İsveç meselesinin muhtemel sonuçları...

A -
A +

Orta Doğu'daki ateş sönmeden hiç kimsenin rahat etmeyeceği kesin. Bu meselenin bir galibi olacağını sanmıyorum. Ancak, ABD ve AB ülkeleri İsrail Devleti projesiyle uğraştıkları için, Çin ve Hindistan'ın yaptığı ataklara karşı savunmasız hâle geliyorlar. 

 

ABD 1871 yılından beri sürdürdüğü ekonomi ve teknoloji liderliğini pek yakında kaptırmak üzere ve bunu rüzgârı ters çevirmek için bilim insanları ve üretenlerden çok askerleri ve bürokratları dinliyor. Thomas Jefferson'dan beri inovasyonun liderliğini yapan ABD Trump ve Biden ile beraber diplomatik, bilimsel ve ekonomik bir gerileme içinde. Amerikan Derin Devleti Trump'ı sevmiyor, bir kez daha iktidara gelmemesi için çaba sarf ediyor diğer taraftan Biden'in İsrail vahşetine yol vermesi ve ipleri lobilere kaptırması seçmenlerin gözünde küçülmesine sebep oluyor. Anlaşılan gelecek yıl ilginç olaylara gebe olacak. 

 

Biden anlamsız bir şekilde İsveç'in NATO üyeliği için ısrar ediyor. Başkanlık dönemi sonra ermeden ya da "lame duck" olmadan bu işi bitirmek istiyor. Reagan SSCB'yi bitirmişti, Biden ise "Putin'i bitiren lider" olarak tarihe geçmek istiyor olabilir. Bu değerlendirmede önemli bir bilgiyi atlamayalım: Herhangi bir NATO üyesinin parlamentosunda İsveç'in üyeliği reddedilirse zaten diğerlerinin oylama sonucu önemsiz hâle geliyor. Tek bir üyenin reddetmesi yetiyor. Bu sebeple Macaristan Parlamentosu oylamayı geciktirerek, ilk hareketin Türkiye'den gelmesini bekliyor. Eğer Türkiye'deki Parlamento İsveç'in üyeliğini kabul etmezse, Macarlar da "hayır" diyerek Rusya'ya çiçek gönderecekler. 

 

Türkiye'nin döviz rezervleri, kaynak ihtiyacı ve piyasalardaki dengesizliğini gidermek büyük bir fonun girişini engelleyen İsveç meselesinin çözümü için Biden'ın gereğinden fazla çaba sarf etmesi Türk Hükûmetinin dikkatini çekmiş durumda. Ayrıca Blinken'in bölgedeki ziyaretleri de dikkatle not edildi. ABD Dışişleri Bakanının Ankara'da soğuk şekilde karşılanması ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Blinken'a 5 dakika bile ayırmamış olması herkesin dikkatini çekti. Bundan iki hafta önce "ABD ve AB'nin İsrail'e maddi ve manevi borcu var biliyoruz ama bizim İsrail'e borcumuz yok" diyerek verilen mesaj da oldukça netti. Ancak tüm bu gelişmeler 2003 yılında TBMM'ye sevk edilen ve tarihe "1 Mart Tezkeresi" olarak geçen olayın tekrarlanabileceğini gösteriyor. 

 

Şöyle bir hatırlarsak; "...Muhtemel bir askerî harekât çerçevesinde yabancı silahlı kuvvetlere mensup hava unsurlarının Türk hava sahasını Türk makamları tarafından belirlenecek esaslara ve kurallara göre kullanmaları için gerekli düzenlemelerin Hükûmet tarafından yapılmasına, Anayasanın 92'nci maddesi uyarınca 6 ay süreyle izin verilmesi..." diye yazılmış olan madde esasında 62 bin yabancı askerî personel ile 255 uçak ve 65 helikopterin 6 ay süreyle Türkiye'de bulunmasını içeriyordu. 

 

Bu tezkerenin reddedilmesi ile beraber ABD görev gücü Türkiye topraklarını kullanamadı ve ciddi bir lojistik zorluğa düştü, Irak'ta arzu ettiği sonucu elde edemedi. Aynı yıl ABD askerlerinin Süleymaniye'de Türk askerlerine saldırması ve tarihe "çuval olayı" şeklinde geçen rezilliğin yaşanmasını TBMM kararına Amerikan misillemesi olarak nitelendirildi. Bu gelişmelerden sonra uzun süre Türk-Amerikan ilişkileri düzelmedi. Hâlâ da düzelmedi hatta kötüye gidiyor. Eğer İsveç'in NATO üyeliğini Türkiye onaylamazsa, yeni bir diplomatik krizin çıkabileceğini söyleyebilirim. Ancak 2003 ila 2013 arasında Türkiye Ekonomisinin belki de tarihin en iyi performanslarından birini yakaladığını da eklemek lazım. Yani ABD ile Türkiye'nin arası kötü olsa da, AB Üyeliği yolunda yapısal reformlarını gerçekleştirmeye çalışan bir ülkeydi. Ulusal paranın değeri, enflasyon ve faizler hep sakin kaldı, büyüme istikrar kazandı.

