Bana, kırmadan, incitmeden nasihatler yapardı ninem...

A -
A +

“İçimdeki -sebebini bilmediğim- sıkıntıyı atmam lazım! Güzel şeyler düşünmeliyim…” dedim. Anacığımı, babacığımı, kardeşlerimi düşündüm...

 

 

 

Hafif sisler içinde yükselen, kurşuni binaların belli belirsiz hayâline takıldım. Kaç senedir Gümüşhane’nin hâkim yerinden birini süsleyen bu eğitim yuvası; açıldığı ilk gün gibi hâlâ Anadolu’nun muhtelif köy ve kasabalarından gelen gariban çocuklarla dolup dolup boşalıyordu.

 

Onları seyrettikçe hafızamdakiler canlanıyordu gözümde gayriihtiyari. Türkiye’nin mazisini, Erzurum’u, Narman’ı, Beyler, Otlutepe, Sütpınar köylerini düşündüm. Neler aklıma gelmiyordu ki, belli belirsiz gülümsedim. Arı kovanı gibi önünde sağa sola koşuşturan bunca insanların telaşı, bağrışmaları, sağda solda uçuşan kargaların gaklamaları, serçe cıvıltıları sabahın sert rüzgârı ile derin bir uğultu hâlinde yayılıyordu… Gri granitten kaleler gibi yükselen modern binalar, gittikçe netleşiyor, sokaklardaki dağınık gölgeler, çocuksuz parklar, hapşıran ihtiyarlar, oradan oraya kaçan kediler, yeni bir günün çoktan başladığını haber veriyordu.

 

Gözleri yaşlı çıktı,

 

Elleri taşlı çıktı,

 

Olgun olmalı dedim,

 

Nasibim yaşlı çıktı.

 

“İçimdeki -sebebini bilmediğim- sıkıntıyı atmam lazım! Güzel şeyler düşünmeliyim…” dedim. Anacığımı, babacığımı, kardeşlerimi ve gülen gözlü, gül yüzlü nineciğimi düşündüm. Onlara kavuşmayı iple çekiyordum. Ah nineciğim ah! Ne güzel hanımefendiydi. Kırmadan, incitmeden nasihatler yapardı. Her şeyimi onunla paylaşırdım. Yanında kendimi pek emniyette hissederdim. Sımsıcak sarar, okşar, nazımı çekerdi. Hiç kızdığını hatırlamam. Böyle bir kış sabahıydı, dedim ki; “Nineciğim rüyalarımda; yemyeşil yaylalar, şırıl şırıl akan şelâleler ve bu güzelliklerin içinde kuş gibi bir tepeden öbürüne uçarak gittiğimi görüyorum. Bunun tabiri nasıldır?” Hüsna nineciğim sadece gülüyor, kulağıma eğilerek;

 

“Gerdanlı oğlum, bütün sıkıntılardan kurtulacak, çok iyi nimetlere kavuşacaksın inşaallah…” dedi, bir kelebek hassasiyetiyle saçlarımı okşadı.

 

Ben de hep o iyi nimetin ne olabileceğini merak eder, suâl üzerine suâl sorardım:

 

“Gireceğim imtihanlardan muvaffak olacağımı mı demek istiyorsunuz nineciğim?”

 

"Cık!"

 

"Ya ne canım nineciğim, ne iyi olacak?"

 

“!!!”

 

Bir bahaneyle namaza durur, beni fazla konuşturmazdı.

 

Anadan-babadan, alışık olduğum köy hayatından çıkıp yatılı olalı dört ay olmuştu. Günler, haftalar rüzgâr gibi gelip geçti. Onaltı yaşında, dinç, güçlü-kuvvetli, sırım gibi biri olarak görüyordum kendimi. Narman'daki mektep hayatım bir zindan gibiydiyse de burası tam tersi çok lüks geliyordu. Sanki o kadar sene, iki paslı zincirle iki ayağımdan buz gibi soğuk mahzenin karanlık bir köşesine bağlanmış, sonra da hürriyetine kavuşmuş biri gibi hissediyordum. Çocuk denecek yaşta yalnız başıma yaşadığım uzun ve çetin kışlar, şiddetli rüzgâr ve fırtınalar yaramış, beni daha bir kuvvetlendirmiş gibiydi.

 

Ninemin sık sık; "Sen neticeye bak oğul, neticeye..." dediği bu muydu acaba?

 

Ne üzüntü ne gam çek!

 

Bağımız sıkıdır pek,

 

Beraberiz her zaman,

 

Kıyamet kopana dek.

 

DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.