DÜNYÂDA VE OSMANLIDA BASIN

Sesli Dinle
A -
A +

Yazılı haberleşme veyâ toplumu bilgilendirme basınla başlamıştır. Basın yâni matbûât çok sonraları devreye girmiş olsa da, sosyal olayların modern dönemlerindeki gibi girift (karışık) olmamasına rağmen, yine de haberleşme veyâ haber alma vardı.

 

İnsan zekâsı çağa göre tekâmül veyâ adaptasyon geliştirmiş, “ihtiyâca binâen” terimi de bu formata en uygun yaklaşım olmuştur.

 

Birbirlerinden uzak yaşayan insan toplulukları çok olmasa da çeşitli şekillerde birbirlerine haber ulaştırmak zorunda kalınca değişik araçlar buldular. Başta bunların en yaygını dumanla haberleşme idi. İhtiyaçların ve buna bağlı kelimelerin de az olduğu zamanlarda ufkun enginliğinde ve geniş bir alanda gerçekleştirilen dumanla haberleşme, insan zekâsının yabana atılamayacak buluşlarındandır. Kesik, kesintili, aralıklı ve geniş bir alan çevresinde yükselen dumanlarla anlaşmak için, o zamanlarda da mutlakâ muhâberat elemanları bulunuyordu.

 

Sonra daha dar alanlarda sesli haberleşme başladı. İçi oyuk ağaç gövdelerinde belli aralıklı ve şifreli vuruşlarla yapılan haberleşme devreye girdi. Bu belki de mors ve telgrafın yazıya aktarılmayan ilk şekliydi.

 

Gerek dumanla gerekse vuruşlarla haberleşmenin en büyük riski, haberleşmenin istenilmeyen kesim tarafından da istihbâr edilmesiydi. (haber alınması)

 

Âdemoğlu buna da bir çâre buldu: Ehlîleştirilmiş güvercin… Ayağına bağlanan küçük mesajlarla rink seferler yapan bu hârika yaratıklar hava haberleşmelerinin öncüleridir. Ama insanoğlu her oyunun paradını (korunma çâresi) buluyordu. Oku şaşmayan kemânkeşler daha güvercin hedefine varmadan avlıyor ve mesaja el koyuyorlardı.

 

Sonra Osmanlı’da hızlı ulaklar veyâ posta tatarları devreye girdi. Çift atla yola çıkılır ve durmadan en yakın zamanda hedefe varılırdı. Bunlar için de tehlikeler vardı tabîî.

 

İnsan zekâsı durağan değildir; hep yeni şartlara uyum sağlar. Nihâyet telgraf, telefon vb. diğer ekipmanlar da devreye girdi.

 

Önceleri haberleşmelerde kitle motivasyonları söz konusu değildi; kişi veyâ devlet sırları haberleşmenin ötesinde bir boyut kazandı.

 

Devirler değiştikçe insanların haber almaları yanında aynı doğrultuda düşünce toplumları meydana getirmek de basının hedeflerinde yer aldı.

 

Peki basın denen sihirli sözden ilk ne zaman bahsedebiliriz?

 

Mısır târîhinde MÖ 1750’lerde resmî bir gazetenin yayımlandığını, yine Milattan Önceki dönemlerde Roma’da günlük olayları halka duyuran “acta diurna”ları ilk gazeteler saymak gerekir. Çin’de 12. yy. da bir gazete olduğu biliniyor.

 

 

 

İlk gazeteler

 

 

 

Haberlerin elle yazılıp satılmasına ilk def’a Venedik’te rastlanmıştır. Bu 14. asır sonlarıdır. Sonra yine Venedik’te 15. asır başlarında haber yazılı el kâğıtları, gazeteciliğin başlangıcı sayılır. 

 

Sosyal hayâtın gelişmiş bulunduğu Venedik’te elle yazılarak meydana getirilen ve bir Venedik para birimi olan “gazetta” karşılığında ve “gazzetanti” denen müvezzilerde satılan el kâğıtları (fogli a mano) haberleşmeyi özel olmaktan çıkarıp, günlük yayın organına çevirdi.

