Türk milletinin kök hücreleri

A -
A +

Bereketli topraklarla çöllerin, nehirlerin, vâdîlerin, yeşil alanların, yüksek dağların ve platoların, deniz gibi büyük göllerin coğrâfî konumunu belirlediği Asya topraklarının bu farklı yapısı, insan topluluklarının sosyal ve dînî yapısında da kendisini göstermiştir.

 

Doğusunda ve güneyinde sıcak muson ikliminin hüküm sürdüğü bu toprakların kuzeyinde, kuzeydoğusunda sanki buzul devri yaşanmakta, -50 dereceyi bulan sıcaklıklar CCCP’nin (Eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri) açık sürgün hapishâneleri olarak kullanılmaktaydı.

 

Asya, çekik gözlü, çıkık elmacık kemikli ve sarı benizli insanların mekânıdır. Sert coğrâfî iklim, onları sert mizaçlı, az gülen, zorluklara çabuk intibâk eden mücadeleci bir topluluk hâline getirmiştir.

 

Orta Asya dediğimizde Tûrânî alanı kastetmekteyiz. Rusya, Çin, Hindi Çîni ve Uzak Asya bu hudutların dışındadır.

 

Güneye inildiğinde Hint Yarımadası, Pâkistan’ın (ki esâsı Pencap, Afganistan ve Keşmir birleşimidir) Tûrânî ırklarla hiçbir bağı mevcut değildir. Bu ırklar sarı-kara renkleriyle tam bir musonik prototip sergilerler.

 

Asya, kadîm ırkların yelpâzesidir. Bu kadîm ırklar, çeşitli inanışlar, dinler veyâ âyinlerle kendi mistisizmlerini geliştirmişlerdir. Bu din ve inanış çeşitliliğinde Şamanizm, Budizm, Hinduizm, Brahmanizm ve Paganizmin’in inanç sarmalında yaşamışlar, Semâvi dinlere uzun zaman mesâfeli kalmışlar; Ortodoks Hristiyanlık ve Mûsevîliğe ise geniş Çarlık Rusya topraklarının büyük bir kısmında rastlamak mümkün olmuştur.

 

Bereketli Uluğ Türkistan ve onun mânevi başkenti olup Seyhun Nehri’ne komşu bulunan  Yesi şehri esas olmak üzere geçmiş târihlerden îtibâren “Avrasya (On Oğur, Peçenek, Bulgar ve Macar Ovaları, Balkan yarımadası Kıpçak Bozkırı < Ukrayna>Uluğ Türkistan/ Ural- Yayık, Kafkasya, Âzerbaycân, Sibirya Kuşağı, İç ve dış MoğolistanBatı ve Doğu Türkistan ormanları ve düzlükleri, dağları ve çölleri ırmakları ve gölleri dâhil, Ön Asya, Mısır, Hindistan’a kadar uzanan geniş coğrafya) Türklerin bin yıllar ve yüzyıllar boyu yaşadığı ve kendi yapısında daha küçük ölçekli yönetim biçimleriyle zaman zaman bir ayrışma -beylikler ve hanlıkla, yerel devletler gibi- topraklar olsa bile kesintisiz medeniyetler kurduğu alanlar olmuştur.” (Prof. Dr. Dursun Yıldırım, Uluğ Türkistan ve Türk Edebiyâtı’na Kısa Bir Bakış, (XII-XXI. Yüzyıllar Aralığı, Türkbilig)

TÛRAN İLLERİ

Bugün Batı Türkistan; Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Tâcikistan, Kazakistan’ın ve Afganistan’ın büyük bir bölümünü kapsamaktadır. Batı Türkistan’ın Afganistan’da bulunan bölümü Güney Türkistan olarak anılır ve Mezâr-ı Şerîf civârında oluşur. Bunun dışında Anadolu ve Batı Türkistan arasında kalan Îran’ın kuzey bölgesine de Îran Türkistan’ı denilmektedir. Aras Irmağının Hazar Denizi’ne döküldüğü noktadan başlayarak Îran’ın kuzeybatı ve kuzey doğusu bölgeleri olan Âzerbaycan, Mâzenderan, Türkmen sâhası ve Horasan’ı da içine alan bölge yaklaşık 800.000 kilometrekare olup bu bölgelerde 50 milyondan fazla Türk nüfus yaşamaktadır.

 

Doğu Türkistan ise coğrâfi bölge îtibâriyle Sincan Uygur Özerk Bölgesi olarak bilinen Çin zulmündeki Türklerin yaşadığı yerdir.

