Müşterek tanıdıklarımızın olduğu da anlaşılınca ömür boyu sürecek dostlukların da ayaküstü temelleri atılıvermişti o kısa zaman içinde.
Onlarla el sıkışıp merhabalaşırken bir üçüncü kişi daha geldi. Üçüncüsü orta boylu, zayıfça, düşük omuzlu. Sonradan öğrenecektim onu, ikinci tanıştığımız gencin küçük kardeşiymiş. O, “DİNLE EVLAT! SANA SÖYLEYECEK BİR ÇİFT SÖZÜM VAR!” diyen meşhur mısraların şairi, Erzurumlulara benzetiyorum. Yalnız abisi iyi hikâye yazıyor, bu ise şiirde ustaymış. İlk sözü söyleyen bu hemşehrimiz oldu; “Dadaş mısın?” dedi, söze başladı.
- Bize öyle diyorlar. Dadaşım.
- Nereli olursan ol hoş geldiniz. Erzurum’un neresinden?
- Narman’danım, dedim.
Ve o zaman öğrendim ki, Sarıkamış’ın Horasan’a yakın bir köyündenmişler. Müşterek tanıdıklarımızın olduğu da anlaşılınca ömür boyu sürecek dostlukların da ayaküstü temelleri atılıvermişti o kısa zaman içinde. Yine, o zayıf genç dedi ki:
- Erzurum, Narman’dan kimi tanıdıysam sanatçı insanlar olduğunu gördüm. Bu hususta o topraklar mümbit.
- Mesela?
- Mesela, Sümmani Baba, Etem Baba, İbrahim Erkal…
- Bir çiçekle bahar gelmezmiş!
- Küçük bir yer için bu kadarı bile fazla!
- Buralar Ermeni’nin, Urusun ağır zulmünü gördü. Hicret, fukaralık, eşkıya baskınları yaşadı. Hepsi de acı bir feryadın türkü olup seslendirilmesinden ibaret değil mi? Devre Dağlarından Topyolu sıradağlarına kadar uzayan kardeş soframızda bostanlar öyle ballı, başaklar böyle ağır ve koyun, sığır sütlerimiz öyle yağlı iseler, biliyoruz ki şehidlerimizin al kanıyla suladık da ondandır.
- Şehidlere müjdeler büyük.
- Ne saadet!
- Öyleyse buyurun aramıza katılın, dedi.
Yanımıza toplanan diğer gençleri de alarak ancak eşiğine bastığımız ilim irfan yuvasının büyük çalışma salonuna geçtik. Aynı toprağın evlatları olarak memleketten, örf âdet ve ananelerden, şivelerimizden konuştuk, gülüştük. Sanki kırk senelik ahbapmışız da yeniden bir araya gelmiş hasretlik gideriyorduk.
Rahim Abimiz çizeceğim ilk menkıbenin metnini bir dosya olarak verdikten sonra üstün muvaffakiyetler diledi, müsaade istedi. Bizler tekrar kaldığımız yerden o memleket havası koyu sohbete daldık.
Hele bakın gelene!
Defter almış eline,
Kabul edilsin diye,
Dikkat edin diline!
***
İlk iş görüşmem ve ilk defa bir dergide yayınlanmak üzere çizeceğim resmin heyecanı sarmıştı bu sefer de. “Acaba çizdiklerimi beğenirler mi? Maksada münasip şeyler yapabilir miyim? Yoksa adamları sukut-u hayâle mi uğratırım?” suâller, suâller... Bir dosya hikâyenin yanında sandıklar dolusu hülyalarla haneme döndüm.
Tava geldim aş ile,
Doldu gözüm yaş ile,
Aldanmadan kurtulamam,
Bu akılsız baş ile?
***
Küçük pencerelerinden başka aydınlık girecek hiçbir yeri olmayan bodrum kattaki odamın bir köşesinde tek başıma çalışırdım umumiyetle. Fiziken uzun boylu, uzun kollu, uzun bacaklı, ruhen sakin tabiatlı biri olmamdan dolayı mı ne kendimi kafese konmuş terbiyeli bir aslan gibi hissediyordum.
DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...