Her taraf billur gibi parlak, oldukça da ışıltılıydı...

A -
A +

Çiseleyen karla karışık yağmurun dallara, binalara çarparken çıkardığı ahenkli ses, derin bir fısıltı hâlinde kalbime huzur veriyordu...

 

 

 

 

 

Ertesi günü yine piyade yürüdüm. Yerler, yer yer çamurdu. Çiseleyen karla karışık yağmurun dallara, binalara çarparken çıkardığı ahenkli ses, derin bir fısıltı hâlinde kalbime huzur veriyor, yanık sesli bir annenin ninnisi gibi insana hoş geliyor, mest ediyordu.

 

 

 

Aşk gönlümü etti yara,

 

Kanar artık bundan sonra.

 

Ateş düştü garip cana,

 

Açık konuş hem de dobra.

 

Yanar artık bundan sonra.

 

 

 

Ateşlere düşüp yanar,

 

Ömür söner, devran döner,

 

Gün geçtikçe benzim solar,

 

Her menzil çıkar mezara,

 

Ahret başlar bundan sonra.

 

 

 

Sıkıntılı işler başlar,

 

Başa düşer koca taşlar,

 

Gözlerimde kanlı yaşlar,

 

Düşünürüm kara kara,

 

HOCA neyler bundan sonra?

 

                   ***

     36 SENE SONRA...

Bir insanın ömrü boyunca başından geçenler ya da duydukları, hissettikleri tabii olarak sınırlıdır. Oysaki kendi dışında sınırsız bir âlem akıp gitmektedir; burada yaşananlar, hayalleri aşacak kadar çeşitli ve bir o kadar da nihayetsiz olduğu için asırlar boyunca efsaneler, destanlar, masallar, halk hikâyeleri hep bu âlemden beslenmiştir.

 

Uydurulmuş roman ve hikâyeler, yalnızca var olanla yetinmemiş; neredeyse insanın dokunduğu her şeyi mevzu edinerek zaman ve mekân manilerini aşıp günümüz insanının merakını hafifletmiştir bir nebze de olsa.

 

Biz de kendi âlemimizde yaşadıklarımızı bir çiçek bahçesi misali burada topladık. Bu bahçede dolaştığınızda kokuları, renkleri ve sesleriyle tanıdıklardan ya da uzak zaman ve mekânlardan enteresan çok şey görüyorsunuzdur mutlaka. Edebî eserlerden farkı; bunların her birinin ayrı ayrı yaşanmış olmasıdır. İşte farklı, bir o kadar da hoş bir buluşma anı daha.

 

05 Eylül 2015 öğle vakti...

 

Kızgın güneş tam tepede…

 

Ağustos ayından kalma nar bir küreden sağanak sağanak dökülen altın hüzmeler dağı, taşı dolduran zeytinliklerin, lacivert körfezin ve hilâl şeklinde sıralanmış Gemlik evlerinin üzerine üzerine yağıyor… Her taraf billur gibi parlak, oldukça ışıltılı. Mavi bir atlas misali uzayıp giden denizin suları, güneşli havanın yansımalarıyla sanki kristal bir ayna… Derinden derine martı çığlıkları, uzaktan yakından gemi, motor sesleri, parklarda koşuşturan çocuk bağrışmalarına karışıp etrafa bir bitmez melodi şeklinde dalga dalga yayılıyor.

 

 

 

Kimse kapı çalmadı,

 

Gelip beni almadı,

 

Oyalayıp durmayın,

 

Artık sabrım kalmadı!

 

 

 

Otuz altı sene sonra ilk defa birbirlerini görecek sınıf arkadaşlarının fiziki değişiklikleri kadar, ruhi hâlleri de merak ediliyor.

 

Kim nerede, ne iş yapmış?

 

Çoluk-çocuk, aile durumları...

 

Seneler onlardan neler alıp götürmüş, neler ilave etmiş?

 

Hayaller altüst mü olacak, yoksa fazla bir şey değişmeyecek mi?

 

Belki de kaldıkları yerden devam edecekler.

 

"Hey! Jale ip atlamaya var mısın?"

 

"Zeki, topu al, doğru okulun arkasındaki çayıra..."

 

"Haydi, hizek (kızak) kaymaya..."

 

DEVAMI YARIN

 

 

 

Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.