 

Orta Asya denince büyük oranda Türk yurdu anlaşılır ve Tûrân adıyla mârûftur. Diğer kavimler değişik dinler butlânında (bâtıllığında) bulunurken 10. asırda da Müslümân olan şerefli atalarımız, Asya’nın büyük bir kısmını İslâm’la şereflendirmişlerdir.

 

İpek Yolu, ticâret aracılığıyla değişik kavimleri birbiriyle tanıştırıyordu. Yıllarca İpek Yolu’nun iki büyük koordinatörü olan Rusya ve Çin’in sosyal alan faâliyetleri bir hayli etkili olmuştur. Özellikle Ortodoks Rusya’nın hem dînî hem de ırkî propagandaları hep kendisini hissettirmiştir.

 

19. asırda İngilizlerin Hint yarımadasına baskılarının arttığını görürüz. İstîlâcı United Kingdom (Birleşik Krallık) Hindistan’ı 1858’den 1947’ye kadar koloni olarak kullandı. Başkentleri bu dönemlerde Kalküta ve Yeni Delhi iken kullanılan diller İngilizce, Urduca ve Hint yerel dilleri olmuştur. 1858’den 1947’ye kadar I. Victoria, VII. Edward, V. George ve VI. George İmparator olarak yöneticilik yapmışlardır.

 

Güney Asya’ya İngiltere, Orta, Kuzey-Batı ve Kuzey Asya’ya (yâni Türk bölgelerine Rusya, doğuda Çin Türkistanı’na) Çin istîlâcıları yayılmıştır.

 

Komünizmin ve öncesinde Çarlık dehşet ve vahşetinden Türkler hürriyetleriyle birlikte dînî duygularını, millî kimliklerinin de bir kısmını kaybetmişler, aynı kökten olan Türk toplulukları değişik ad ve değişken Kiril alfabesiyle birbirileriyle Rusça konuşmaya başlamışlar, adlarını bile Ruslan, Lenmar (Lenin ve Marx’ın kısaltılmışı) koyup kendilerine bol bol verilen Votka ile uyuşturulmuşlar, “Türk müsün?” diye sorulduklarında “Sovyetem, komünistem” diye cevap verir hâle gelmişlerdir. Bu kâbus 20.yy sonuna doğru kısmen bitmiştir. Fakat özellikle bir asra yakın süren komünizm zulmünün tahrîbâtını tâmir etmek hiç de kolay olmayacaktır.

 

Çin’de ise durum hâlâ vahametini korumaktadır. Onlar hâlâ dînî ve millî varlıklarını kazanabilmiş olmadığı gibi, ağır baskılara ve zulme de mârûz kalmaktadırlar.

UYANAN TÜRK DÜNYÂSI

Yavaş yavaş uyanan Türkler, coğrâfî hudut sınırlarını aşarak dînî ve millî kimliklerini idrâk etmeye başlamışlardır. Hem Türk hem de Müslüman olan bu 350 milyonluk topluluk, bâzı çevreleri rahatsız etmekte olup şimdi de Şi’î-Vehhâbî tasallutu ile karşı karşıyadır.

 

Şunu iyice anlamalı: Orta Doğu’da ve Asya’da kuvvetli bir Türk Devleti (Türkiye) bu Türk birliğine lokomotiflik yapacak güce gelmeye başlamıştır. Bu gücü Avrupa ve dolayısıyla Avrupa Birliği (AB) de tanımak zorunda kalacaktır. Bu toplayıcı güç parçalanmış İslâm ülkelerini de Afrika ülkelerini de müstemlekeci Batı’nın hegemonyasından kurtaracak tek güç hâline gelmek mecbûriyetindedir.

 

AB aslâ olmazsa olmazımız telâkkî edilmemelidir. Zaman gelecek onlar bize muhtaç olduklarını anlayacaklardır. Biz bu konuda “tok satıcı” rolünde olmalıyız.

 

Avrupa’nın uzun zaman yöneticisi Hunlar, Göktürkler ve sonra da Osmanlılardan devraldığımız bu hâkimiyet rûhunun ölmediğini göstermek zorundayız. Bizim genlerimizde, kök hücrelerimizde Türk cihân hâkimiyeti mefkûresi yaşamaktadır. Hiçbir toprağı işgâl etmek gibi bir iddiâmız olamaz. Bahsettiğimiz topraklar zâten bize atalarımızın mîrâsıdır. Bugün bunun tekrar gerçekleşmesinin yolu ekonomik, teknolojik ve askerî güç olarak seviyemizin çok üstüne çıkmakla mümkün olacaktır.

