Günümüz dünyasında savaş ile barış arasındaki çizgi, sadece silah ve askerle belirlenmiyor; artık ekonomik güç ve teknolojik gelişmişlik, devletlerin istikbalini belirleyen temel unsurlar hâline gelmiş durumda. Bu gerçek, Tolstoy’un "Savaş ve Barış" eserinde insanın iç dünyası ve toplumsal dinamikler arasındaki karmaşık ilişkileri anlatmaya çalıştığı gibi, modern dünyanın da savaş ile barışını, ekonomik ve teknolojik altyapıları üzerinden yeniden inşa ediyor.
Tam burada, sivil sektörler ve teknolojiler, savaşın doğasını değiştiren, barışa hayat veren güç birimleri olarak ortaya çıkıyor. Yapay zekâ ve yazılım teknolojileri, tıpkı Tolstoy’un romanında insanoğlunun içsel çatışmaları gibi, savaş kararlarının temel dinamiklerini şekillendiriyor. Gözetleme sistemleri, otonom araçlar ve sivil mühendisliğin teknolojileri, savaş alanlarına nüfuz ederken, aynı zamanda barışın da anahtarları oluyor.
Havacılık ve uzay teknolojileri, insanoğlunun gökyüzüne ulaşma şeklini değiştirdikçe, yeryüzünde barışın sınırlarını da yeniden çiziyor. Üstün malzeme teknolojileri, hafiflik ve dayanıklılık ilkeleriyle, savaşın yıkıcılığı yerine, inovasyon ve gelişim simgeleri hâline geliyor.
Tesla’nın elektrikli araçları ve enerji depolama çözümleri, insanlık tarihinin en büyük savaşlarından biri olan “savaş teknolojisi” yerine, sürdürülebilirlik ve yaşam barışını temsil ediyor. SpaceX’in uzayda ilerleyişi, yeni savaş alanları değil, yeni barış yolları açarken, Google’ın yapay zekâsı, gözetleme yerine anlaşma ve diyalog istikametinde kullanılabilir hâle geliyor. Ancak bu çabaların ayak seslerini duyduğumuz büyük savaşı ne kadar engelleyeceği hâlâ tartışmalı.
Dünyanın dev şirketleri olan Raytheon, Lockheed Martin, Boeing, BAE Systems gibi güçler ise, aslında iki yüzü olan maşa gibi; bir tarafta savaşın aleti, diğer tarafta ise barışın teminatı olma şansı taşıyorlar. Bir anlamda, hayatın ve ölümün sınırlarını belirleyen bu teknolojiler, Tolstoy’un da vurguladığı gibi, insan ruhunun en incelikli ve en yıkıcı yönlerini ortaya çıkarıyor.
Bu büyük güçler arasında Türkiye, Rusya, Çin, Hindistan ve Pakistan, farklı yollarla kendi "savaş ve barış" ekonomisini inşa ediyorlar:
Türkiye, savunma sanayindeki ilerlemeleri sivil sektörler ve teknolojilerle güçlendirirken, ciddi bir savunma sanayi ihracatçısı oldu. Yine de savunma harcamalarını millî gelire oranla %2 seviyesinde tutuyor. Toplam savunma harcaması 2024 yılında 25 milyar dolar.
Rusya, soğuk savaşın mirasıyla, bağımsız savunma teknolojileri ve yerli üretimiyle bölgede caydırıcılıktan tehdit unsuruna oradan da "gerçek tehlike" olmaya geçiş yaptı. Ancak Ukrayna çatışması gücünün abartılmaması gerektiğini ortaya koydu. Toplam savunma harcaması 2024 yılında 149 milyar dolar. Millî Gelirin %7'sinden fazla.
Çin, büyük ve güçlü ekonomisiyle, teknolojik devrimleri ve çift amaçlı teknolojileriyle, savunma sanayinde yeni sürprizlerle yola devam ediyor. Henüz büyük bir çatışmada Çin askerî gücü test edilmedi. Açıkçası pek de istekli olmamak lazım böyle bir tecrübe için. Toplam Savunma Harcaması 2024 yılında 314 milyar dolar. Millî gelirin sadece %1,7'si olduğunu söylemem lazım.
Hindistan, kendi bağımsızlığını ve gelişmişliğini korumaya çabalarken ciddi bir ithalatı var, sivil sektörü devreye sokup savunma sanayini geliştirmeye gayret ediyor. Toplam savunma harcaması 2024 yılında 86 milyar dolar ve Millî Gelirden aldığı pay %3,2.
