Javier Milei haklı mı? Merkez Bankaları kapatılmalı mı?...

Sesli Dinle
A -
A +

Arjantin'de iktidara yeni gelen Milei'nin ilk cümlesi "Merkez Bankasını kapatmak ahlaken borcumuzdur" oldu. Bu cümlenin taşıdığı absürt manayı bir kenara bırakıp, meselenin tarihçesine bakmak lazım... 

 

Latin Amerika'yı İspanyolların elinden kurtarıp bağımsız büyük bir cumhuriyet kurmak isteyen Bolivar'ın (1783-1830) kısacık serüveninde de Merkez Bankası işi başını çok ağrıtmış. Girdiği kanlı savaşlardan çok, savaşı finanse etmek için aldığı borçların karşılığında "Merkez Bankanızı biz yönetelim" şeklindeki İngiliz teklifine direnmesi sonunu getirmiş diyebiliriz. Bundan başka Arjantin'in bol diktalı ve bol Peronlu siyasi geçmişinin de bu tip politikacılara teveccüh göstermesinde etkili olduğunu söyleyebilirim. Latin Amerika yozlaşmayı radikal yöneticilerle durdurmayı denemiş ama daha beteriyle karşılaşmış. Denenmiş olanı gönderip sonra özleyen yapısıyla nevi şahsına münhasır bir görüntü çiziyor. Milei çok uzun ömürlü bir iktidar yaşayamayabilir ama gitse de geri dönebilir. 

 

Peki Milei haklı mı? Merkez Bankaları kapatılmalı mı? Ön yargısız analiz yapmaya çalışalım...  

 

20. yüzyıl paradigmalarıyla güçlenen ama temeli yüzyıllara dayanan merkez bankaları kapitalist sistemin en önemli kaleleridir. Fakat Merkez Bankaları 21. yüzyıla geldiklerinde birçok fonksiyonlarını kaybettiler ya da başka kurumlara kaptırdılar. Birçok fonksiyon düzenleyici otoriteler, özel kurumlar tarafından icra edilmeye başladı, para üretme, parayı büyütme mekanizması faiz çarpanı ile beraber bankaların ve finans kurumlarının eline geçti.

 

Bugün basılmış parayla banka parası dediğimiz “kaydi para” arasındaki fark, bazı ülkelerde 1’e 10, bazı ülkelerde 1’e 30, 1’e 40 civarında seyrediyor. Yine basılmış dolar miktarı ile dünyadaki dolar cinsinden yapılan işlemler, dolar mevduatı, dolar kredilerini ya da dolara endeksli mevduat ya da krediyi topladığınız zaman aralarında ciddi bir uçurum, ciddi bir makas olduğu gözüküyor. Demek ki para aslında “kaydi” ortamda büyüyor. Merkez Bankaları da sadece faiz enstrümanıyla ya da ellerindeki kısıtlı enstrüman demetiyle piyasaya müdahale etmeye çalışıyorlar.

 

Bütün Merkez Bankaları aslında -Fed’i dâhil etmeyeceğim buna çünkü ciddi bir küresel güç olarak duruyor- ulusal ya da bölgesel bir politika uygulamaktan uzaklaştılar. Çünkü eski güçleri kalmadı.

 

Hâl böyleyken aklı başında birkaç kişi dedi ki: “Madem bu Merkez Bankaları karşılıksız para basıyor, bu hesapsız parayı bir kenara koyup istiflemektense, bir para gibi itibarlı bir alışveriş değeri oluşturabilir miyiz?” Böylelikle 2008 yılında Bitcoin ortaya çıktı.

 

Bilgisayarların ve insanların enerjisini bir alışveriş değerine çevirme amacıyla başlayan bu iş aslında bugün bir zenginleşme vazifesi görüyor. Hatta dolandırıcılık vazifesi de diyebilirim. Dolandırıcılığın boyutu giderek büyüdü ve dijital firmaların sahipleri de buna katıldı. “Z” neslinin hayran olduğu Elon Musk bu işte başı çekti.