 

Bizi hâlâ dar kalıplar içine hapsetmek isteyen dış güçler ve onların yerli işbirlikçileri, Orta Doğu’ya, Afrika’ya açılmamıza şiddetle karşı çıkmaktadırlar. Orta Doğu’daki gerek DAEŞ gerekse PKK ve onlarla berâber iş birliği yapanlar, orada Sünnî bir Türk varlığına aslâ tahammül edemez.

 

Dünyâda artık gerek siyâsi gerek ekonomik paktlar kurulmaktadır. Batı hegemonyasını yıkacak siyâsî oluşumlar her gün değişik boyutlar kazanmaktadır. Dünyâ ekonomisi artık petrol, doğalgaz ve onun türevi teknoloji üzerine kurulmaktadır. Yılların düşmanlıkları ticârî yakınlaşmalara dönüşmektedir. Ata topraklarımız petrolün ve kıymetli mâdenlerin kaynağı durumundadır. Biz Türk devletlerinin ne ağabeyi ne de koruyucuları olmak iddiâsındayız. Onlar bizim kardeşlerimiz, kandaşlarımız, ırkdaşlarımız ve 1000 yıldan beri de dindaşlarımızdır. Elbette bu siyâsî güç ekonomik güce dönerse dünyânın dengeleri değişecektir.

 

Bir asır komünizm boyunduruğu altında Türk kardeşlerimizi esârete boğan eski CCCP ve daha eski Çarlık Rusya, bugünkü Rusya Türk dünyasından aslâ vazgeçmeyecektir. Ama müttefikimiz ve NATO birlikteliğimiz olan ABD’ye karşı ılımlı bir politikayla zorâki nikâhımızı şimdilik kerhen de olsa sürdürmek zorundayız. Evet, şimdilik ve kerhen!

 

Doğalgaz boru hattı ve kritik Orta Doğu politikası îcâbı Rusya ile uzun vâdeli antlaşmalar yapılacaktır.

 

Doğu Türkistan politikalarını değiştirmeleri ve onların dînî ve millî hüviyetlerini tanımaları şartıyla Çin’le de ittifak kurulabilir.

 

Rusya da ABD de bize rağmen Orta Doğu’da büyük idealler peşindedir. Suriye ve Irak hem Rusya hem de ABD işgâlinde gibidir. Bu bölgede varlıklarını sürdürebilmek için özellikle ABD, PKK ve YPG’ye alenî destek vermektedir. Bütün bu olaylar Orta Doğu’da Büyük İsrâil’i kurma plânıdır. Orada terör gruplarının devlet kurma ihtimâli hiç yoktur; hepsi İsrâil taşeronudur.

ŞANGHAY İTTİFÂKI BİZE UYAR MI?

“Şanghay İttifâkı” şimdilik kurgu hâlinde düşünülse bile ilerde neler olacağını bugünden kestirmek zordur. Orada da temelde Türk varlığı kendisini hissettirmektedir. Şanghay İş birliği Örgütü’ne (ŞİÖ) başlangıçta Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tâcikistan katıldı. Sonra Hindistan ve Pâkistan da bu birliğe dâhil oldu. 

 

Altı diyalog üyelerinden birisi Azerbaycan ve birisi de Türkiye’dir. Üç destekçiden birisi Türkmenistan’dır.

 

Kurumun resmî dillerinin Rusça ve Çince olması bizi rahatsız ediyorsa da dünyânın en geniş coğrafyasında kullanılan Türkçe’nin her yerde varlığının kabûl edileceği günler pek uzak değildir.

 

Kendi gücümüzün farkına varmasak bile dünyâ bizi her zaman olduğu gibi hâlâ tehdit unsuru olarak görecektir. Bunu son derece tabii karşılamak gerekiyorsa da kendi soyuna, geçmişine, târihine, atalarına bu kadar düşman bir yerli işbirlikçinin olduğu vatanımızda dış güçlerle ve onlardan daha azılı düşmanlık yapan bu yerli ihânet şebekeleriyle uğraşmak hiç de kolay olmayacaktır. Kendi adâletini, ordusunu, yönetimini Batı’ya devamlı şikâyet eden böyle bir zümreye dünyânın hiçbir yerinde rastlamak mümkün değildir.