 

Yine de 17. yy.a gelinceye kadar tam bir gazeteden bahsetmek mümkün değildir. Bu vasfı ilk kazanan gazete Almanya’da 1660 yılında çıkan “Laipziger Zeitung”; İngiltere’de 1702’de çıkan “Daily Courant”; ve Fransa’da 1777’de çıkan “Journal de Paris” ilk gazeteler olarak târîhe geçmiştir. Bunlar aynı zamanda günlüktür. (Türk Dili ve Edebiyâtı Ansiklopedisi, Dergâh Yayınları, c.1, ss. 314-316, İstanbul 1977)

 

18. yy.la başlayan etnik problemler (ırkçı çekişmeler), düzen karşıtlığı, hürriyetlerin tahdîdi (kısıtlanması), kol gücünden makinaya geçiş, mâden kömürünün ilkel şartlarla işlenmesi, hijyenin ne olduğu bilinmeyen Avrupa’da pislikten toplu salgın ölümleri, insanları kitle iletişimine ve toplu motivasyonlara yönlendirdi.

 

Her şeye rağmen sosyal bağ iletişimi, elle yazılarak çoğaltılmış birkaç yüz el îlânı ile mümkün olamazdı. Aslî görevi kitap basma olan matbaa, kitlesel haberleşme aracı, gazete denen müthiş silâhı ortaya çıkardı.

 

 

 

DÜNYÂDA VE OSMANLIDA BASIN

 

 

 

Osmanlıda basının başlangıcı

 

 

 

19. yy’da Batı’dan esen rüzgâr Osmanlı topraklarını çabuk etkisi altına aldı.

 

Artık gazete, dergi vb. basılı bilgi kaynakları belli aralıklarla çıkıyordu. Zamana bağlı olduğu için bunlara periyodik (periodique) terimi de kullanılmaya başladı.

 

Vakte bağlı olan bu varakpârelere (sayfalara) mevkûte de dendi. Gazeteye cerîde ve dergiye de mecmua veyâ mecelle de denildi.

 

Gazete Fransızca’dan parayla satılan haber bülteni muhtevâsıyla bize geldi. Fransızca gazeteye jurnâl de denildi. (journal)

 

Jurnal, Fransızcada, bir kimseyle ilgili olarak yetkililere gizli verilen kovuşturma (tâkip) yazılarıdır.

 

Sultan Abdülhamîd Han en mükemmel haber alma teşkîlâtını kurmuştu. YİT (Yıldız Haber alma Teşkîlâtı) Bugünkü MİT’in ilk şeklidir. Zîrâ hem Osmanlı mülkünde hem Batı’nın her yerinde Osmanlı aleyhine gelişen olaylar bu teşkîlâtın kurulmasını zarûrî kılmıştır. Hattâ İngiliz istihbârât servisi içinde bile Sultân’ın adamları vardı. Kuş uçsa, sinek kanadını oynatsa ânında haber alınıyordu. Batı çâresiz kalmıştı. MİT’in aslî kurucusu da Sultân Abdülhamîd Han’dır. Ama iç ve dış düşmanlar kendisine aşırı düşmanlıklarından ona “jurnalci” dediler.

 

Jurnal, Fransızcada, sonra genelde gazete anlamında kullanıldı. Osmanlı’da da bu anlamda kullanıldığı için gazeteciler jurnalci dendi.

 

Gazeteden amaç en son haberleri okuyucuya ulaştırmaktır. Fakat devrin gereği gazeteler hızla politize olmuş ve halkı yönlendirme aracı hâline gelmiştir.

 

Sultân II. Mahmûd döneminde (1809-1839) Osmanlı’da ilk gazetecilik başlar. İzmir’de “La Spectetateur Oriental” adlı gazete çıkmaya başlar. 1830’da II. Mahmûd devletin menfaatlerini Avrupa’ya karşı savunmak için İstanbul’da Black Bey’e “Le Moniteur Ottoman” gazetesini çıkarttırdı.

 

(Black Bey ya da Bulak Bey (Edouard Bacque 1824-1895) Osmanlı Devleti’nin ilk Washington büyükelçisiydi. Levanten (Avrupalı olup İzmir’e yerleşenler) bir âileye mensuptu. Tercüme Odası’nda ve Matbûât Dâiresi Müdürlüğü görevlerinde bulundu.)

 

1828’de Mısır Vâlisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa Kâhire’de Türkçe ve Arabca “Vak’a-yi Mısriyye” adlı resmî eyâlet gazetesini kurdurdu.

 

Esas gazetecilik Osmanlı’da Sultan Mahmûd’un çok önem verdiği “Takvîm-i Vakâyi”nin ilk yayımı ile başladı. Bu gazetenin ilk nüshası 1 Kasım 1831’de çıktı. 1922’de adı “Resmî Cerîde”ye çevrildi. Bu aynı zamanda ilk resmî gazetedir.

