Prof. Tevfik İsmailoğlu: "Sen Mene ve Rasim'e diyirsen ki; özünüzden ayrılmışsınız. Bir Batılı gibisiniz... Men nasıl anlamirem ki?..."
Bazı kelimelere bazı yerlerde farklı mânâlar yüklendiğinden misaller verdim. Türkiye'de bölgeler arasında da aynı şeyi yaşadığımızı izah ettim.
Ortalık epey sakinleşmişti ki Prof. Tevfik İsmailoğlu:
"Sen Mene ve Rasim'e diyirsen ki; özünüzden ayrılmışsınız. Bir Batılı gibisiniz... Men nasıl anlamirem ki?... Siz bile bile özümüze bunu söylediniz..."
Odadakiler gülmekten yerlere yatıyordu. Hattâ bazıları kendilerini tutamadı dışarı çıktı.
Ben iyice ciddileşerek mevzuyu, çıkacağımız yolculuğa getirdim:
"Kanayan Yara Bosna,
Bir Zamanlar Sarhoştu-Bişr-i Hâfî,
Laçin Geçidi,
Osmanlı Bedel İster-Kurtoğlu/1 filmlerimizin 35 mm sinema gösterimleri hazır, pasaportlarımız, vizelerimiz ve götüreceğimiz hediyeler de tamam..." deyince Rasim Baleyev:
"Dört kişinin misafir olarak kalacağı yer, gösterim yapılacak sinemalar, davetiyeler, oradaki afişler ve gidilecek şehirler de tamam..." dedi.
Bir gün sonra yola çıkabilecektik. Şimdilik her şeyimiz tamamdı da bizi orada bekleyen sürprizlerden haberimiz yoktu...
İmkânlar herkese sağlanmış ise,
Ciğerler aşk ile dağlanmış ise,
Milletim gönülden bağlanmış ise,
Gözü olmaz malda ne de servette!
Kardeş ayağına gelir elbette!
HOCA der yabana atma sözümü!
Haramdan saklarım iki gözümü,
Gönül bağlarının olgun üzümü,
Tadına doyulmaz her şey Cennet’te,
Nasibi olanlar alır elbette!
***
1997 Baharı…
Güneş, henüz gri beton gökdelenlerin arkasından doğmamıştı. Mavi bir atlas gibi pürüzsüz gökyüzünde, tek tük beyaz pamuk kümelerine benzeyen bulutları koşuşturan serin bahar rüzgârı, ıslık çalarak ağaç dallarını, evlerin kepenklerini titretiyordu, dur durak bilmeden.
Her sabah olduğu gibi erken kalkmıştım yine. Bir şey unuturum diye kılı kırk yarıyor, notlarımı gözden geçiriyordum. Önce ceketimi giyip bavulumun kapağını açtım, Azerbaycan’a götüreceğim hediyeleri, kullanacağım eşyalarımı tek tek kontrol edip tıraş makinamı yerleştirdim. Saatime baktım. Camdan dışarı başımı uzattım:
“Neredeyse gelirler” diye söylenip gezinirken uyku dolu mahmur gözlerle alabildiğine Yeşilköy istikametini, uçakların iniş ve kalkışlarını seyrettim. Bahar coşkulu, sisler altındaki büyük ve tarihî şehir, güne merhaba demeye hazırlanıyordu. Balkon camına akseden kendi görüntüme takıldım, tebessüm ettim elimde olmadan.
Kırk üç yaşımı geride bırakmıştım. Rabbime hamd olsun oldukça sağlıklıydım. Boyum uzuna yakın, buğday benizli ve kumral sayılırdım. Tepem açılmış, şakaklarımdaki yer yer kırlaşmış saçlarımla orta yaşın bütün hususiyetlerini taşıyordum.
Ne yapsam da gözlerim sitenin bahçesinde... Kafam gidilecek genç Türk memleketinde ve mühim organizasyonla meşgul...
Bizi götürecek arabanın geldiğini görür görmez bavulumu kaptığım gibi evdekilerle vedalaşarak hızla dışarı çıktım.
DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...