Dünyayı bizden kim kurtaracak?..

Sesli Dinle
A -
A +

Seyredenler bilir. Keanu Reeves'in oynadığı "The Day The Earth Stood Still" filminde en ilgi uyandıran sahne şuydu: Uzaydan gelenler "dünyayı kurtarmaya geldik" diyordu. Ancak insan ve insanın yaptığı her şeyi yok etmeye başlayınca "hani dünyayı kurtarmaya gelmiştiniz?" diye ayağa kalkan insanoğluna cevap tokat gibi gelmişti: "Dünyayı sizden kurtarmaya geldik!"

 

Hem birbirimizi hem de dünyayı öldürmek için verdiğimiz uğraştan başımızı kaldıramadığımız için, sinsi bir şekilde gelen tehlikeyi göremiyoruz. Yeterince yukarıda olup her şeyi görebilenler ise, görmezden geliyor. Ben göstermeye çalışacağım sabırla. 

 

Her şeyden önce, iklim değişikliğinden kaynaklı risklerin öncelikli olarak konuşulduğu bir dönemden "üçüncü dünya savaşı çıkar mı?" dediğimiz bir başka döneme geçiş yaptığımızı söyleyerek başlayayım. Yani birazdan anlatacağım detaylar sizleri dehşete düşürebilir ama şimdilik uzakta durduğu için, yakındaki meseleye bakmaya devam ediyoruz. Orta Doğu'da, hemen yanı başımızda masum insanlar öldürülüyor. Herkes oraya bakıyor ama sadece bakmakla yetiniyor. Birazdan anlatacağım meselede olduğu gibi felaketi durdurmak için yapılan girişimler maalesef olayları durduramıyor. Bu hafta Orta Doğu'yu değil dünyayı yazmaya karar verdim. Umarım bir nebze farkındalık oluşturmak mümkün olur…

 

Teknik detaya girmeden, tamamen meselenin kısa tarihçesini ve pratik detayını aktarıyorum: İklim meselesinin ciddiye alınmaya başlandığı 1960'lardan sonra ilk konferans 1970'lerin sonunda yapılmış. İlk kapsamlı rapor 1990'ların başında yayınlanmış. Birleşmiş Milletler tarafından ilk "İklim Değişikliği Konferansı" düzenlendiğinde 1990'ların sonuna gelinmiş. Bu yüzyılın başından itibaren Kyoto, Kopenhag ve Paris derken neredeyse 60 yıl bu meselenin üzerinde konuşurmuşuz ama büyük bir ilerleme kaydedilmediği gibi, atmosfere salınan Co2 gazı katlanarak artmış. 

 

Yine karbon emisyonu açısından birçok sektörde analizler, araştırmalar yapıldığını ve raporlar hazırlandığını söyleyebiliriz. Yani "hiçbir şey yapılmadı" dersek yanlışlık olur. Ancak, verilen çaba ile salınan karbon gazı arasında bir uyumsuzluk olduğu besbelli. Avrupalılar bunun farkına varmışlar ki "sınırda karbon vergisi" koymak için harekete geçtiler. Tam olarak nasıl yapılacağını bilmedikleri ama gerçekten niyetli oldukları bu uygulama sayesinde AB'ye ihracat yapan tüm ülkelerde "karbon ayak izi" hassasiyeti baş gösterdi. AB tam olarak 1 Ocak 2026'da bu düzenlemeyi hayata geçirecek gibi gözüküyor. 

 

Bilinen gerçek dış ticarette kullanılan lojistik unsurlarından en az karbon gazı üreten unsur demir yolları. "Malları zamanında yetiştiremedim bari uçağa koyayım" dediğimizde, bırakın maliyetini, kamyonla taşımanın 10 katı kadar karbon salınımı yaptığımızın farkında olan kim bilir kaç kişi var? Bu arada demir yollarının kara yolu taşımacılığına göre 4 kat daha az karbon saldığını söylemek gerekiyor. Şu an için revaçta olmayan ama gelecekte önemli hâle gelecek "derin deniz taşımacılığı" gibi seçenekler karbon emisyonunu km başına neredeyse sıfıra indiriyor. Peki bu kadar çaba ve endişe boş yere mi ortaya çıktı? Kesinlikle değil. Bir ay önce katıldığım bir toplantıda İstanbul Üniversitesi'nden Prof. Dr. Murat Erdal dehşet verici durumu net şekilde anlattı.