 

Bugün son terör örgütleriyle başa çıkmak için 10 yıldır güvenlikçi politikalar uygulayan Türkiye'nin ABD ve AB'ye pek güveni kalmadı. Talep etmesine rağmen Patriot Füzelerinin verilmemesi, bu sebeple Rusların S-400 füzelerini alması uzun zamandır içinde yer aldığı F-35 projesinden çıkarılmasına sebep olurken, Ruslardan S-300 hava savunma sistemini satın almış Yunanistan'a neden böyle davranılmadığını haklı olarak soruyor: Aynı şekilde terör örgütlerine yardım ve yataklık etmeyi "özgürlük" çerçevesinde sunan AB'ye güvenmesi için herhangi bir sebep kalmadı. Dolayısıyla ciddi bir karar aşamasına geldi. Demokrasinin standartlarını yükseltmeyi, ekonomik refahı sağlamayı ne kadar sürede sağlayacağını da bu karar belirleyecek...

 

Yükselen Mega Trend, Çin ve Hindistan ile beraber küresel ekonomide söz sahibi olmaya başlayan yeni ülkeler... Bu ülkelerin çoğunda demokrasi sadece seçimle ifade ediliyor. Hatta bazılarında seçimli otokrasi var. Türk halkının ortaya koyduğu çifte standartlar nedeniyle Batılıları sadece kendi ülkelerinde görmeye tahammülü kaldı. Çünkü batılılar kendi ülkelerinde yapamadıkları ne varsa doğuya gidince yapıyorlar. AB sadece "tatile gidilecek güzel yer" kıvamına düştü. İnsanlar New York'u değil artık Şanghay'ı merak ediyorlar. Hollywood bile artık Çinliler, Japonlar, Ruslar, Latin Amerikalıları ve Türkleri bıraktı kendi kötü adamlarını filmlerde işlemeye başladı. Umarım sinema yoluyla yüzleşmesini tamamladığında ABD 1990'lardaki "dünya için umut veren" hâline geri döner. 

 

Peki Batı'nın Türkiye'yi Doğu'ya kaptırması mümkün mü? Bana göre Türkiye kendi arzusuyla hangi tarafı seçeceğine karar verebilecek durumda. Şu an zaten Türk vatandaşları AB ve ABD'ye zor süreçlerden geçerek vize alarak gidebiliyor. Avrupa Konseyi Üyesi olan Türkiye'ye vize koyarak AB Ülkeleri çifte standardın dibine vurmuş durumdalar. ABD'ye neden "macera dolu" dendiğini artık daha net anlıyoruz. Havalimanında bir anda sizi işaret edip "bayım bir dakika sıradan ayrılıp şurada durun" diyorlar ve macera öylece başlıyor. Nevi şahsına münhasır bir tehdit algılamasıyla masum vatandaşlarını polisin marifetiyle öldürebilen bir ülkeden bahsediyoruz. Başınıza her şey gelebilir. Yasalar var ama keyfî olarak uygulanıyor. 

 

Bu durumda katı prensiplerle yönetilen ama disiplinli ve derli toplu yaşayan doğu ülkelerine gitmek, egzotik güzellikleri keşfetmek daha mantıklı bir seçenek hâline geliyor. Batılılar da disiplinli ama onları "otel müdürü" ya da "yiyecek içecek müdürü" olarak tercih etmeye başladık, yan odada kalan turistler olarak değil. Hele ki Amerikalılar... İtalya'nın sessiz bir kasabasını hoyrat kahkahalarla çınlatanlar onlar... 

 

Tüm bu açılardan bakıldığında Türkiye'ye kaynak girişini İsveç meselesine bağlayarak engellemek, Gazze'deki vahşete yol vermek, terör unsurlarına destek vermek, yaptırım uygulamak vs. gibi davranışlara devam edildikçe sadece Türkleri değil manzarayı seyreden herkesi Batı'dan soğutacak hâle getirdi. Ayrıca bu engellemelerin neticesinde TL'nin ve gelişen ülkelerdeki paraların dolar ve avroya karşı yaşadığı hızla değer kaybı ABD ve AB'ye turistik amaçlı seyahatleri de "fantezi" hâline getirdi. Bu durum kültürlerin kaynaşmasını ve birbirlerini anlamasını zorlaştıran bir sonuç oluşturdu. Yurt dışına çıkan Batılılar en kötü hâllerini gösterirken, doğudakiler ekonomik sebeplerden dolayı batıya gidemedikçe, AB ve ABD'yi sadece gelen turistlerin davranışlarından tanıyacaklar. 

 

Doğu'dan Batı'ya gidenler öyle ya da böyle gittikleri yerin örf ve âdetleri hakkında bilgi sahibi olup saygı gösteriyorlar. Benzer bir eğitimin Batı tarafında da verilmesi, "falanca ülkeyle alakalı 1-2 kitap okudum geldim" şeklindeki oryantalizmden uzaklaşılması faydalı olacak. Böylelikle hem para hareketi artar ve refah paylaşılır hem de barışı sağlamak kolaylaşır diye düşünüyorum. Siyasetçilerin bozduğunu vatandaşların düzeltmesi ne kadar mümkün bilemiyorum ancak, aklı başında insan sayısı arttıkça tercihlerin daha düzgün hâle geleceği aşikâr...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.