 

Bu gibi enteresan insanların yüksek zekâlı oldukları belli ama yüksek ahlaka sahip oldukları konusunda ciddi tereddütlerim var. Bu gibi kişiler ne mi yaptılar? Piyasaları maniple ederek kripto değerlerden çok ciddi paralar kazandılar. Zararlarını tazmin ettiler, düşen roketleri ya da bir tasarımda ortaya çıkan zararı vatandaşın cebinden tazmin ettiler. Zenginler her zaman fakirlerin parasıyla varlıklarını artırırlar bunu unutmayın. Zengin zengine parasını nadiren kaptırır ama fakirler paralarını daima kaptırırlar...

 

1996 yılında yazdığım doktora tezi tarım kesiminin parasal ekonomiye kazandırılmasıyla alakalı birçok sorunu dile getiriyordu. Sonrasında anladım ki nakit para yani Merkez Bankalarının çok koruduğu, devletlerin üzerine titrediği şey, aslında kayıt dışılık da oluşturuyor. Dolayısıyla kripto paraların kayıt dışılık oluşturduğuna dair tezlere mesafeli yaklaşıyorum. Bana göre tam tersi oluyor. Para soğuk cüzdana çekilse de çekilmese de kayıt dışılık değil, bir şekilde kazancın ve işlemlerin kayıt altında olmasını sağlayan bir ortam oluşturabilir. Tüm bunları tartışırken pandemi başladı. Tüm bildiklerimizi sorgular hâle geldik.

 

Pandemi şartlarında özel sektörün zorlanması bazı hükûmetlerin “Bakın gördünüz mü? Özel sektör sizi en zor durumda bile orta yerde bırakıyor. Biz olmasaydık siz yaşayamazdınız. Dolayısıyla biz yavaş yavaş devlet kapitalizmine doğru geçelim, özel sektörün fonksiyonlarının önemli bir kısmını biz yapalım” karnından konuşmasına yol açtı. Milei'nin seçilmesi buna işaret ediyor. Merkez Bankalarının normalde serbest piyasa ve liberalizmin kalesiyken, bugün birçok fonksiyonunu kaybettiğini zaten yukarıda açıklamıştım. Hatta bazıları daha da ileriye götürüp Merkez Bankalarını “emperyalizmin kalesi” olarak da nitelendiriyor. Gelişen teknolojiye karşı bu kurumların gücü daha da azalmaya başladı diyebilirim. "Dijital Devler" birçok Merkez Bankasından daha fazla itibar görüyor desem yanlış olmaz.

 

Tartışmasız gerçek şu ki, dijital devler ellerindeki sınırsız güçle bir küresel kolonizasyon faaliyeti içine girdiler ve hükûmetlerin devlet kapitalizmini oluşturması için yardımcı olmaya başladılar. Merkez Bankalarının bu işgale direnmek için son zamanlarda nakit para değil dijital parayı desteklediklerini görüyoruz. Ancak bazıları dijital değer ile kripto değerleri birbirine karıştırıyor.

 

Kripto paralar otonom ve anonim bir şekilde üretilirler ve bir para otoritesine bağlı değildirler, merkeziyetsizdirler. Dijital parada ise aynı durum söz konusu değildir. Dijital para aslında bankamızda duran, elimizi değdiremediğimiz, dijitalleşmiş değerlerdir. Bugünlerde Merkez Bankaları nakit parayı ortadan kaldırmayı istiyormuş gibi gözüküp, can-ı gönülden dijital parayı desteklediklerini ifade ediyorlar ama aklımda bazı şüpheler var.

 

Bugün dünyadaki tüm paralar zaten dijitalleşmiş durumdadır, çünkü banka sistemi bunları kaydi olarak oluşturur. Diyelim ki bankaya 1000 birim  para yatırdınız, %20 faiz alsanız sene sonunda 1200 birim para elde edersiniz. Bu parayı tutup bankadan çekmenize gerek yoktur, böylelikle paranız kaydi olarak büyür ve dijital olarak size bir alışveriş gücü oluşturur.

