Hem duâ, hem sistemli çalışmam boşa gitmedi, kısa zamanda mektebin en iyi talebelerinden biri oldum...
Çocuk aklımla eski günlerimi, bir de yeni durumu düşünüyor Allahü teâlâya hamd ediyordum. Çünkü artık yattığım yerde kovada su donmuyor, buz kesilmiş ekmek peynir yemiyor ve sel sularında boğulma tehlikesi ile karşılaşmıyordum.
"Bu imkânlarda, bu güzel şartlarda okuyamazsam yazıklar olsun bana!" diyor, derslerimi en iyi şekilde yapmaktan maada başka bir şey düşünmüyordum. Ha bir de nineme verdiğim o büyük sözümü hiç unutmuyordum:
"Ne pahasına olursa olsun evladım..."
Onun ifadesiyle; "Allahü teâlâ muhafaza buyursun, bir elin kanda bile olsa, alnına kurşun sıksalar dahi namazını aksatma! Söz mü, tamam mı Gerdanlı oğlum? Namazını kıl ve de korkma…”
Boyumun ve boynumun uzunca olmasından dolayı böyle bir lakap takmıştı muhterem nineciğim. Severken; “Gerdanlı oğlum” demesi benim de hoşuma gidiyordu.
Sözümde durdum, namazımı hiç ama hiç aksatmadım. İbadet edenlere iyi bakılmadığını çok çabuk sezmiştim. Kimseye görünmeden gizli abdest alıyor, mümkün olduğu kadar insanlardan uzak kuytu köşelerde namazımı kılıyor, sonra hep ders çalışıyordum. Maksadım; annemi-babamı ve canım nineciğimi sevindirebilecek haberlerle gidebilmekti memlekete. Onun için daha fazla gayret ediyor, hiç malayaniyle uğraşmıyor, vaktimi zayi etmiyordum. Hem duâ, hem sistemli çalışmam boşa gitmedi, kısa zamanda mektebin en iyi talebelerinden biri oldum. İlaveten resim kabiliyetim de fırlayıp öne çıkmaz mı? Bu bana başka ayrıcalık da getirdi. Her bakımdan numune gösterilen, hocalarımın bile gıptayla baktığını hissediyordum.
“Giotto” lakaplı resim hocamız, bulunduğumuz yerden Gümüşhane’nin umumi görünümü olan bir manzara yaptırdı. Bu yağlı boya tabloyu mektebin hâkim bir salonuna astılar. Başka sınıftaki çocuklara "Meşhur ressamların isimlerini sayın" dediklerinde birçoğu benim ismimi de söylüyormuş. Duyunca çok gülmüştüm.
"Zaman su gibi akıyor" derler ya, işte öyle oldu, beklediğimiz yarıyıl tatili geldi, karneleri aldık. Aileme iftiharla gösterebileceğim notlarımla birlikte valizimi kaptığım gibi otobüs garajına koştum. Bir rüya âlemindeydim sanki.
Terminal tıklım tıklım talebe kaynıyor… Herkes temiz giyinmiş gelmiş, bir gün kaybetmek istemiyordu. Simsarlar ısrarla vasıta olmadığını söylüyor, başka bir şey demiyorlardı. En sonunda otuz beş kırk kişi bir araya geldik. Tamircide olan bir otobüsün yanına gidip şoförüyle konuştuk. Adam;
"Ben götüreyim fakat farlarım yanmıyor!"
“Olsun, gündüz ona ne ihtiyaç var…" diyerek ikna edip zorla kabul ettirdik.
Soğuktan üşüyecek yerde, koşuşturma ve heyecandan terlemiştim bile.
Anne için hürmet var,
Ayağını öp yalvar!
Gel kardeş özür dile!
Rızasında cennet var.
DEVAMI YARIN
Ragıp Karadayı'nın önceki yazıları...