 

Bu hızda karbon salınımı yapmaya devam edersek, Dünya 2,7 C-4,0 C derece ısınacak ve şu gelişmelerin yaşanması kaçınılmaz olacak:

 

•Hava son 5 milyon yıldır görülmemiş ölçüde ısınacak. Yani geride bırakırken şikâyet ettiğimiz sıcak yaz gelecekteki 10 yılın en serin yazı olacak. 

 

•Devasa boyutta ve daha sık hortumlar görülecek.

 

•İtalya, İspanya, Yunanistan çöle dönüşecek.

 

•2100 yılına kadar deniz seviyesi 1,5 metre civarında yükselecek ve Amsterdam ve New York gibi şehirler sular altında kalacak.

 

•Güney’de kuraklık yaşanacak.

 

•Yağmur ormanları yok olacak.

 

•Tahıl üretimi üçte bir oranında azalacak.

 

•Ciddi bir gıda yetersizliği ve açlık sorunu yaşanacak.

 

•Soluduğumuz hava, içtiğimiz su, aldığımız besinler, günlük rutinimiz, her şey değişecek.

 

•Bu kitlesel göçlere ve uluslararası çatışmalara neden olacak.

 

•2030 yılına kadar iklim değişikliği yüzünden yılda 530.000 kişi hayatını kaybedecek. 

 

Bunlar dehşet verici beklentiler ama sadece yarısı bile gerçekleşse ekonomik, demografik ve nihayetinde siyasal anlamda radikal değişiklikler kaçınılmaz olacak. Sadece ve sadece 2030 yılından itibaren başlayacak olan "Mars'a Seyahat" projesi beni umutlandırıyor. Malthus'un kaçınılmaz tezinin gerçekleşmesini durduracak ya da yavaşlatacak tek şey 2030-2100 yılları arasında ne kadar insanın dış uzaya açılacağı olacak. Milyarlarca olmasa bile dünyayı tamamen kullanılmaz hâle getirmeden milyonlarca insanın başka gezegenlere doğru gideceğini öngörebiliyoruz. O zaman da evreni birilerinin kurtarması gerekecek sanırım. Şaka yapmış olmak isterdim… 

 

Konuya geri dönersek: Karbon ayak izi konusunda "Yeşil Gelecek Endeksi" önemli bir gösterge olarak kabul ediliyor. İzlanda, Danimarka, Hollanda, Birleşik Krallık, Norveç ilk beşte yer alırken, son beşte yer alanlar İran, Cezayir, Paraguay, Katar ve Guatemala. 

 

Fosil yakıtların saldığı karbondan herkesin haberi var ancak, ABD hâlâ milyarlarca dolar petrol endüstrisine harcıyor. Avrupa Birliği ve Çin petrolden neredeyse tamamen vazgeçmiş durumda. Dünya genelinde petrol ve türevleri hâlâ en çok yatırım yapılan ürünler olarak göze çarparken, az karbon salan enerji türleri son 4 yılda ivmelenerek yükseliyor. Petrole 2022'de yarım trilyon dolar yatırım yapılırken az karbon salan alternatif enerji kaynaklarına 700 milyar dolara yakın yatırım yapılmış. Doğalgaz ise giderek gözden düşüyor. Enerji verimliliğine harcanan para, doğalgaza ödenen meblağı geçmiş durumda. Verimliliğe yatırım 400 milyar dolara yaklaşırken, doğalgaz için 300 milyar dolardan biraz daha fazla para harcanmış gözüküyor. Bu rakamlar Uluslararası Enerji Ajansının son toplantılarında konuşmacılar tarafından açıklandı.

 

Özetle, dünyanın bir kısmı karbon emisyonlarına hız kesmeden yola devam ederken, diğer kısmı elinden geleni yapmaya çalışıyor. Ancak hava yolu gibi birçok sektörde işin doğası gereği ciddi bir karbon salınımı var. Şu anki teknolojiyle arzu edilen hacimde işi çok daha az karbon salarak yapmak mümkün gözükmüyor. Bunu araştırmak için bile başlı başına ciddi kaynak gerekiyor. 

 

Tüm bunlar, yukarıda bahsettiğimiz kâbus senaryosundan kaçış olmadığını, on yıl içinde bir gün korktuğumuz ne varsa karşılaşacağımızı bizlere gösteriyor. Tüm ekonomik aktörlerin buna göre hazırlık yapması en mantıklı davranış olacaktır diye düşünüyorum. Bankacılıktan sigortacılığa, taşımacılıktan dış ticarete kadar birçok sektörde faaliyetler başka bir yöne doğru gidecek gibi gözüküyor…

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.