 

Vatanlarında kökleri kazınarak zulümle yok edilmek istenen Amerika Kızılderilileri bile, ABD’den bu kadar şikâyet etmiyorlar da siz Osmanlı ve Selçukluya niye bu kadar düşmansınız? Bizim 5000 yıllık târîmizi niye yok sayarsınız?  Târîhimiz Saka(?) ve açık olarak Hunlara, Göktürklere, Uygurlara, Karahanlılara, Gaznelilere, Harezmşahlara, Bâbürîlere, Tîmûrîlere, Altunordululara, Çağatayîlere kadar iniyor.

TÛRAN EDEBİYÂTI

Bir Tûran edebiyâtımız var; biz onları Türk dünyâsına tanıtamadık. Türk dünyâsında düne kadar sâdece Nâzım HikmetAziz Nesin ve Yaşar Kemal tanınıyordu.

 

Dîvân edebiyâtımızın en gözde şâirleri ve dilcilerini yetiştiren Çağatay Türk şâirleri ve Çağatay Türk Şîvesini biliyor muyuz? 15. asrın ikinci yarısından Bâbür zamânına kadar varlığını sürdüren edebî Türk şîvesini niçin gereği gibi tanıtamadık. Hem şuurlu bir Türk milliyetçisi hem de iyi bir dilci ve aynı zaman da da Dîvan edebiyâtının en büyüklerinden olan Ali Şîr Nevâî’yi gençlerimize ne kadar tanıttık?

 

Sultan Hüseyin Baykara gibi hem büyük bir şâir hem büyük bir devlet adamı olan bu kıymetimizi gençlerimiz biliyorlar mı?  

 

Büyük bir Türk devlet adamı âlim ve şâir Kâdı Burhâneddîn’i kaç gencimiz tanıyor.

 

Âzeri Türk şiirinin en büyük şâiri Fuzûlî’yi gençler Victor Hugo kadar bile tanımıyorlar.

 

Yıllarca “vatan-millet-Sakarya” diye alay ettiğiniz bu üçlü ve her işimizin evveli ve âhıri “inşâallah ve mâşallâh” bizim aşîretten devlet olma şifremizdir. Bu şifreler mankurtlaşmış beyinlere ağır gelir.

 

Hem târîhimize küfredip hem de elde bayrak sallayarak, boğazı yırtılırcasına İstiklâl Marşı’nı söylemekle, 5 km’lik bayrak konvoyu yapmakla milliyetçi değil ancak “ulusalcı” olunur.  Millî şuur; târih, vatan, millet, din, dil, kültür ve ideal birliği ile oluşur.

 

Millî eğitimi gerçekten “millî” yapmak istiyorsak, târihi bizim bir beyliğimiz kadar olamayan ABD gibi, hâlâ krallıkla demokrasiyi bir arada götüren, İngiltere, Norveç, İspanya vb. ülkelerin insanlara verdiği târih şuurunu biz de gençlerimize vermeliyiz. Bu şuuru hâlâ gençlerimize veremediysek tabîî ki onlar da Sultan Abdülhamîd’i, Sultan Vahdeddîn’i (hâşâ ve kellâ) vatan hâini olarak tanıyacaklar ve sırtı yatak görmeyen bâzı sultanları yatak düşkünü diye bileceklerdir. Her biri siyâsî ve askerî dehâlar ve büyük edebîyat ve san’at âşığı olan bu büyük pâdişahları hatâ ve savaplarıyla tarafsız ve doğru  tanıtmak millî vazîfemizdir.
Hürriyetimizin köklerini Bilge Kağan’a Kültigin’e  Doğu Türkistan mücâdelesinde efsâneleşen Osman Batur’a, Abdülehad Nûr’a  Enver Yusuf Tûrânî’ye, Îsâ Yusuf Alptekin’e,  Hotenli Baş Müderris Mehmed Emin Buğra’ya, şâir Abdülhamîd Süleyman Çolpan’a  ve Kazakistan millî kahraman ve şâiri Mirjakıp Dulatoğlu’nun “Oyan Kazak”ına dayandırmadan bağımsızlık ve hürriyet şuurunu tam veremezsiniz. Bağımsızlık ve hürriyet meş’alesi evvelâ Orta Asya Türkleri tarafından yakılmıştır.

 

Türk milleti bir bütündür ve “dış Türkler”, “Türkî cumhuriyetler” sözleri yanlıştır; bunlar kasıtlı uydurmalardır.

 

Türk milleti bir destan milletidir. Bu destanları çocuklarımıza ezberletmezsek, kendilerini 5000 yıllık şerefli bir mâzînin değil, 100 yıllık bir geçmişin çocukları olarak görmeye devâm edeceklerdir. Bu ayıp bize yeter de artar!..

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.