Pakistan ise, sınırlı kaynaklara rağmen, teknolojik bağımlılıktan kurtulup bağımsızlık için mücadele ederken Hindistan'a karşı psikolojik üstünlüğü sürekli muhafaza ediyor. Geçen yıl toplam 10 milyar dolarlık savunma harcaması yapmış ve bu rakam da Millî Gelirin %2,7'si civarında. Birçok Amerikan Firmasının savunma sanayi için harcaması bu rakamdan daha fazla...
Yukarıda saydığım ülkelerin toplamı bile ABD'nin 1 trilyon dolarlık savunma harcamasının yanına yaklaşamıyor. ABD'nin savunma harcamaları Millî Gelirin %3,5'i seviyesinde. Almanya ve Birleşik Krallığın yanında Japonya'nın da "en çok harcama yapan ilk 10 ülke" arasında olduğunu söylemem lazım. Polonya, Güney Kore ve Cezayir'in Millî Gelire göre savunma harcamaları payının epeyce yüksek olduğunu görüyoruz. Demek ki tehdit algısı elle tutulur hâle gelmiş bu ülkelerde.
İsrail'in saldırganlığı ve sergilediği insanlık dışı yaklaşımı bildiğimiz için askerî harcamalardaki artıştan bahsetme gereği duymadık. Dünyada 12. sırada ve sürekli rahatsız ettiği ülkelerden misli misli harcamalar yaptı ve yapmakta. Ukrayna savaşta olduğu için geçen yıl 67 milyar dolarlık harcama yapmış ama Suudi Arabistan'ın 80 milyar dolar harcama ile Birleşik Krallıktan sonra 7. sırada olduğunu hatırlatalım...
Modern savaş ve barış ikilemi, Tolstoy’un dediği gibi, sadece bireylerin içsel çatışmaları değil, aynı zamanda toplumların, devletlerin ve ekonomi politikalarının da karmaşık etkileşimleriyle şekilleniyor. Bu bağlamda, savaşın ve barışın ekonomisi, artık sadece silahların ve askerlerin değil, aynı zamanda teknolojik inovasyonların, sivil sektörlerin ve uluslararası güçlerin zorlu mücadele sahası hâline gelmiş durumda.
Tolstoy’un eserinde, savaşın en büyük düşmanı olan insanın içindeki barış değil, aslında güç ve çıkar arzusu olarak anlatılır. Günümüzde de, devletlerin ve şirketlerin savaş teknolojileri ve sivil teknolojiler arasındaki ikilemi aynen böyle bir iç içe geçişi temsil eder. Bir yandan savaşın yıkıcı güçleri, bir yandan da barış ve sürdürülebilirlik ilkeleri, bu teknolojiyi kullanırken iç içe geçmiştir.
İşte bu noktada, kişisel ve toplumsal düzeyde insanoğlunun iç savaşını, dünya devlerinin küresel savaşlar ve ekonomik yarışlarla pekiştirmiş olduğunu görüyoruz. Teknolojiyi, bir barış unsuru olarak kullanmak ya da savaşın en büyük silahı hâline getirmek, bizim elimizde. Bu ikilem, aslında bizim insanlık tarihimizin “Savaş ve Barış” mücadelesini biçimlendirmekte.
Sonuç olarak, Tolstoy’dan başladım öyle devam edeyim ve bitireyim: Gerçek savaş ve barış, silahların değil, insan ruhunun içsel dönüşümünde ve devletlerin ekonomik ve teknolojik güç dengelerinde yatıyor. Günümüzde teknoloji, savaşmak ya da barışmak için değil, barışa ulaşmak, sürdürülebilirliği sağlamak ve insanoğlunun aydınlık yüzünü ortaya çıkarmak adına kullanılmalı.
Bu yüzden, teknolojik gelişmeler ve sivil sektörlerin yükselişi, bizim modern çağda “Savaş ve Barış Ekonomisi”ni yeniden tanımlamamız gereken bir dönemdeyiz. İnsanlık, kendi iç barışını ve refahını inşa etmeden, dış savaşların ve silahların ömrü sonsuza kadar uzayabilir. Bu yüzden, Tolstoy’un dediği gibi; “Barış, insan ruhunun en derin, en yüksek ve en kalıcı başarısıdır” ilkesini unutmadan, teknolojiyi hem güçlü hem de barışçıl bir gelecek için kullanmak, bizim en büyük vazifemizdir.
Prof. Dr. Emre Alkin'in önceki yazıları...