Kritik karar alıcılar, ölçüp biçip hesap ettikleri kararların uygulanması neticesinde arzu ettikleri sonucu alamadıkları zaman tekrar hesaplara gömülürler. Hâlbuki, sorun hesaplamada değildir. Benzer şekilde, şirketlerin batışı da yönetim kurulu gündem maddeleri arasında bulunmayan konular sebebiyle gerçekleşir. Üst yöneticiler kurdukları modelin doğruluğuna bazen o kadar inanırlar ki, tek problemin insan kaynağında olduğunu düşünürler. Böyle yerlerde personel hareketliliği standartların üzerinde olur. Sadece kendini haklı ve herkesi hatalı gören spor kulübü başkanları gibi, yanlış vizyon ve hatalı kararların faturası sürekli personele çıkarılır.
Hep söylediğim gibi otorite ve hiyerarşi üreten modellerin veya organizasyonların 21. yüzyılda başarı şansı yok çünkü inisiyatif kullandırma konusunda başarısızlar. Planlamanın bol ama “deneyimlemenin” az olduğu hatta hiç olmadığı kurumlardan yenilik çıkması mümkün değil. Astların üstlerine gidişat ile ilgili eleştirilerde bulunamadığı, düşünce olarak katkı veremediği model ve yaklaşımlar sadece işletmelerde değil bilim ve sanatta da ilerleyişi engeller.
Sunumlarımda oldukça sık kullandığım bir slayt var. Uganda’yı 1971-1979 arasında diktatörlükle yönetmiş olan İdi Amin’in bir sözü ve resmi duruyor bu slaytta:
“Burada ifade özgürlüğü var, ancak ifade ettikten sonra özgürlük garanti değil…”
Korkarım ki aynı mantalitede yola devam eden firmalarımız var. Yanlış giden işleri gören gençlerin büyük bir kısmı bu düşüncelerini üstlerine ifade edemiyorlar. Birkaç başarısız deneme ve “mobbing” derecesinde davranışla karşılaşınca vazgeçiyorlar. İş değiştirmeyi düşünüyorlar. Diğer tarafta da yöneticiler zaten modelin doğruluğuna inandıkları için ortaya çıkan başarısızlıktan personeli sorumlu tutup işten çıkarıyorlar. İşten çıkarılmış bir kişinin iş bulması da kolay olmuyor.
Stephen Hawking “Ne kadar sana aptalca gelirse gelsin, bir fikir ve hipotezi dile getirmekten sakın çekinme” diyor. Böyle bir ortamı Türkiye’de bulabilmek kolay değil. Çünkü Prof. Dr. Talat Çiftçi’nin “Yaşamsal Satranç” kitabında belirttiği gibi, eğitim sistemimiz “malumat sahibi insan” yetiştiriyor, “marifet sahibi insan” değil. Bu sebeple ezberden bilgi söyleyen ve yeterince ikna edici bir ses tonuna sahip olup büyük bir soğukkanlılıkla yalan söyleyebilenlerin yükseldiği kurumlar oluşturduk.
Türkiye’de sürekli aynı reçeteyi deneyerek başarı beklemenin dayanılmaz acısını yaşıyoruz. Bunun sebebi teorik bilginin pratikle buluşmadığı iştigallerden seçilen yöneticiler. Teoriler veya hipotezler ne kadar iyi olursa olsun insan davranışlarının, siyasetin ve doğa olaylarının işe karıştığı bir yerde bazı olguların ya da gelişmelerin sebebini ya da tedavisini statik bir şekilde çözemeyiz. Ayrıca rastlantısal gelişmelerin etkisini göz ardı edemeyiz. Bir de, rastlantı etkisini matematik yoluyla arındırmanın mümkün olmadığını kabul etmeliyiz. Bazı dönemsel gelişmelerin beklenenden daha uzun sürmesi de araştırmacıları yanıltabilir. Çünkü geriye dönüp bakınca her önerme matematik yoluyla kendini doğrulayabilir. Meslektaşlarımın zaman zaman düştüğü tuzak da budur.
Dolayısıyla ekonomist “bu budur” demeyen, aksine farklı senaryolar için farklı çözüm üreten kişidir. Maalesef, referansını Atlantik Okyanusu’nun her iki yakasında yer alan gelişmiş ülkelerdeki meslektaşlarından almaya meraklı olanların arasında yaşarken, yıpranıyoruz. Şunu bilmek lazım: Eski ve statik fikirler birçok kişiye konfor alanı sağlasa da bilimin ilerlemesini durduruyor.
“Anladık da çözüm nerede” diye sormayın. Çözüm belli, şu ana kadar yapılanların tersini yapmak. Cumhuriyetin fabrika ayarlarına geri dönmek, “neden olmuyor” diye sormamak, “nasıl yapmışlar” diye araştırmak. Tabii, sorgulamak özgür beyinlerin yapabileceği bir faaliyet. Bunu da kabul ediyorum.
Prof. Dr. Emre Alkin'in önceki yazıları...
harika tespitler var .Marifete dayalı insan yetiştirme problemi devam diyor
Hocam bildiğiniz gibi başarıya giden yol , düşüncelerin yazılı hale getirilmesi, değerlendirmesi ve uygulama. Uygulama olmadan başarı olmaz.