 

Sultan Abdülmecîd döneminde (1839-1861) 1840’tan îtibâren 1860’a kadar “Cerîde-i Havâdis” adlı yarı resmî bir gazete yayımlandı. Sâhibi William Churchill, yazı işleri müdürü ise Münif Efendi idi.

 

1860 ile 1866 yıllarında yayımlanan ilk özel gazete ise “Tercümân-ı Ahvâl”dir. Bu gazetenin mukaddimesi de Edebiyâtımızda mühim bir yer tutar. Halkın anlaşılabilmesi için dilinin de sâde olması gerekirdi. Bu meyanda Şinâsî Efendi mukaddimede şunları söyler: “Bu îtibâr-ı hakîkate mebnî (bu gerçeğe dayalı olarak) giderek umum halkın kolaylıkla anlayabileceği mertebede işbu gazeteyi kaleme almak mültezem (lüzumlu) olduğu dahi makam münasebetiyle ihtâr olunur. (Yazı işleri müdürlüğünce şimdiden hatırlatılır.) Şinâsî şimdiye kadar halkın neden bir gazete çıkarmadığına hayret ederek: “Hattâ Hükûmet-i Seniyye’mizin müsâadesiyle Osmanlı memâlikinde gayr-i müslim teba’anın kendi lisânları üzere hâlâ çıkardıkları jurnaller bile kendi hukuklarından ziyâde serbesttir. Yazar burada bir gazete çıkarabilmek için zamânın maârif vekâletine verilen istid’ânın (dilekçe) vekiller hey’eti tarafından iyi karşılandığını, bu hususta pâdişâhtan da izin çıktığını bildiriyor. Yine Pâdişâhın özel buyruğu ile gazetenin her çıkışında bir nüshasının Saray’a arz edildiğini, bu müsâade ve mazhariyetten şeref duyduğunu halka haber veriyor. (Nihat Sâmi Banarlı, Metinlerle Türk ve Batı Edebiyâtı III, s. 37, Remzi Kitabevi, 1965, İstanbul.)

 

 

 

Gazete ve hürriyet kavramı

 

 

 

İstanbul’da daha evvel gazetecilik yoktur. Önemli olayların kayıtları tutulur ve bunlar bir defter hâlinde yayımlanırdı. Tabîî ki 1700’lere kadar en önemli olaylar savaşlardı. Bu savaş safahâtını da vak’anüvisler tutardı.

 

Osmanlı’nın ilk vak’anüvisi (ilk resmî vak’a zabıtçısı) Naimâ Efendi, sonuncusu ise Abdurrahmân Şeref Bey’dir. Osmanlı’nın yetiştirdiği en büyük târihçi ve vak’anüvis şüphesiz Ahmed Cevdet Paşa’dır.

 

Gazetecilik aslen bir Batı tasavvuru olup Osmanlı’da 1831’lerde Tanzîmât’a tekaddüm eden (hemen öncesi) günlerde başlamıştır. Resmî ve yarı resmî cerîdeler devlet kontrolünde olduğu için tam bağımsız gazetecilik sayılmaz. Esas Osmanlı gazeteciliği Batı güdümündeki muhâlif gazeteciler öncülüğünde başlamıştır. Sonra birçoğu yasaklandığı için Mısır, Fransa, Cenevre veyâ İngiltere’de basılmıştır. Bu yasaklanan gazetelerin muhtevâları hiç de mâsum ve mûnis değildi. Evvelâ Osmanlı mülkünde bir haber alma aracı olarak çıkmaya başlamışlar, sonra tam bir muhâlefetle saltanâta cephe alıp, meşrûtiyet propagandasına dönüşmüşlerdir. Bu mâsum gibi görünen hareketler Osmanlı’nın yıkılışına yol açan yol haritalarının da öncüleri olmuştur. Dikkat edilirse “hürriyet” lâfzı Abdülhamîd döneminin anahtar kelimesidir ve İngiliz-Yahûdî ortak yapımıdır. Abdülazîz’in şehâdetiyle başlayan süreci Osmanlı’nın son demleri yapmayı hayâl eden Batı, Abdülhamîd Han gerçeği ile karşılaşacaklarını hiç ama hiç düşünmemişti. Ona düşmanlığın sebebi petrol ve tekrar dirilen Osmanlı-Türk Devleti idi. Ona Batı’nın ve İsrâil’in düşmanlığını tabîî bulurken, iç muhâlefeti ise kesinlikle ihânet-i vataniyye olarak görmemiz gerekir. İşte bu yüzden İttihâdcılar bu kirli senaryonun en büyük aktörü olmuşlardır.

