32).

 

Seyit Kutub’un bu ifadelerini değerlendirecek olursak:

 

Birincisi, İslam nazariyesi diyerek ilahi dinimizi bir görüş ve düşünce olarak gösteriyor. İkincisi bugünün bâtıl sistemlerini teferruatlı içtimai nazariye olarak görüyor.

 

Üçüncü olarak Peygamber efendimiz ile Eshab-ı kiramın davet şeklini bulunduğu zamana göre kifayetsiz yani yetersiz olarak ifade ediyor.

 

Seyit Kutup düşünmüyor ki İslam’a davet bir ibadettir. Her ibadette olduğu gibi bunda da en kâmil daveti şüphesiz Peygamber efendimiz yapmıştır. Onun davetini beğenmeyen insanlara ne demek düşer?

 

Diğer taraftan Seyit Kutup, hümanist bir düşünceyle bütün bâtıl ve bozulmuş dinlere de hürriyet verilmesini istiyor.

 

Üstelik bu düşüncesini İslam’a yükleyerek “İslam böyle emrediyor” demektedir: Şöyle ki:

 

“Marksizm, dünya çapında bir nizama davet ettiğini iddia eder. Fakat hangi nizam olursa olsun, inanç hürriyetini sağlamadıkça, din hürriyeti ikame edilemez.” (İslami Etütler s. 84)

 

Ömrü sosyalist fikirlerin içinde yoğrulduğu için, Seyit Kutub’un Marksizm’in dünya çapında bir nizama davet ettiğini söylemesine şaşılmaz. Fakat “Hangi nizam olursa olsun” ifadesinin içinde İslam nizamının da olduğu dikkatlerden kaçmamalıdır. Nitekim sözlerinin devamında buna vurgu yaparak şöyle demektedir:

 

“Biz, bütün inançları aynı eşitlikte ve hürriyetle gölgesinde ilerleyebileceği bir nizama davet ederiz. Bu nizamda inanç hürriyetini korumak devletin ve Müslüman cemiyetin zaruri vazifesidir. Hem bu nizamda gayrimüslimler özel hâllerinde kendi dinlerine intisap edebilirler. Bütün vatandaşlar imtiyazsız olarak aynı haklara sahip, aynı kanunlara bağlı ve eşit mesuliyetlerle yüklüdür.” (İslami Etütler s. 85)

 

Şu ifadeleri Seyit Kutub’un İslam Devleti ve nizamından ne anladığını tartışılır hâle getirmektedir. Şayet ona göre düşünecek olursak İslam devletlerinin bütünüyle hep yanlış yaptıkları ortaya çıkar.

 

 

Hak mezheplere bakışı!

Allah katında tek hak din yalnız İslamiyet’tir. Bu bakımdan Seyit Kutub’un dediği gibi, bütün inançlar, aynı eşitliğe ve aynı hürriyete sahip değildir. Zira İslam nizamında bir Müslümanla bir gayrimüslim imtiyazsız olarak aynı haklara sahip olamaz. Eşit mesuliyetlerle yükümlü değildir. İslam nizamında Müslümanlar, namaz kılmakla ve zekât vermekle yükümlüdür. Fakat İslam nizamında yaşayan gayrimüslimler, yani zimmiler ise, namaz kılmakla ve zekât vermekle yükümlü değildir. Onlar harac verirler. Kanunlar eşit olarak uygulanmaz. Mesela fasığın da kâfirin de şahitliği muteber değildir. Zimmiler imam olamadığı için, halife de olamaz. Hâkim de olamaz. Daha birçok görevler bunlara verilmez. Şimdi sormak lazım. Nerede imiş o eşit hükümler?

 

Seyit Kutup, “Cihan Sulhü ve İslam” kitabında şöyle demektedir:

 

“İslamiyet, diğer dinlere nefret manasını taşıyan dinî taassubu asla kabul etmez.” (s. 22)

 

Bu ifadesiyle, Hristiyan ve Yahudi gibi kâfirleri sevmemeyi, taassup olarak nitelemektedir. Hâlbuki Allah dostlarını dost, Allah düşmanlarını düşman bilmeyenin imanı geçersizdir. İki âyet-i kerime meali şöyledir:

 

“Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesinler! Onları dost edinenler, Allahü teâlânın dostluğunu bırakmış olurlar.” (Âl-i İmran 28) [Allah’ın dostluğunu bırakan da kâfir olur.]

 

“Ey müminler, Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin!” (Maide 51)

 

Seyit Kutup aynı eserin başka bir yerinde ise şöyle demektedir:

 

“İslam, bütün insanlığı birbiriyle yardımlaşan bir tek birlik sayar. Hatta İslam’a göre bütün insanlar yekdiğerine yakın bağlarla bağlı olan bir ailedir. Allah’ın adaletinden eksiksiz faydalanma babında, ırk, renk ve din ayrımı yapmadan bütün beşeriyete mutlak adaleti vadeder.” (s. 32)

 

Görülüyor ki, İslam’a göre kâfirlerle Müslümanlar bir aileymiş(!) Bugüne kadar hangi İslam âlimi böyle söylemiştir?

 

İnsanların kardeş olduğunu masonlarla hümanist sosyalistler söylemektedir. Dinimiz, “Ancak Müslümanlar kardeştir” buyuruyor. Evet dinimizde ırk ve renk ayrımı yapılmaz, ama din ayrımı yapılır. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi Müslümana, zimmiye ve kâfire dinî meselelerde muameleler farklıdır. Aslında onun bu ifadeleri de "dinler arası diyaloğun" bir başka versiyonudur.