 

Aynı şekilde kredi kartının limitini de belirleyen banka hesabınızdaki paranızdan çok itibarınızdır, yani ticari ya da finansal hayatınızda yaptıklarınızdır. Bunun üzerinden size bir kredibilite yani itibar tanımlanır. Bu kredibilite alışveriş değerine dönüşür. Devlet, vatandaş harcadıkça bundan vergi alır. Özetle bankaların oluşturduğu paradan devlet daha fazla vergi alır. Banka parasının düşük faiz ortamında yavaş büyümesi devleti rahatsız eder. Bu sebeple emisyon miktarını artıracak "arka kapı" metotları uygular...

 

 

 

“Para Kurulu” 

 

 

 

Geçenlerde Ronald Reagan'ın eski konuşmalarından birine Instagram'da rastladım. Eski bir film artisti olan ABD Başkanı tane tane şu gerçekleri anlatmış:

 

"Hükûmetlerin para bulmakta vergi haricinde iki ana metodu vardır:

 

- Borçlanma piyasasına girerek elindeki faiz silahıyla vatandaşlarıyla rekabet etmek.

 

- Para Basmak...

 

Her ikisi de yeterince denendi ve her ikisi de enflasyon oluşturuyor. 

 

Aslına bakarsanız biz sözcüklerin kurbanıyız. Enflasyon deyince aklımıza sadece yükselen fiyatlar geliyor. Doğal olarak fiyat etiketini koyanlardan nefret etmeye başlıyoruz. Ancak, fiyat etiketini yazanın da enflasyon mağduru olduğunu unutuyoruz. 

 

Enflasyon sadece yükselen fiyatlar değildir, aynı zamanda paranın değer kaybıdır. Para miktarını artırırken, üretim o derece artmaz ise tek sonuç çıkar:

 

Çok fazla parayı pek az mal için artırmış oluruz..."

 

Son zamanlarda devlet-kamu personeli-kamu harcamaları meselesine de tarihsel bir katkıda bulunmak için Margaret Thatcher’ın şu uyarılarına da dikkat vermek gerekiyor:

 

"Biz hükûmetler, borçlanma yaparken bankadan kredi almış bir iş insanı gibi davranamayız. İş insanı kredi alınca parayı kendisinin zanneder. Aldığı krediyle ihtiyaçlarını karşılar ve yeterince kabiliyetli ise kâr eder. Hükûmetler ise kendi ihtiyaçlarını değil, vatandaşların ihtiyaçlarını gidermek için borç alır. Dolayısıyla vatandaşın ihtiyaçlarını tespit ederken gerçekçi olmalı ve kendi ihtiraslarının peşinden koşmamalıdır. Kamu borcu diye bir şey yoktur, çünkü o vatandaşın borcudur. Buradan hareketle kamunun parası yoktur, çünkü o vatandaşın parasıdır..."

 

Tüm bunları hatırlattıktan ve söyledikten sonra dürüstçe şunu ifade edeyim: Hükûmetlerin kolay kolay Merkez ve bastıkları paralardan öyle kolay kolay vazgeçmeyeceklerini öngörebiliyorum. Ancak dediğim gibi basılan para çok ciddi bir kayıt dışılık meydana getiriyor. Merkez Bankaları nakit para basmazsa varlığı sorgulanacak, dijital paraya tam olarak geçildiğinde kendilerine belki de ihtiyaç kalmayacak. Nakit para basıldıkça kayıt dışılık yolsuzluk artacak.

 

Bu arada, Merkez Bankası yerine “Para Kurulu” olmasını elzem gören ekonomistler de var. Eğer Milei Arjantin Merkez Bankası’nı kapatıp doğrudan Para Kuruluna geçerse, bundan sonra gerisi çorap söküğü gibi gelebilir. Bambaşka bir dünyayı konuşmaya başlarız.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.
M.Akif Hünkaroğlu 23 Şubat 2024 09:12

Vatandaş ekonomi okusa yada köşe yazarları ekonomi ağırlıklı yazsalar iyi olur