 

Osmanlı’da muhâlefetin öncüleri başlangıçta birkaç kişi iken, bu gazeteler sâyesinde gelişen fikrî akımlarla sayı bir hayli kabarmıştır. Devlete bağlı ricâlin çırpınışları da bu yıkım harekâtını durduramamıştır. Batı etkisinde kalmalarına rağmen Münif Paşa, Yusuf Kâmil Paşa, Âlî ve Fuâd Paşalar, Ahmed Vefîk Paşa, Ahmed Cevdet Paşa gibi devlete hizmeti ön plâna alan müdebbir idârecilerin direnişleri de devleti kurtarmaya yetmedi; çünkü ihânet cebhesi çok kalabalıktı.

 

Osmanlı’da ilk çıkan gazeteler emekleme devresinde iken genelde edebî eserlere kaynak olma ve edebiyâtı sevdirme amaçlıdırlar. Ama sonra Edebiyât-ı Cedîde’nin yayın organı olan Servet-i Fünûn, Fransız İhtilâli’ni konu alan Hüseyin Câhid’in (Yalçın) “Edebiyât ve Hukûk” tercümesi üzerine 16 Ekim 1901’de derginin 553. sayısı îtibâriyle Abdülhamîd Han tarafından kapatılmıştır. Dergi’de Fransız İhtilâli’nin Osmanlı’ya uygulanması gibi idrâk edilmiş, Sultan, dergiyi inceleyip kapatma karârını iptâl etmiş olsa bile, dergi bundan sonra tutunamamıştır.

 

Edebiyât-ı Cedîde modern edebiyâtımızın eşiğidir. Bu devrin ünlü yazarları T. Fikret, Hâlid Ziyâ, Mehmed Raûf, Cenâb Şehâbeddîn, H. Câhid Yalçın, A. Hikmet Müftüoğlu, Fâik Ali (Ozansoy), Ali Ekrem Bolayır ve İsmâil Safâ’dır. Bu yazarların hemen tamâmı rejim, daha doğrusu Abdülhamîd muhâlifi olup, yazıları uzun süre tâkip edilmiş sonra da sansür kurallarına uymadığı için bir kısmı da yasaklanmıştır.

 

Abdülhamîd aslen basına muhâlif değildi: “1882’de her gazete nüshasına devlet 2 para damga pulu basıyordu ki o günün KDV’sidir; 1898’e kadar 16 yıl sürmüştür. 1898’de Türk basınının merkezi olan Bâb-ı Âlî’de Baba Tâhir şöhretiyle anılan (Mahmûd Tâhir Bey) adındaki gazeteci sâhibi bulunduğu “Mâlûmât” gazetesine yazdığı bir başyazı ile bu vergiyi protesto etti ve kaldırılması için pâdişâha sığındığını anlattı. Damga pulu çağın İMF’si olan Düyûn-ı Umûmiye’ye bırakılmış bir gelir olduğu için kaldırılması pek kolay değildi. Basını karşısına almak istemeyen Abdülhamîd gazetelerden damga pulu zorunluluğunu kaldırttı. (Yılmaz Öztuna, Târih ve Medeniyet, s.12 4 Haziran 1994,İstanbul.)

 

Basın Osmanlı’da başlangıçlarda bayağı hürdü. Sadrıa’zam Keçecizâde Fuâd Paşa’nın 1865’te yürürlüğe koyduğu bir kânuna göre mahkeme karârı olmadan hükûmet gazete kapatamıyordu. Ancak Sadrıa’zam Âlî Paşa, 12 Mart 1867’de hükûmet kararnâmesiyle gazete kapatılabileceğine dâir bir kânun çıkardı. Basın hürriyeti 1867’den evvel mükemmel olduğu hâlde -hattâ denilebilir ki günümüzün çizgisinde gibiydi- bu târihten sonra sınırlandırıldı. Zîrâ basın bu hürriyeti yönetim aleyhine alenî olarak kullanmaya başlamıştı. Sâde yönetim aleyhine yazılar yazılmıyor, iftirâ, hakâret, şantaj ve daha değişik ajitasyonlar yapılıyordu. Hattâ hükûmeti yönetmeye çalışıyorlardı.

 

Dünyâda hiçbir devlet kendisine yönelik tehditlere seyirci kalmaz. Devletlerin savunma refleksleri vardır ve gereklidir. Adına ister dezenformasyon yasası veyâ sansür deseniz de, en yıkıcı güçlerden biri olan basına karşı alınan tedbirler, demokrasiye aykırı gibi algılansa bile kaçınılmazdır.

 

Devleti korumak için her demokratik yol meşrûdur.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.