 

Öte yandan Seyit Kutup İslam’daki hak mezhepleri ihtilaf olarak kabul etmektedir. Bu görüşünü; “İslâmiyet bir bütündür, ayrılan cüzleri birleşmeli, ihtilaflar ortadan kalkmalıdır” (İ.S. Adalet, s. 35) diyerek açıkça belirtmektedir.

 

Yanlış anlaşılmasın, Seyit Kutub’un ihtilaflardan maksadı sapık mezhepler değildir. Öyle olursa daha tehlikeli olur. Zira hakla bâtılın birleşmesine zaten imkân yoktur.

 

Diğer taraftan Seyit Kutub’un arzuladığı hak mezhepleri birleştirmek ise "telfîk" oluyor ki, bu da icma-i ümmetle bâtıldır. Hocası mason Abduh gibi hak mezhepleri, ayrılan cüzler kabul etmekte ve birleşmesini istemektedir. Şanlı peygamber efendimizin; “Ümmetimin müctehid âlimleri arasındaki ihtilaf rahmettir” hadis-i şerifini unutmuş görünmektedir!

 

 

Amel imandan mıdır?

Seyit Kutub’un İslamiyet ile ilgili bozuk fikirleri bu kadar değildir. İslam’da Sosyal Adalet kitabında “İslâm, iki cins arasında, erkekle kadın için tam bir eşitliği teminat altına almıştır” (s. 75) derken feminist bir zihniyete sahip olduğu anlaşılmaktadır.

 

Hâlbuki kadın erkekle hiçbir zaman eşit değildir. Mirasta, nikâhta, boşanmada, birbirleri üzerindeki sorumlulukta eşit olmadıkları bellidir. Seyit Kutup ise kafasındaki sosyalizmi İslam olarak anlatmaktadır.

 

Mezhepsizlerin temel özelliklerinden biri de İslamiyet’i anlatırken önemli gördükleri meseleleri naklederken dinin bazı hükümlerini hafife almak hatta onları yok saymaktır. Nitekim Seyit Kutup da İslami Etüdler kitabında; “Dualar mırıldanmak, tespih tanelerini şıkırdatmak, aman Allah’ım sen koru, sözlerine dayanmak, gökten hayır, doğruluk, hürriyet ve adalet yağacağına güvenmek İslamiyet değildir” (s. 35) demektedir.

 

Her maddeye cevap verecek olursak:

 

Birincisi Allahü teâlâ duayı emrediyor, bu ise dua ile alay ediyor. Hâlbuki Peygamber efendimiz, “Dua, müminin silahıdır” buyurdu.

 

İkincisi tespih çekmek dinin emridir. Tesbih şıkırdatmak tâbirini kullanmak, sünnet olan tespihle alay etmektir.

 

Üçüncüsü “Aman Allah’ım” demek Allahü teâlâya münacattır. Mümin kime münacat edecektir? Bu hâl, Cenab-ı Hakk’ın; “Bana yalvarınız, benden isteyiniz” âyet-i kerimelerine karşı çıkmak değil midir?

 

Dördüncüsü ise yapılan dua vasıtasıyla gökten hayır yağacağına güvenmek yani bir anlamda tevekkül etmek Müslümanlık değilmiş. Rabbimiz dilerse gökten rızık da yağdırır, Ebrehe’nin ordusuna olduğu gibi başlarına taş da yağdırır. Yağdıramaz sanmak küfürdür.

 

Seyit Kutub’un günahkâr Müslümana bakışı da sakat bir mantığa dayanmaktadır. O, İslami Etüdler kitabında, “şüphesiz, İslâm bir bütündür, parçalara ayrılmaz. Ya bir bütün olarak alınır, ya da bir bütün olarak bırakılır” (s. 89) demektedir.

 

Hâlbuki İslâm âlimleri bir şeyin tamamı mümkün değilse, mümkün olanı almak gerektiğini belirtmişlerdir. Oruç tutmayana, namaz kılamayana veya başı açık gezene sen her şeyi toptan bırak İslam’dan çık denilir mi? Seyit Kutub’un bu düşüncesi kendisinden övgüyle bahsettiği bid’at ehli isimlerden İbni Teymiye’ye benzer şekilde ameli imanın tasdiki olarak görmesidir. Zira her ikisi de imanı amel ile birlikte saymaktadır. Bu itibarla Seyit Kutup bir şeyi yapmadığında hepsini bırak hatta imanı da terk et gibi bir hezeyanın içerisine yuvarlanmaktadır.

 

Seyit Kutub’un bu ve bunlar gibi İslam devlet anlayışı, İslam toplumu ve cihad konularında da daha pek çok kafa karıştırıcı görüş ve düşünceleri vardır.

 

Zaten bir mezhebe uymayıp kafasına göre görüş serdeden birisinden de başka bir şey beklenemez...

 

 

TEFEKKÜR

Gözün aç gezme beyhûde bu işlerden haberdâr ol

 

Kulağın var ise dinle ne hâcet ben olam gammâz

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
Yalınız Efe 2 Mayıs 2024 22:36

Sosyal adalet, herkesin çalışması; bilgi ve kabiliyeti ve gördüğü iş nispetinde hakkını alması; hiç kimsenin ezilip sömürülmemesi; en küçük bir iş görene de hayat hakkı tanımak demektir. Çalışan herkesin asgari bir geçim şartına erişmesi, sosyal adaletin ilk şartıdır. (dinimizislam.com)

ssda26 Nisan 2024 08:32

tefeffürü hissiyatı batıldan yana ,küfrü hafi halinde.. ,aklını peygamberin önüne almış, kibir, kendini beğenmişlik tavan yapmış.. böylesi imansız gitti ise hiç şaşırmam